31 Temmuz 2010 Cumartesi

Gündem  Temmuz 2010-II

 (Bu Gündem başlığında yoğun şekilde  Kemal Kılıçdaroğlu  haberleri ve yorumları yer almakta.)


BOY  tartışması
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yaptığı bir konuşmasında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için "Şu kadar boyuyla bir şeyler söylüyor" deyince; bir vaveyla da koparılmış oldu. Konu sıkıntısı çekmediği dönemlerde dahi Magazin iştahını bastıramayan Türk Medyası,  bu gelişmeye mal bulmuş mağribi gibi hemen atladı ve geniş şekilde yer verdi. Kılıçdaroğlu ise "Arınç'ı, Leman ve Penguen dergilerine havale ediyorum"  diye karşılık verdi.

Bülent Arınç'ın söz konusu açıklamaları içerisinde dikkat çekici ve -bence- daha önemli eleştiriler vardı Kılıçdaroğlu hakkında... Ancak bunlar es geçildi. Bugüne kadar Türk Medyası ile ilgili çeşitli yazılar yazdım. Bu örnekte sadece Medya'yı suçlamıyorum, bir arz-talep ilişkisi olduğunun farkındayım. Türk halkının değer verdiği şey "polemik ve sidik yarışları". Değerler ve kültür konusunda ise büyük bir boşluğu var.  Bunu yeri geldikçe söylüyorum, bazen biraz daha açıyorum.

İlerleyen günlerde Bülent Arınç'ın diğer açıklamalarını da ileticem.  Takdir sizin.
Lütfen sulandırmayalım
Sayın Arınç'ın normalde efendiliğini severim ama şu son günlerde oldukça sulandırdı. Yakında Kılıçdaroğlu yada Arınç çıkıp 'Benim babam senin babanı döver' derse hiç şaşırmayacağım. Biraz da ortak noktalarınıza bakın (iki taraf için de tabii) lütfen ki memleket uyumlu, hizmet sevdalısı yanınızı görsün.
(droid.manic - 30 Temmuz 2010, Radikal Online)




Büyükanıt'a  suçlama
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "27 Nisan 2007 geceyarısı e-muhtırası"na gönderme yaparak, "Başbakan ile dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın işbirliği yaptığını"  söyledi.
"e-muhtıra, AKP'nin tekrar iktidara gelmesi için konmuştur oraya, mağdur edebiyatı için konmuştur. Sayın Büyükanıt ile Sayın Erdoğan işbirliği yapmıştır o olayda. Çıksınlar, 'Biz işbirliği yaptık'  desinler."

Büyükanıt bu iddiaları "Bu, hayal mahsulü bir hakarettir" diye yalanlarken; AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik "Bu iddiaya ölüler güler" diye tepki gösterdi:

"CHP'lilerin tüketemediği bir malzeme de Sayın Büyükanıt'a zırhlı araç satın alınmış olmasıdır. Bugüne kadar emekli olan tüm Genelkurmay başkanlarına zırhlı araç tahsis edilmiş veya satın alınmıştır. Bu durum Sayın Büyükanıt'a mahsus bir uygulama değildir. Ayrıca Başbakanlık tarafından ve Başbakanlığın bütçesiyle hükümetin özel bir tercihiyle bir satın alma gerçekleşmiş değildir. Genelkurmay Başkanlığı kendi bütçesiyle ve kendi inisiyatifi ile Sayın Büyükanıt'a araç satın almıştır. Bu vesileyle Sayın Büyükanıt'ın hükümet tarafından ödüllendirildiği iddiası abesle iştigaldir.
Bu iddiaya göre 367 saçmalığını ortaya atan Sabih Kanadoğlu, konuyu Anayasa Mahkemesi'ne taşıyan CHP, ve malum kararı veren Anayasa Mahkemesi de Ak Parti'yi iktidara getirmek için çıkar işbirliği yapmış demektir."

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun,  e-muhtıraya açıkça destek vermiş bir partinin başkanı olarak, "Siz e-muhtıra hakkında soruşturma açmadınız demek ki askerle beraber çalışıyordunuz, sizin iktidarınız için yapıldı bu" diyebilmiş olmasına inanamıyorum.
Güzel kardeşim madem soruşturma açılmamış olması bunu gösteriyor, CHP'nin e-muhtıra zamanı "e ordu haklı tabi" şeklindeki açıklamaları (Onur Öymen) daha fena o zaman? Öyleyse en başta siz çalışıyordunuz AKP iktidarı için?
Bir de Dubai anlaşmasıyla ilgili çıkışları mükemmel.
(silencer  -  29.07.2010,  Ek$i Sözlük)



Eyvah!  Geçmiş yanlışlarla dolu! 
Kemal Kılıçdaroğlu'na, genel başkanı olduğu CHP'nin,  şimdi karşı çıktığı  27 Nisan e-muhtırası günlerinde askerin müdahalesine destek vermiş olduğu ve bu tepkiyi onayladığı hatırlatılarak,
o günden bu güne neyin değiştiği sorulduğunda;
"27 Nisan'da biz yanlış yapmıştık"  cevabı alındı.

(Kişisel Görüşüm:  Bu mantıkla,  kendisinden sonra gelen genel başkan da onun dönemindeki gafları ve yanlışları telafi ile uğraşacak.  CHP işte böyle derdi hep geçmişle olan,  bugünü asla yakalayamayacak bir parti.  Amaçları Türkiye'nin değişim hamlelerini olabildiğince yavaşlatmak.)

"Kılıçdaroğlu'nun hâlâ birtakım fikirleri üzerinde yeterince hazırlık yapmadan, salt medyada bir konuşulurluk sağlamak üzere ve en azından kendi kafasında ve partisinin platformlarında yeterince olgunlaştırmadan ortaya attığını düşünmeye devam ediyorum."
(Yoksa Kılıçdaroğlu CHP'si?..  İsmet Berkan  -  31 Temmuz 2010,  Radikal)

'27 Nisan'da biz yanlış yapmıştık' diyen Sayın Kılıçdaroğlu, Şemdinli Davası'nın savcısı hakkında da yanlış yapılmış mıydı?  CHP olarak 'Biz yanlış yapmıştık, o savcının meslekten atılmaması gerekiyordu, o iddianame hukuki bir metindi,  suçlanmaması gerekiyordu'  diyor musunuz?
(Bülent Arınç)




Liderine ihanet eden,  kendi de ihanete uğrar!

RTE: "Manşetle gelenler manşetle giderler. Kendi arkadaşlarına, kendi dostlarına, kendi liderlerine ihanet edenler  başka ihanetlerin mağduru olurlar.
...
Ağızlarından çıkanı saatler geçmeden düzeltiyorlar."




Kemal Kılıçdaroğlu'nun içkiden uzak durun talimatı
12 Eylül Referandumu'na büyük önem veren ve partisinin tavrını "Hayır'da hayır vardır" sloganıyla açıklayan Kemal Kılıçdaroğlu,  il ve ilçe başkanlarından 12 Eylül'e kadar içki sofralarından uzak durmalarını istedi.

RTE:  "Alkol alacağınıza..."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise "Alkol alacağınıza üzüm yiyin" dedi. Böylece  "En az 3 çocuk doğurun"dan  sonraki bir diğer inci'sini de döktürdü.



.
Tehlikeli tırmanış:  İnegöl  ve  Hatay Dörtyol'da çatışmalar
Bursa'nın İnegöl ilçesinde minibüs şoförü bir Kürt gencinin dövülmesi ve "Bir daha buradan geçme!" diye tehdit edilmesiyle başlayan olaylar ilçeyi savaş alanına çevirdi.
Olayların kıvılcımı ve gelişimi hakkında basında şöyle bilgiler yer aldı: Yanında bir grupla gelen şoför, kendisini dövenlerin bulunduğu kahvehaneye girip içerdekilerle kavgaya başlıyor ve yaralanmalar oluyor. Kahveden kaçan saldırganları Polis kısa sürede yakalıyor. Bu sırada hastaneye kaldırılan yaralılardan bazılarının öldüğü yönünde yayılan yanlış bilgilendirme ile, çoğu ülkücülerden oluşan kalabalık bir grup Emniyet Müdürlüğü önünde toplanıyor ve  "İnegöl'de PKK istemiyoruz",  "PKK'lıları bize verin"  benzeri sloganlar atmaya başlıyor.
Öfkeli kalabalık;  6 polis aracı, 1 zabıta aracı,  savcılığa ait bir araç ve iki sivil aracı ateşe veriyor.

("Kahrolsun PKK sloganlarıyla polis arabası yakmak" böyle bir şey olsa gerek.)

21 Polis'in yaralandığı, birininse kör olduğu olaylardan sonra; grubun bir bölümü Emniyet önünde beklerken,  bazıları ilçeye yayılarak Kürtlere ait ev ve iş yerlerini tahrip ediyor.  Kalabalık daha sonra Kürtlerin yoğun olduğu Huzur Mahallesi'ne yürüyor.  (İnegöl'de yaklaşık 15.000 Kürt vatandaşımızın yaşadığı sanılmakta.) Tüm uyarılara karşın dağılmayan göstericilere çevik kuvvet ekipleri biber gazı kullanarak müdahale ediyor. "Dışarıdan gelecek grupların, ilçedeki ülkücülerle birleşerek saldıracakları" söylentisinin Kürtler arasında yayılması ile,  kalabalık bir grup,  Bursa-Eskişehir Karayolu'nu trafiğe kapatmış.  Olayların ancak sabah 5 civarlarında bastırılabildiği söyleniyor.
Slogan atan grubu yönlendiren bir kişinin telefon konuşmasına bizzat şahit olduğunu söyleyen bir gazeteci, "Telefonda 'Abi görev tamamdır, araçlar ateşe veriliyor. Bozkurt işareti bile yapmıyoruz ki kim olduğumuz anlaşılmasın' diyordu"  iddiasında bulundu.   (Taraf)


Olay yerinde inceleme yapan Bursa Valisi Şahabettin Harput, "Vatanını milletini seven insanlar. Ama devletin polisine, karakoluna, belediyesine saldırdılar"  açıklamasında bulundu.  "Birkaç sarhoş genç" diyen veya "açılım öncesi ülkede iç karışıklık yaratmak" diyen de oldu arada... Ama mevzunun basit olmadığı ortada.
Yok provokasyonmuş, yok referandumu etkilemeye yönelik girişimlermiş, yok sarhoşların işiymiş, yok açılım yüzündenmiş...
Bunlar hep bahanesi. Bir gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Ülkemizin pek çok noktası, dini ve etnik gerilimler nedeniyle patlamaya hazır bomba gibi bekliyor.
...
Kabul edelim ki Türkiye'de ne öyle "etle tırnak gibi"yiz ne de burası bir hoşgörü toplumu.
(Memleketimden ırkçılık manzaraları.   İsmet Berkan  -
30 Temmuz 2010,  Radikal)




Balyoz'da tutuklamalar başladı
Balyoz Soruşturması kapsamında 102 emekli ve muvazzaf subay hakkında yakalama kararı çıkarılmasının, Ağustos'ta başlayacak olan Yüksek Askeri Şura'daki terfiler üzerine nasıl etki yapacağı Ankara'da merak konusu.
Bu arada TSK tutuklama kararı çıkarılan generalleri terfi ettirme çabasında.


Anayasa değişikliği
12 Eylül Referandum'una giden yolda siyasi kamplaşmalar çoktan başladı bile...  Mart 2010  gündemi'nde  şöyle demişim:
Anayasa değişikliği için düğmeye basıldı deniyor. İktidar hazırladığı taslağı muhalefetle konuşmaya başlayacakmış. Muhalefet "Hayır" demekten, veya askeri korumaktan başka ne yapacak ki? Gene horoz dövüşleri izleyeceğiz önümüzdeki günlerde de demektir bu.


Çözüm:  Kuma
Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı, Kürt sorununun çözümü için  "Doğu'dan ikinci eş alalım"  önerisinde bulundu.

(Abi bizim ülke baştaki ekâbire rağmen gene iyi gelmiş bugünlere.)


Sivas ve Başbağlar Katliamları  anıldı.
[Sivas Katliamı:  2 Temmuz 1993
 Başbağlar Katliamı:  5 Temmuz 1993'te,  Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar Köyü'nde PKK tarafından 33 sivilin öldürülüp köyün ateşe verildiği katliam.   Artan PKK saldırıları sonrası, 24 Mayıs 1993'te PKK pususunda hayatını kaybeden silahsız 33 askerin ardından yine silahsız olarak 33 sivilin katledilmesi, kamuoyunda büyük bir kırılmaya neden olmuş,  PKK'ya karşı askeri harekat başlatılmıştı.]



Orduda Natocu-Avrasyacı çekişmesi
Son zamanlarda tekrar gündeme gelen bir durum.
Bir NATO ülkesinin ordusunda yaşananan çekişme. Bu ordunun 98 yılında göreve gelen Genelkurmay başkanı, 4 sene süren görev süresi boyunca bir kez olsun Amerika'ya gitmemiştir. Gitmediği gibi görevinin son senesinde Rus Genelkurmay Başkanı'nı, kendi ülkesinin önemli bir pozisyonda bulunan bir siyasetçisi Amerika'yı ziyaret ettiği gün misafir etmiştir. Amerika'nın bu ülkede bir truva atı gibi kullandığı derin askeri mekanizmayı Natocuların elinden alıp Avrasyacıların eline geçmesini sağlayan da bu komutandır. Bu ülkedeki son dönemde yaşanan bir grup general-askerin tasfiyesi Amerika'nın desteği ile sağlanmaktadır. Ülkenin halihazırdaki yönetimi, Amerika ile bu derin mekanizmayı tasfiye etme konusunda pazarlık yapmıştır. Pazarlıkta "Aman Avrasyacılar bir şekilde gitsin de nasıl giderse gitsin" aceleciliğinde olan Amerika'ya, bu ülkenin yönetimi derin mekanizmadan ve ordudan Avrasyacıları tasfiye ettikten sonra, Amerikalıları da istemediğini söylemiş ve bunu onlara kabul ettirmiştir. Yani bundan böyle ilgili ülkenin ordusunda tasfiye hareketi tamamlandığında ne Avrasyacı ne de Natocu kalacaktır. Derin mekanizma her ikisinden de temizlenecektir. Öncelik şu anda Avrasyacıların tasfiyesine verilmiştir. Amerika kendi adamlarının bu tasfiye sürecinde burnunun sürtülmemesi karşılığında buna razı olmuştur. Çünkü Amerika'ya göre derin mekanizmanın kendi kontrolü dışında, Rusya-Çin-İran ittifakı yanlısı Avrasyacı ekibin elinde olması, derin mekanizmanın kendi elinde olmaması ya da o ülkenin kendisine ait olması seçeneklerinden çok daha kötüdür ve kabul edilemezdir.

Bu ülkede kimin hangi ekipten olduğunu bilmeden yapılan analizlerin çoğu da hatalıdır.
(kulliyyen yalan  -  29.07.2010, Ek$i Sözlük)



"PKK da devlet de beni dinlemiyor" diye sitem eden Abdullah Öcalan, "Devlete sesleniyorum. Bu sorunu çözeceksen çöz, imha edeceksen et! PKK'ya da sesleniyorum. Devrim yapacaksan yap, teslim olacaksan da ol!  Artık bu işi uzatmanın manası yok, artık toplum bu çözümsüzlüğü,  oyalamayı kaldırmıyor."



İsa  ve  Şekilci Din Adamları

.

Kritik anlarda, turnusol kağıdı gibi tuhaf bir yol gösterici olabilen biri İsa Mesih. Bunu birkaç kez deneyimledim. Sonuncusu dün ilerleyen saatlerde oldu.

...

Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle bir şey okumuştum  Matta İncil'inde:

Kral İsa, "Yargılama günü" de denen "koyunlar ile keçilerin birbirinden ayrıldığı Büyük gün"  ile ilgili  şuna benzer bir şey diyordu:

_O gün bazıları bana gelip,  "yüce İsa bu neden böyle oldu? Biz senin isminle çok büyük işler yapmamış mıydık, veyahutta senin adını hep yüceltmemiş miydik? Peki bugün yazgımız niye böyle oldu?"  diye soracak.
İsa da:  _Çekilin ey ikiyüzlüler!
(Buradaki vurgu bana mı ait yoksa?) Ancak gökteki Babamın iradesini yapan, kurtuluş ancak onlaradır... gibi bir cevap veriyor.

Yani kirli sisteme enjekte olmuş din adamları ile, gösteriş dindarlarına olan hükmünü bildiriyor. (Bu anlatıda kibire de bir gönderme var bence.)


Şimdi son zamanlarda ülkemizde bazı misyoner gruplar türedi biliyorsunuz.  İsa'ya Tanrı der, manevi Baba'lardan bahseder, Ruh'un yüceliğinden bahsedip milliyetçiliği eleştirip Araplara küfreder filan... Yıldız Tilbe'ye, arabesk kültürüne çemkirenleri de gördüm (aynı Fazıl Say misali)...

Bunlardan "Katolik" olduğunu söyleyen biriyle karşılaştım mesela (ksanthos). Bu insanların gerçek yüzünü anlayabileceğiniz en kolay yöntem,  toplumun ezilen / hor görülen / dışlanan / savunmasız kesimlerine olan yaklaşımlarını (mümkünse tenhada) gözlemlemektir. Bugün teknolojinin sunduğu bilimum imkanla bunu hayata geçirmek umduğunuzdan daha da kolaylaşabiliyor.

...

Normalde blogumda dinlerle ilgili konulardan veya kişisel mevzulardan pek bahsetmiyorum, ama bunu yazmak istedim. Yazımı, Ek$i Sözlük'te "Din" başlığına yazmış olduğum bir entry ile sonlandırıyorum.

DİN:   Bütün zamanlarda  ve  insanın yaşadığı her toprakta bir şekilde var olan,  gerçekte ne oldukları hakkında pek bir şey bilmediğimiz,  toplumsal ritüeller ile bize anlatılanlar arasına sıkışmış şey.  Tanrı'dan daha çok yüceltilen  ve  daha çok tartışılan oluşumlar.


26 Temmuz 2010 Pazartesi

Gündem  (Temmuz 2010)

.
Heron rezaleti
Bugün  gazetesi  bir bomba patlattı:
Bir üsteğmenin mevcut bir PKK birliğini korumak için komutanını arayarak, ilgili birliği gözetleyen -insansız hava gözetleme aracı- Heron'un düşürülmesini istediği ve olayın geçmişte MİT tarafından ortaya konduğu.  "Yarbayım çok PKK'lı vuruyor. Ya Heronları düşürün ya da koordinatlarını değiştirin!" şeklindeki astın üstüne emir verdiği bu iddiaya karşı günlerce süren sessizliğin ardından Savunma Bakanlığı'nın ertesinde TSK adına Genelkurmay Başkanlığı da söylenenleri doğruladı  (bkz).
Ve konu ile ilgili yargılamanın sürdüğünü belirtti.

Meğerse bu söz konusu yargılama  yaklaşık 3 senedir devam ediyormuş ve suçlanan kişiler hala görev başında imiş. Hatta terfi ettikleri bile söyleniyor. Bu tablodan sonra herhangi bir yoruma gerek var mı bilemiyorum.

Son dakika:  İşte ihanetin ses kaydı dökümü   (Yedek kaynak)
Muhtemelen silinir diye birkaç tane daha:
Milli Gazete link  ve bu da  fikriyet'ten  Taraf haberine detaylı eleştiri yazısı.




Başbuğ konuşuyor
Orgeneral İlker Başbuğ, emekliliğine çok az bir zaman kala, Genelkurmay Karargahı'nda Uğur Dündar aracılığıyla birbirinden çarpıcı açıklamalarda bulunuyor. DTP/BDP milletvekillerine dağ yolunu gösteren Genelkurmay Başkanı, "Ya ayrıl milletvekilliğinden dağa mı gidiyorsun nereye gideceksen git, veya anayasaya verdiğin yeminin gereğini yerine getir"  diye çıkıştı.  "Sözün bittiği yerdeyiz"  cümlesi ile bombayı patlatan Başbuğ,  "Irak'ın kuzeyindeki PKK varlığının, önümüzdeki süreçte Türkiye-Irak ilişkileri kadar Türkiye-ABD ilişkilerini de olumsuz olarak etkileyeceğini"  dile getirdi.

"İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın Polis tarafından malum gazeteye (Taraf'a) servis edildiğini"  belirten Başbuğ,  siyasiler arasında son günlerde süren siper polemiği üzerine de şunları söyledi:
Sayın Başbakan aslında  "Keşke diğer parti başkanlarımız da bölgeye gitse" diye kendileri söyledi. Sonra bir vesileyle Sayın Kılıçdaroğlu ile karşılaştık. Arzu ederlerse kendilerini de bölgeye götürebileceğimizi söyledik... Bir mesaj vermem gerekirse artık bu tartışmaya son verilsin.)


"TSK'dan ayrılan 50 subayın, PKK yönetim kadrosunu ele geçirdiği; açılım süreci başladıktan sonra kaos için eylemlere hız verdikleri" yönündeki iddialara sert tepki verip, ertesinde faili meçhul cinayetler sanığı JİTEMci Albay Cemal Temizöz'ü kucakladı kendisi... Ayrıca profesyonel orduya karşıymış.  Bir de "Türk kanı yokmuş TSK ile PKK arasında bağ kuranda".
(Tabi bu açıklamaları akla derhal  Uğur Mumcu'yu  getirdi.)

"Matematiksel olarak baktığımızda, 26 yılda güvenlik kuvvetlerimiz 5 defa PKK terör örgütünü bitirmiştir"  diyen Başbuğ  (artık o nasıl oluyorsa);  PKK'nın şanslı bir örgüt olduğunu kaydetti.
Başbuğ:  "Mehmetçiğin yerini hiçbir şeyle dolduramayız. Dünyanın neresinde askere davulla zurnayla gönderilen var? Bu sistemle oynarsanız, orduyla millet arasındaki bağ kopar."

Söyledikleri arasında özellikle bir ifade dikkatimi çekti:
"Sözde ateşkes süreci"
(Her şeyi "sözde" olmuş bir toplumda, ülkede, tepelerde...  Çene ishalinin bu çürümedeki rolünü anlayıp kabul etmeden bu labirentten çıkılamaz.)




Geçtiğimiz Haziran ayının son günlerinde, Hatay Amanos dağlarında kekik toplayan köylüleri, askerlerin terörist sanıp ateş açması gibi trajikomik bir olay gerçekleşmişti. 70'lik dedeleri PKK'lı sanan/yapan bu anlayışa karşı Sayın Başbuğ,  "Üzüntü verici talihsiz bir olay"  demekle yetindi.


İlker Başbuğ'un BDP'lilere yönelik "Dağa gitsinler"  sözlerine tepki gösteren BDP lideri Selahattin Demirtaş, "Bu ülkeye iki başbakan fazla. Başbuğ ya istifa etsin ya da görevden alınsın"  diye tepki gösterdi.



Heron rezaleti dahil pek çok konuda görmez-duymaz-konuşmaz olan merkezi medya, konu Genelkurmay Başkanı'nın değerli açıklamaları olduğunda bunları büyük bir iştah ve ehemmiyetle bizlerle paylaşmaya devam ediyor. Medyanın Heron suskunluğu hakkında Ahmet Altan'ın iki dikkat çekici makalesi oldu:

Ülke içindeki zıtlaşma,  çatışma,  hizipleşme ve bölünmeler artık o kadar kör gözüm parmağına raddesine ulaştı ki  bazı sözlük yazarları şöyle yazdı:
"terör olaylarında arka planda nelerin döndüğünü gösteren haber,  medyada pek yankı bulmamıştır.  bizim sözlük yazarları da pek ilgi göstermemişe benziyor. gerekli gereksiz her konuda yorum yapan,  yeri geldiğinde en küçük bir yanlışta akp'ye giydiren sevgli yazarlar yine susmayı tercih etmiştir.
nelere sessiz kalıyoruz,  neleri göz ardı ediyoruz beyler.
ne zaman kendimize gelip yıllardır bize yutturulan şeylerin hesabını soracağız? nasıl bir gençlik olduk biz?"
(yalansa soyle - 17.07.2010, Ek$i Sözlük)

"bu terör 26 yıl boyunca bitmediyse,  tek nedeni bitirmek istemeyen şerefsizlerdir.  bu şerefsizler pkk'ya silah da satar, çembere alınanları serbest de bırakır,  üzerlerine salınan heronları da düşürür."  (ovayolu - 19.07.2010, Ek$i Sözlük)




Dursun Çiçek olayında 180 derecelik dönüş
Genelkurmay Askerî Savcılığı'nın hazırladığı iddianameye göre,  İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın  tek suçlusu  Albay Dursun Çiçek.   53 sayfalık iddianameye göre:
Söz konusu belgeyi Dursun Çiçek, amirlerinin emri olmadan tek başına ve amiralliğe terfi ettirilmemiş olmayı hazmedemediği için hazırlayıp basına sızdırdı.

Taraf'a konuşan kızı İrem Çiçek,  babasının üstlerine karşı her zaman itaatkar olduğunu söyledi. ABD'de yaşayan oğlu Deniz Çiçek de ANKA'ya:  "İddianameyi ciddiye alırsak iki seçenek kalıyor. Dursun Çiçek ya belgeyi postayla savcılara gönderen meçhul ihbarcı subay; ya da İlker Başbuğ'un bahsettiği, belgeyi Taraf gazetesine sızdıran polis. Bu sorunun cevabını size bırakıyorum"  açıklamasını yaptı.

Zamanında "Dursun Çiçek'in tereddütsüz arkasındayız" diyen kuvvet komutanları (Org. Hasan Iğsız) açıklamalarından bugüne... Nerden nereye. (bkz)



Balyoz'da yakalama emri
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi,  Balyoz Planı Davası kapsamında, (resimde soldan sağa) eski kuvvet komutanları Oramiral Özden Örnek, Orgeneral İbrahim Fırtına  ve  1.Ordu eski komutanı Çetin Doğan'ın aralarında olduğu  102 sanık hakkında  yakalama emri  çıkardı.  Davanın ilk duruşması  16 Aralık 2010 tarihinde  Silivri Cezaevi'nde yapılacak.

[ Balyoz Darbe Planı nedir?
2003 yılında hükümeti devirmek için hazırlandığı iddia ediliyor. Hazırlık, harekât ortamının şekillendirilmesi, icra ve yeniden yapılanma gibi dört aşamada "darbe zemini" hazırlamayı hedefleyen Balyoz Güvenlik Harekat Planı, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesini model alıyor ve camileri bombalama, Ege'de it dalaşı sırasında bir Türk Jeti'nin düşürülmesi ("Mümkünse bir uçağımızın Yunan Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi sağlanacak, bu gerçekleşmediği takdirde özel filo personelinden bir pilotun uygun zaman ve yerde atış yapması suretiyle kendi uçağımızın düşürülmesi sağlanacaktır")  gibi çeşitli gergin provokasyon maddelerini içeriyor.

İrtica ile Mücadele Eylem Planı, ilkin Haziran 2009'da gündeme gelmişti. Balyoz'a ise bu ayın Şubat gündeminde değinmiştim. ]

Yargının Balyoz Sınavı
Balyozcular  ve  bunları koruyup kollama görevi edinenlerin yargı karşısındaki direnişi, Türkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktasıdır.  Türkiye yargısı bu sınavı verip  Balyozcuları hak ettikleri şekilde cezalandırabilirse eğer,  Türkiye'de bir dönem kapanır.  Bu kapanan döneme ister Ergenekon deyin,  ister darbeciler deyin  ister Balyozcular deyin  ister asker vesayeti deyin...  Sonuçta halk için, demokratik cumhuriyet için iyi bir gelişme olacaktır.
(ozkulas  -  23 Temmuz 2010, Radikal Online)

Ve sıcak gelişme:  Çetin Doğan havaalanında gözaltına alındı!





Sansüre tepki .
17 Temmuz Cumartesi günü Taksim'de bir etkinlik gerçekleştirildi: İnternet üzerine gittikçe yoğunlaşan baskılara tepki olarak  Sansüre karşı yürüyüş. Takip eden Pazartesi günü ise Muhabbet Kralı programında (Kanal D) nâm-ı diğer "ssg" Sedat Kapanoğlu,  Ek$i Sözlük'ün avukatı Başak Purut, sansüresansür hareketinden bir bayan,  Bobiler.org'dan bu yürüyüşün başlatılmasında katkısı olan Ozan Tüzün ve diğerleri Okan Bayülgen'in konuğuydu.

Program linklerini şöyle verebilirim:
(1) (2) (3) (4) (5) (6) (7) -(8) (9) (10)- (11) (12) (13) (14)
(8, 9 ve 10:  Banu Kaya  tel.)


2018  Edit:   Maalesef bu muhteşem video serisinin her biri  YouTube'dan copyright  gerekçesi ile silinmiş ve yenisi de yüklenmemiş!  Bahsettiğim programa dair en ufak bir şey bulamadığım gibi,  Banu Kaya  da artık sadece bir Ekşi Sözlük başlığında kalmış.  Yani yayına bağlanıp ne dediğini ne yaptığını artık bilemeyeceğiz.
Evet,  2010 Temmuz'undaki bu yayına dair en ufak bir paylaşım yok.  Ancak yaklaşık bir sene kadar sonra  ssg  tekrar Muhabbet Kralı'nın konuğu olmuş.  Oradan iki link bulabildim,  benim izlediğim yayın bu değildi ama idare ediverin.  Belki bu dönemin sansür anlayışına ufak da olsa ışık tutabilir.
ssg konuşuyor1
ssg konuşuyor2



RTE ağladı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP grubunda yaptığı konuşmada, 12 Eylül 2010'da yapılacak referanduma neden 'evet' denmesi gerektiğini anlatırken, 12 Eylül döneminde genç yaşta öldürülen dört ismi andı. Sağcı, solcu ve İslamcı olarak adlandırılan gruplara mensup bu dört isim Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren ve Hüseyin Kurumahmutoğlu idi. Konuşmasında Necdet Adalı için şair Nevzat Çelik'in yazdığı, Ahmet Kaya'nın şarkı yaptığı Şafak Türküsü'nü okuyan Başbakan Erdoğan, bu dört gencin hikâyelerini anlatıp hapisten ailelerine yazdıkları mektuplardan örnekler okurken gözyaşlarını tutamadı. RTE, "Bir daha 12 Eylüller yaşanmasın diye onunla hesaplaşmamız lazım. Geçmişin yanlışlarıyla yüzleşmeden daha aydınlık bir gelecek kuramayız"  dedi.

Ve yine bir sözlük alıntısı:
Popülizmin en başarılı şeklini yapan adam. Kılıçdaroğlu saçma sapan "çömelirim çömelmem" muhabbetlerine girdiğinde, "Ama seçmen böyle oy veriyo işte ne yapacaksın" diyorsunuz ama popülizmin işe yarayacak olanı var,  yaramayacak olanı var.
Tayyip Erdoğan ne istiyor?  Referandumdan 'evet' çıkmasını. Dolayısıyla bundan sonraki konuşmaları ve manevraları,  "Yeni anayasaya Hayır demek  12 Eylül 1980  Anayasası'na Evet demektir"  üzerine kurulacak.  Ve dolayısıyla 12 Eylül'ün ne kadar kötü ve insanlık dışı bir şey olduğunu iyice milletin gözüne sokacak ki,  "Hayır" diyecekler kendilerini 12 Eylül destekçisi gibi hissetsinler.
12 Eylül kendi grubunun işine yaramış bir adam;  o vakitlerdeki "Allahsız komaniz"leri,  düşmanlarını,  "saygıyla anarak"  ve mektuplarını okuyup hüngür hüngür ağlayarak prim yapıyor; insanların duygularına oynuyor.
(silencer  -  20.07.2010, Ek$i Sözlük)




Pitbull yasaklandı
Hayvan hakları yasası yürürlüğe girdi. Pitbull gibi tehlikeli hayvanların üretimini ve satışını engelleyen yasa, 16 yaşından küçüklere hayvan sahibi olma hakkı vermezken tüm evcil hayvanlara da mikroçip takılmasını öngörüyor.
Yanda Pitbull cinsi bir köpek var. Masum bir fotoyu burada yeğledim, zira köpeklerden nefret ediyorum bildiğiniz gibi.



Siyah çiftin  beyaz çocuğu
İngiltere'de,  Nijerya asıllı siyahi bir ana-babanın beyaz (hatta bembayaz) tenli, sarı saçlı ve mavi gözlü bir kız çocukları oldu.

Yeni doğan bebeklerine Nmachi ("Tanrı'nın güzeli")  adını vermişler.





Başbuğ'un oğlu  PKK sanığı ile
Bir başka ilginç haber de Habervaktim'den geldi. Nisan 2009'da İstanbul'da PKK terör örgütüne yönelik yapılan operasyonlarda, Burhan kod adlı Hasan Lala'nın evinde yapılan aramalarda, ruhsatsız silahların yanı sıra çok sayıda örgütsel doküman ve bazı asker çocukları ile fotoğrafları ele geçirilmiş... Bu haberin ayrıntısında askerlik, torpilli askerlik ve benzeri ile ilgili şeyler bulabilirsiniz:  (bkz)

Ancak ben başka bir şeylerden bahsetmek istiyorum şu an.

Murat Başbuğ yakışıklı çocuk,  bence Başbuğlara dair en güzel şey...  Sabancı Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mezunu imiş kendisi.  Genelkurmay Başkanlığı,  Murat Başbuğ ile ilgili yaptığı basın açıklamasında  (pek çok askeri konuda derin bir sessizliği  veya  gecikmeli açıklamaları yeğleyen Genelkurmay,  bu konu hakkında ivedilikle bir basın açıklaması yayınladı ve) fotonun  "3 yıl önce bir arkadaş ortamında çekilmiş olduğunu"  söyledi.  Gerçi 1 değil pek çok fotoğrafları varmış bu çiftin,  farklı zamanlarda farklı mekanlarda çekilmiş.  (Ama yazık ki diğerlerinde tipsiz çıkmış oğul Başbuğ.)  (bkz)
"Hasan Lala ile çektirdikleri fotoğrafla eş dost muhabbetinin de epey konusu oldu. Arkadaşlarla ortak kararımız şu ki gayet ikisi de hoş yani."
(linuswithnoblankets - 23.07.2010, Ek$i Sözlük)



-Diğer Haberler-

-Fazıl Say:  "Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum."

-Geçen yılın (2009) Gıda denetim raporlarına göre, üreticilerin ambalaja çok önem verdiği,  gıdanın içeriği konusunda ise hassas davranmadığı ortaya çıktı. (bkz)

Pekmez, bal, tavuk eti, kırmızı toz biber, pul biber ve incir ezmesi en fazla olumsuzluk tespit edilen ürünler arasında yer alıyor.  Özellikle aflatoksin, yani kısaca küf zehirleri,  Türk pazarındaki ürünlerde ciddi ve önemli bir sorun.
1. derece kanser etmeni. Sağlık adına sadece sigaraya yüklenenlerin ikiyüzlülüğünün sembolü.


Bu ayki başka gelişmeler için devamı:  Temmuz 2010-II

.

18 Temmuz 2010 Pazar

Etyen Mahçupyan'ın  gözünden  Yüksek Yargı



Etyen Mahçupyan  son dönemde yüksek yargı, adalet ve hukuk üzerinde sistematik olarak durmaya başladı.  Söyledikleri ilgimi çekti, dikkate değer... İki yazısından kesikli bölümler aktarıyorum bugün:


«Anlaşılan yüksek yargı kurumları kendilerini sadece yürütmeden değil,  toplumdan da bağımsız sanıyor.  Çünkü meşruiyet diye bir dertleri yok. Nasıl algılandıkları konusu onları rahatsız etmiyor. Toplum ne yönde tercih ve taleplere sahip olursa olsun, adalet'in  üst yargı kurullarında oturan yargıçlar tarafından tanımlanması gerektiğini düşünüyorlar. Yani sadece hukuk fakültesine gitmiş olmak ve diğer yargı mensupları tarafından beğenilmiş olmak,  adalet üzerinde ideolojik vesayet kurmayı mübah kılıyor. Üstelik bu kariyer mantığı  açıkça savunuluyor.  Gerekçeleri ise  yargı bağımsızlığı.
...
Kısacası karşımızda tarafsız olmadığı için adalet işlevini yapamayan, bağımsızlaştıkça daha da ideolojikleşen ve bu konumunu doğal bir imtiyaz olarak korumak istediği ölçüde meşruiyetini yitiren bir yargı var.
... Herhalde dünyanın artık hiçbir yerinde faşizmi savunan ve buna ille de demokrasi denmesini isteyen kurumlar kalmadı. Ama bizde var. Biz demokrasinin ne olduğunu yeni öğreniyor ve Cumhuriyet'in niçin demokrasi üretmediğini yeni anlıyoruz.»
(Demokrasi Öncesi.  07.04.2010, Taraf)

«Herkesin bildiği gibi devletler güç ilişkileri içinde doğarlar ve adalet açısından bakıldığında, salt bu nedenden ötürü bile gayrı meşrudurlar. Açıktır ki güçlünün güçsüzleri elimine ederek kurduğu bir devlet, adaleti temel aldığımızda meşru olamaz. Dolayısıyla devletlerin 'toplumların nasıl yönetileceğine ilişkin' olarak ürettikleri bir format olan 'rejimler' de hiçbir zaman ve hiçbir yerde ideal anlamıyla hukuka uygun değildir.

Her rejim kendi hukukunu geliştirirken, doğal olarak rejimin bekasını da garanti altına almaya çalışır.  Öte yandan her rejim zaten belirli bir güç odağı tarafından kurulmuş  veya dengeler belirli bir güç odağını egemen kılmıştır. Bu nedenle rejimin bekası aslında egemen zümrenin bu imtiyazını sürdürmesini ifade eder. Ancak egemenlerin hemen her zaman bir azınlık olduğunu dikkate alırsak,  bu durumu açıkça taşımaları zordur. Unutmamak gerek ki her rejim kendi hukukunu yaratmakla birlikte, söz konusu hukukun 'evrensel' hukuka uygunluğunu iddia etmek zorundadır. Aksi halde o rejimin bir tür diktatörlük olduğu ortaya çıkar ve dünya konjonktürünün demokrasiye meylettiği dönemlerde bu yükü taşımak hem zorlaşır hem de riskli hale gelir.
...
Adalet sağlamadığı halde 'hukuki' görünmek zorunda olan rejimlerin bu sorunlarını çözmelerinin bir yolu, Türkiye'de yaşayan herkesin bildiği üzere, 'evrensel' gözüken kurum ve süreçlerin benimsenmesi, ancak bunların rejimi pekiştirecek biçimlerde kullanılmasıdır.  Böylece kâğıt üzerinde bütün 'çağdaş' kurumlara sahip olursunuz ama bunların işlevi tahakküm sisteminin yeniden üretilmesini sağlamaktır. Bu göstermelik 'çağdaşlığı' desteklemek ve ona zemin kazandırmak açısından sıkça kullanılan ikinci bir yol ise, rejimi olabildiğince ilahi nitelikteki bir ideolojinin uzantısı olarak sunmaktır. Açıktır ki bir rejimin uygulamadaki adaletsizliklerine itiraz etmek epeyce kolaydır. Oysa kutsallaştırılmış bir ideolojinin toplum tasavvuruna itiraz etmek son derece zordur. Bu toplum tasavvuru adaletsizliği sistemleştirmiş bile olsa, mağdurların adalet aramalarının maliyeti o denli yüksektir ki insanlar adaletsizliğe razı olur. Söz konusu maliyet, basit şekilde ifade edilirse vatandaşlığın kaybıdır... (Çok uzun tutmamak için bu bölümü de atlıyorum.)
...
Gayrımüslimleri 'yabancı' ilan eden, Alevilere inançlarını, Kürtlere dillerini serbest yaşama imkânı tanımayan yüksek yargı, egemen zümrenin imtiyazlarını zorlayan ideolojik taleplerde daha da 'cesurdur'. Başörtüsünü yasaklamak ve cumhurbaşkanı seçimini yaptırmamak için yapılanlar, hukuka evrensellik ve adalet atfeden herkes için son derece küçültücü olmuş ama yargı mensupları bundan muzdarip gözükmemiştir. Çünkü onlar bu rejimin yargıçlarıdır... Hukuka bağlılıkları ancak rejimin belirlediği hukuk çerçevesinde anlamlıdır. Adalet kaygısı ise rejimin korunması zorunluluğunun altında çoktan ezilip gitmiştir.

Karşımızda bitmiş, tükenmiş bir sistem var. Meşruiyeti rejimin ideolojisinde aradığı ölçüde hem toplumsal hem de evrensel anlamıyla hukuksal meşruiyetini yitiren bir yargı mekanizmasına sahibiz. Ama bunun sorumluluğunu şu anda 'işlerini' yapmakta olan savcı ve yargıçlara yüklemek de haksızlık olur. Onlar zaten bu 'işi' yapmak üzere o konuma geldiler ve 'işverenin' istediği gibi de çalışıyorlar.  Sorun bu 'şirketin' daha baştan otoriter zihniyet, dolayısıyla da otoriter bir hukuk algısı üzerine inşa edilmiş olmasından kaynaklanıyor... Bu ülkede 'hukuk' her zaman rejimin 'teveccühüne' muhtaç kaldı. Olgunlaşamadı, ergenliğine bile ulaşamadı... Dolayısıyla bu ülkede hukuk hiçbir zaman toplum nezdinde meşru olamadı.»
(Yüksek Yargı.  16.06.2010, Taraf)


11 Temmuz 2010 Pazar

Gündem  (Haziran 2010)-II

(Geçen aydan arta kalan pek çok gündem maddesi olduğunu fark ettim ve eksikleri not düşeyim derken... Pek çok sözlük yazarı ve internet yorumcusunun görüşleriyle yazı gittikçe zenginleşti. Ve belki önümüzdeki günlerde yeni başlıklarla devam edecek.)


Başbakan Erdoğan, 19 Haziran'da PKK baskınına uğrayarak kanlı çatışma haberlerinin geldiği, 11 şehit verilen Hakkari Gediktepe Sınır Karakolu'na Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile beraber sıcağı sıcağına bir ziyarette bulundu.   (21 Haziran 2010)

Ve ertesinde, ilk başta bazı emekli askerler, hemen ertesinde de Kemal Kılıçdaroğlu tarafından "siper polemiği"  başlatıldı.

Deniz Baykal'ın istifası ertesinde Mayıs ayında yapılan CHP Kurultayı'nda Genel Başkan seçilen Kemal Kılıçdaroğlu, aktif siyasete ve liderliğe alışmaya çalışıyor. Kendisine (dış görünüşü nedeniyle) Gandi Kemal  de denilen Kılıçdaroğlu, eski bir bürokrat olarak  güdümlü liderliğin  ve  acemiliğin  zorluklarını yaşıyor.
"Siperde oturmam/çömelmem" diyerek ayaktaki bu dik duruşuyla terörü çözecek sanırım.    (2 Temmuz 2010)


"O çömeldi ama ben çömelmem gerginliği" olarak da adlandırılabilecek bu siper şovunu karikatürize eden mizahi bir çalışma.
(Penguen'in 406 nolu Temmuz sayısı kapağı)

(Önümüzdeki günlerde Sözlükler ve gazete sitelerinden çeşitli yazarların, Kılıçdaroğlu ile ilgili çeşitli yorumlarını yayınlamayı düşünüyorum.)



Kamer Genç  yine her zamanki mizahi üslubuyla, Uğur Dündar'a bir göndermede/iltifatta bulundu. (Kemal bey'in dosya şovları üzerine yapılmış Uğur Dündar moderatörlü star programlarını kast ediyor.)  Mayıs'tan kalan bu haber daha da konuşulacağa benzer.

"Kemal Bey'in kamuoyuna tanıtılmasında ve genel başkan seçilmesinde Uğur Dündar'ın çok büyük katkısı olduğundan dolayı kendisini tebrik ediyorum. Keşke bizim arkamızda da böyle bir süperstar olsaydı. Genel başkan olmuşcasına sevinmesini tavsiye ederim kendisine."
(Video)




İlhan Selçuk  son yolculuğuna uğurlandı.
Ergenekon Soruşturması sırasında göz altına alınması ile bir anda Merkez medya tarafından keşfedilmiş ve duayenliğe terfi ettirilmiş ulusalcı bir yazardı.


Tek cümle ile:
Tam bir  Aşk-ı Memnu çılgınlığı!  yaşandı.
(Ve "Behlül kaçar!")





YouTube  ve  Google yasakları  ile  "sansür"  yine baş tacı.

Hangi parti veya hangi ideoloji başa geçerse geçsin;  SANSÜR  yurdumuzda saltanatını kaybetmeyen bir odak.  Bu konuyla ilgili bir kaç not daha düşeceğim önümüzdeki günlerde.  Şimdilik şunlar var:

Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi,  Youtube'a ulaşmayı sağlayan 44 IP adresine erişimin engellenmesi kararına yapılan itirazı, "Site kanuna aykırı" diyerek reddetmiş.

Radikal internet sitesinden  Onur Cobanoglu  adlı kullanıcının yorumu:

"AKP iktidarı, köhnemiş devleti (bürokrasi) tasfiye ederek, solcusundan sağcısına herkesin Türkiye için daha elverişli koşulları getireceğinde hemfikir olduğu 'liberal demokrasi'yi (burjuva demokrasisi) kökleştirecek bir kuvvet midir, bu yöndeki potansiyeli nedir, çok tartışıldı. YÖK, Emniyet, merkezi hükumetin belediyelere (yerel yönetim) muamelesi, şimdi de Telekomünikasyon kontrolü, tahminlerimizi sınamak için bize yeterince gözlem sağladı diye düşünüyorum.  TTB, internet yasakları, dinlemeler, tam bir hidrolik despotizm örneğidir. Tek vanadan bütün iletişim ve haberleşme olanaklarını denetleme!  Bu arada bütün dünyada internet yasaklarıyla meşhur ülkelerin köklü Asya toplumları olmaları da bana göre bir tesadüf değil. Herkes için değerli dersler var burada (tabii önemli olan tarih ve toplumu anlamak değil de ideolojik yönlendirme ve dezenformasyonla para kazanmaksa değerli değil)."

Konu hakkında görüşü sorulan  Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Tansel Çölaşan  ise şöyle diyor:

"Bizim için Atatürk bir demokrasi ve kadın özgürleşmesi sembolüdür. Bu ona saygı ile ilgilidir.  Ben mahkemenin verdiği karardan rahatsız değilim."

"For us Ataturk is a symbol of democracy and women's emancipation. This is about respect for him. I am not bothered by the impact of the court decision."    (Turkey goes into battle with Google,  BBC News)



Ali Nesin, Haziran ayı içerisinde NTV'de Mirgün Cabas ile Hakkı Devrim ikilisinin Günlerin Getirdiği adlı tv programına, ve ertesinde HaberTürk'te Balçiçek Pamir'e konuk oldu. TÜBİTAK'ın ne denli sığ ve kompleksli bir takım bilim adamlarınca yönetildiğini dillendirdi.

Bir de TÜBİTAK Başkanı sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş'e açık mektubu var kendisinin... Birkaç gün sonra buna da değinicem ama...  Mart 2009'da TÜBİTAK hakkında ses getiren bir olaya değinmiştim, olaylı Darwin kapağı sebebiyle... Kurumun baş yöneticisi olan kişilerle ilgili eleştiriler halen devam etmekte.



Tüm Haziran gündemi için tıklayınız:

8 Temmuz 2010 Perşembe

Olağan savaşlar,  Aşina haller

.
Afganistan'da, maden zengini Afrika'da, Ortadoğu'da ve Filistin'de ve  güney sınırımızda yaşanan olağan savaşlar devam ediyor.
"Olağan" demek, aslında ne tuhaf, ne çaresizlik! Ama yıllardır süregelen bu bölgelerdeki savaşlar maalesef  "olağan"  oldu artık.
Bazı haberleri okuyunca yine karamsarlığa kapılıyorum.

Böyle bir dünyada insanların, arkadaşlarımın, milletimin ve hemcinslerimin bu kadar evlenip çoluk çocuk sahibi olma konusundaki isteklerini anlayamıyorum sadece...
Hani biliyorum, İslam dinindeki "Ölücez ve başka bir dünyada bahşedilmişlikler içinde bla bla..." inanışı, kaderci ve pasifleştirici rol oynayarak Dünya olaylarına hep mesafeli ve ilgisiz olmayı getiriyor ama... İçinde olduğumuz Ortadoğu'nun hali ortada. Dünya'nın hali ve doğanın hali ortada.

Çok teknolojik olduk, çok modernleştik, yediklerimiz bile genetiği değiştirilmiş şeyler (yani GDO) artık ama... Sonuçta ilkel insan toplulukları gibi hala durmadan savaşıp sevişip kesip biçip duruyoruz  ve  hâlâ kan ve gözyaşı var.
Bencillik, açgözlülük ve yalanlar ise insanoğlunun var oluşundan beri saltanatını sürdürmeye devam ediyor.


Gündem (Kasım 2009)-3  yazımdan alıntıdır.
.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

 Mikrobiyolojide genel tanımlar

Blogumda nadiren de olsa,  bilimsel konular hakkında da bir şeyler yazmaya çalışıyorum.  Genel kültür ve Mikrobiyoloji alanında sıklıkla karşılaştığım bazı kavram ve terimler var,  bunları not düşmek istedim bugün.

Temel derslerden biri olan Mikrobiyoloji'nin ilk konularında görülen birkaç bilgi haricinde,  ikide birde karşınıza çıkan  log fazı (log phase),  lag fazı (lag phase)  ibarelerinin ne olduğunu tam olarak bilen pek yoktur.  in vivo,  in vitro da böyle ibarelerdir mesela...  Sanki herkes ne olduklarını çok iyi biliyormuş gibi  "in vitro çalışmalarda görülmüştür ki"   ile başlayan cümleler kurulur akademik çalışmalarda.  Bünye iyice kıllandırılır...
Bendeniz,  sonunda bazı araştırmalar yapmaya ve bu bilgileri bir arada toplamaya karar verdim.



Zamana karşı bakterilerin üssel (logaritmik) gelişimi  ve
-Bakteriyel Gelişim  (Bacterial Growth)-

         4 evre var:
A:  (lag fazı/latent dönem)
Bir bakteri topluluğu, yüksek besin bulunduran bir ortama girdiğinde, mevcut hücrelerin yeni ortama adapte olmaları gerekir ilkin. Büyümenin ilk evresi bekleme aşamasıdır. Bu yavaş büyüme döneminde hücreler yüksek besili ortama adapte olup hızla büyümeye hazırlanırlar. Bu evrede, hızla çoğalma için gerekli olan proteinler üretilmektedir ve biyosentez hızı yüksektir.

B:  (log fazı / üssel evre / logaritmik faz)
Logaritmik artış evresinde toplam bakteri sayısı hızla katlanmaya başlar ve ortamdaki besinlerden biri tükenip sınırlayıcı olana kadar devam eder.

C:  (stationary phase / durağan evre / sabit büyüme evresi)
Besinler tükenmeye başlamıştır ve mikroorganizmalarca üretilen toksik maddelerin miktarı artmaktadır. Hücreler metabolik etkinliklerini azaltır ve hücresel proteinlerini harcamaya başlar.

D:  (death phase / ölüm evresi)
Besin yetersizliği, aşırı yüklenme ve gelişim sırasında üretilmiş toksik etkili maddelerin etkisiyle hücreler ölmeye başlar.



BAZI TANIMLAR:

Halofilik bakteri/Halophilic:  Tuz sever. Yüksek tuz (Sodyum klorür-NaCl) konsantrasyonunu seven.  Gelişmesi için tuzlu ortama ihtiyaç duyan. Örneğin, deniz ürünleri kaynaklı gıda zehirlenmesine yol açabilen Vibrio parahaemolyticus, sindirim kanalında rahatsızlıklara neden olan tipik bir halofilik bakteridir.

Halotolerant:  Yüksek tuz konsantrasyonuna dayanıklı. Fazla tuzlu ortamlarda dahi canlılığını koruyabilen.

Ozmofilik/Osmophile:  Yüksek şeker konsantrasyonunu seven. Özellikle mayalar ozmofil canlılar olup, bakterilerin gelişimi için müsait olmayan düşük su aktivitesindeki şekerli ortamlarda rahatlıkla gelişebilirler. Bakteriler 0.9 aw (su aktivitesi) altında gelişemezken, ozmofilik mayalar 0.6 aw değerlerinde dahi gelişim gösterebilirler.
Ör. Saccharomyces rouxii,  şekerli gıdalarda (şekerli meyve suları ve meyve konsantreleri, şeker şurupları, bal ve reçellerde) bozulma oluşturan bir mayadır.


Psikrofilik/Psychrophile:  Serin-soğuk sever. 15 derece santigrad (15°C) altındaki sıcaklıkları seven ve bu sıcaklıklarda gelişebilen. Pseudomonas gibi mikroorganizmalar, soğukta veya buzdolabı koşullarında muhafaza edilen gıdalarda bozulmalara neden olur. Isıya karşı hassas olup klasik pastörizasyon ve hatta termizasyon işlemi ile dahi ölürler. Ne var ki salgıladıkları proteinaz (proteinleri parçalayan) ve lipaz (lipidler yani yağları parçalayan)  enzimleri ısıya karşı çok dayanıklı olup başta süt ve süt ürünleri olmak üzere önemli sorunlara sebep olabilmektedirler. Psikrofiller ile ilgili laboratuvar çalışmalarında inkübasyon sıcaklığı +7°C'dir.

Psikrotrof/Psychrotroph:  Aslen mezofil karakterli olduğu halde, psikrofil sınırlarında da gelişebilen; soğuğa dayanıklı, psikrotolerant. Yersinia enterocolitica, Listeria monocytogenes, Pseudomonas fluorescens gibi bakteriler.
Psikrotroflar ve psikrofilik bakteriler ısıya karşı dayanıksızdır. HTST pastörizasyon normlarında (72°C, 15 saniye) ve dahi termizasyon (çiğ süte uygulanan ön ısıl işlem; 60-69°C, 15 s) sırasında ölürler. Ne var ki salgıladıkları extracellular (hücre dışı) proteinaz, lipaz ve fosfolipazlar ısıya son derece dayanıklıdır. Bazı enzimleri 140°C'de 1 dakikalık ısıl işlemle dahi inaktive edilemez  ve UHT işleminden geçmiş ürünlerden izole edilebilir.


Mezofil:  Ilık sıcaklıkları seven. Mayalar, Escherichia coli ve çoğu mikroorganizma mezofil karekterlidir. Mezofiller ile ilgili çalışmalarda inkübasyon sıcaklığı  25-40°C'dir.

Termofil/Thermophile:  Yüksek sıcaklıkları (45°C üzeri) seven mikroorganizmalar. Bacillus stearothermophilus gibi termofiller ısıl işlem gören ürünlerde sorun yaratabilmektedirler. Termofilik organizmalar ile ilgili çalışmalarda inkübasyon sıcaklığı genel olarak 55-60°C'dir. Pastörize edilmiş ürünlerde vejetatif formda ve sporlarıyla hayatta kalabilirler.

Termostabil/Thermostable:  Sıcaklık değişimlerine dirençli, termotolerant. Yersinia enterocolitica,  0–44°C gibi geniş bir sıcaklık aralığında gelişebilir.



Mikroaerofilik bakteriler/Microaerophiles:  Gelişim atmosferinde çok düşük miktarda Oksijene ihtiyaç duyan. Ortamda mutlaka %5 oranında Oksijen olmalı.
Campylobacter jejuni  gibi.

Fakültatif Bakteriler/Facultative  (Facultative anaerobic microorganism): Hem oksijenli hem de oksijensiz ortamda yaşamını sürdürebilen canlılar. Oksijen varlığında aerobik solunum yaparken oksijensiz ortamlarda da yaşamaya devam ederek fermentasyona neden olurlar.
Staphylococcus (Gram pozitif), Escherichia coli (Gram negatif), Corynebacterium ve Listeria  (Gram pozitif)  gibi.



1. Obligate aerobes  (Zorunlu aeroblar)
2. Obligate anaerobes  (Zorunlu anaeroblar)
3. Facultative anaerobic organisms
4. Microaerophiles
5. Aerotolerants



-GRAM BOYAMA------

Gram-pozitif bakteriler:
Gram boyama prosedürü sonrası koyu mavi-mor arası renk alan bakteriler.
Staphylococcus,  Streptococcus, Enterococcus, Bacillus, Lactobacillus, Corynebacterium,  Clostridium, Listeria  gibi...


Gram-negatif bakteriler:
Kristal violet boyasını (crystal violet stain) tutamadıklarından, boyama sonrası pembe veya kırmızı renk alırlar.
Escherichia coli (E. coli), Salmonella, Shigella, Enterobacteriaceae, Pseudomonas,  Moraxella  gibi...


Bu farkın nedeni,  Gram-pozitiflerin hücre duvarındaki yüksek peptidoglikan miktarıdır. Ayrıca negatiflerin hücre duvarındaki dış membran tabakası pozitiflerde yoktur. Bu nedenle bu boya maddesi ile muamele edildiklerinde iki grup üyeleri farklı renk alır.  Biraz karışık gibi duruyorsa  =>  (bakınız)


Staphylococcus aureus (Gram pozitif koklar) ve Escherichia coli  (Gram negatif basiller) karışımına, Gram boyası/kristal violet uygulamasının mikroskop görüntüsü.




In vivo:  Genellikle, tam anlamıyla bir canlı organizmayı kullanarak yapılan deneylerdir.  "Canlı içinde, canlı bünyesinde" demektir. Hayvan testleri ve klinik denemeler,  in vivo araştırmaların iki formudur.

In vitro: Canlı organizma üzerinde değil, kontrollü bir çevrede gerçekleştirilen deneyler.  (Test tüpü veya Petri kutusu gibi.) Latince anlamı "cam içinde" demektir. "Hücrelerin, dokuların, organların ait oldukları organizmaların dışında yapay ortamlar içinde yetiştirilmeleri veya bulunmaları" anlamına gelir. Hücre biyolojisi incelenirken çoğu araştırma bu şekilde yürütülür;  gerekirse daha sonra  in vitro çalışmalara geçilir.



4 Temmuz 2010 Pazar

  İntihar

En esaslı terk ediş ve terk ediliş.
Bir insanın, hayattaki tek ezeli ve ebedi hazinesi olan kendi canından vazgeçişi,  egosunu tamamen yıkışı.
O ruh haline girip cesur olmayanlar ise kalıcı depresyona girip geri kalan ömürleri boyunca ölümü bekler  ya da  haplarla yaşar.

İntihar etmiş bir yakınınız varsa eğer... Karşılıksız sevgiyle bağlandığınız O'nun, sesli ve sessiz çığlıklarını duyamamış; duyduğunuzdaysa kurtarmaya muktedir olamamış Siz'den geriye, içindeki sevgi tarafı ölü geri kalanları hayatta biri kalır. Hayattaki varlığınızda O'ndan sonra yapacağınız hiç bir ukalalık sizi kurtarmaya yetmez.

Bonus olarak intihar eylemini gerçekleştirenlerin arkasından illaki mesnetsiz ve yakışıksızca konuşan birileri çıkar.
Zaman denilen değirmen içerisinde Onu tanıyanlar  "Çocuğu var mıydı?"  diye sorar,  "Evli miydi?"  diye sorar...
Hayret edilesidir.




Anna Nicole Smith


90'lara dair  en güzel şeylerden biri.  Ortaklaşılan bir sarışın:
Anna Nicole Smith.
Bugüne dek popüler olmuş diğer Playboy yıldızlarından farklı olarak, o hem etine dolgun bir kadındı hem de gerçekten güzeldi. Etkileyici bir yüzü vardı bir kere, diğerlerinden farklıydı. Fotojenikti ve ilginç (dikkat çeken)  bir hayatı oldu.
Guess marka kot reklamları ile hızla ünlenmiş; geç dönem 80'lerine ait olmasıyla, o yıllarda çocukluk-ergenlik geçişini yaşayanlar için unutulmaz olmuştur.
İlerleyen yıllarında o da Hollywood ve tesirindeki dünyada egemen olan 'Madamizm ekolü'nden ('pillow face') etkilenmiş, botoks ve türevlerinin gölgesinde ilk çıkışındaki doğal halinden uzaklaşmış, adeta plastik bir ucubeye dönüşmüştür.
Bu yazımı kendisine ithaf ediyorum.




-Çok lazımsa eğer-, gerçek adı 'Vickie Lynn Hogan'.
28 Kasım 1967'de  Texas'ta dünyaya gelmiş.
Bir ailenin tek çocuğu.
Annesi ve babası daha 2 yaşına girmeden ayrılıyor ve annesi ile akrabaları tarafından büyütülüyor. Annesi Virgie'nin başka evlilikleri oluyor filan...






















Yüksekokula devam ederken henüz 15 yaşına gelmeden okulu terk edip kendi yoluna gidiyor.
Çeşitli restoranlarda filan çalışmış,  garsonluk yapmış...
18'indeyken çalıştığı yerde tanıştığı ahçı Billy Wayne Smith ile evleniyor ve bir oğlu oluyor.  ('Oğulları' diyemiyorum maalesef, zira çocuk henüz 2 yaşına basmadan çiftler resmi olarak boşanmasa da ayrılmışlar.  Yani Anna yine kendi yoluna gitmiş.)



Gene çeşitli restoranlarda çalışmış. Bir ara egzotik dansçılığa başlamış. Konuşma ve modellik dersleri alıp yavaştan bu tarz işlere bulaşmış.

Yanda kendisine büyük şöhret kazandıran Guess marka kot reklamlarındaki ünlü pozunu görüyorsunuz.



(Resimlerin üzerine tıklatarak büyütebilirsiniz.)




























Haziran 1993'te Playboy kapak kızı oluyor. Bu çekimlerdeki diğer fotoları buraya koyamıyorum maalesef, Blogger'daki  adult (yetişkin) içeriğe girdiğinden ötürü :(

Kronolojik olarak Guess Jeans işi mi önce, yoksa Playboy mu bilemiyorum ama herhalde birbirine yakın zamanlar olsa gerek.


(Hayalim, dilediğimde bu tarz fotolar ve materyallere yer verebileceğim yeni bir site oluşturmak. Bunun için gerekli teknik bilgi ve parasal sorunlar bla bla...)
























Galiba bütün bunlar henüz olmadan, 91'de bir striptiz klübünde çalışırken; ben diyeyim 'yaşlı milyarder' siz deyin 'yaşlı kart zengin' Howard Marshall ile karşılaşıyor. Tanışıyorlar. İlişkileri boyunca Marshall ona bol bol hediyeler alıyor, sürekli arıyor ve kendisiyle evlenmesini istiyor.

Sonunda Anna ilk eşinden resmi olarak boşanıyor ve bu zengin adamla evleniyor.
  (Haziran 1994)


Ve bu tarz bi sürü fotoğraf çektiriyorlar. Yandaki gene kötünün iyisi.  Kendisini yaklaşık olarak bu zamanlarda bırakmış olduğumdan ve benim için "öncesi" ile var olduğundan; sonrasında ne yaptığından pek haberim yoktu. Bu yazıyı hazırlarken araştırıp öğrendim ki 1 sene sonra yaşlı adam ölüyor filan... Amansız bir miras davası başlıyor Marshall'ın oğlu ile Anna arasında.



Bir de bu kadının şöyle bir enstantanesi vardır bizim televizyon hayatımızda:

       Özel kanallar start alıp Show TV'nin kırmızı noktalı yayınları başladığında,  hem o erotik film kuşakları  hem de aralarında çıkan -0 900'lü-  paralı telefon hatlarının dönen reklamlarında bol bol bu sarışın afetin filmlerinden sahneler izlemeye nail olmuştuk. Hatta Korcan Karar'ın sunduğu asparagas habercilik yapan Şok isimli atv programında (yönetmeni Alper Mestçi'dir. Efsanevi Shockhaber sitesinin kurucusu, sonradan Zaga ile Şahan Gökbakar'lı tv programlarını hazırlamıştır)  kendisi ile ilgili şöyle bir haber verilmişti:
"Anna Nicole Smith adlı meşhur sarışın Amerikalı yıldız,  yılın belli dönemleri sırf eğlenmek için Edirne Genelevi'ne geliyor  ve  amme hizmeti yapıyor!"
Fotomontajla kes-yapıştırlı bir haberi piyasaya sürmüşlerdi. (Evet evet, sigara paketlerindeki folyodan gümüş elde eden aleti icat eden de yine bu programdı!)


Millet bu haberi acayip ciddiye alıp Edirne'ye sefere çıkmışçasına; "görülen lüzum üzerine" dönemin Edirne Valisi de çıkıp açıklama yaptı: "Genelevimiz bünyesinde böyle bir hanım çalışmamaktadır"  deyu!
  (Private Sözlük'ten mr joker'e teşekkürler...)





TV şovuna başlıyor.
2 sene kadar  The Anna Nicole Show'u  yapıyor fln...


O bol şişkin ve berbat makyajlı fotolarını buraya koymadım dikkat edersiniz.






2006'da Allah bağışlasın bir kızı oluyor. Hastaneye yeni doğan kardeşini görmek için gelen oğlu Daniel aniden 20'sinde ölüyor. Otopsi şudur budur... Oğlunun ölümü fazlasıyla yıkıcı olmuştur herhalde.
Bu arada bir 'babalık davası' başlıyor. Bir yanda avukatı ve sevgilisi olan Howard K. Stern 'benim kızım' diyor, diğer yanda foto muhabiri midir neyim olan Birkhead  'çocuk benim' diyor... Bir de  Zsa Zsa Gabor'un son eşi var işin içinde!...


Oğlunun ölümünden 4-5 ay kadar sonra bu kez Anna Nicole'ün Hollywood'daki olaylı ölüm haberi geliyor.   (8 Şubat 2007,  yaş 39)

İlaçlar, haplar, otopsiler... Benim asıl ilgimi çeken, yıllarca miras mücadelesi içinde olduğu Marshall'ın oğlu E. Pierce Marshall'ın ölümünden sonra sadece birkaç ay yaşaması...
Üstelik geride mirasını bırakacağı sevgili oğlu da yok.





Miscellaneous:

* Ölümünden sonra bulunan günlüklerinde,  seksten nefret ettiği yazıyordu.  (bkz.1)  (bkz.2)  (bkz3)


* Çok genç yaşta yaptığı evliliğinden bir aile fotoğrafı.

(Makyajın ve ışıkların kadını ne kadar değiştirdiğine ufak bir örnek.)




* Yandaki görselde bir örneğini verdiğim gibi,  kendisinin ilk hallerini beğendiğimi özellikle tekrar belirtmek isterim.

* Aşağıda anısına yapılan bazı videoların linklerini veriyorum.  Eklemelerim devam edebilir: