17 Ekim 2017 Salı

   Hayatları  MASKE  olan  insanlar


Artık yazmadan geçemedim.
Bir arkadaşım  Facebook paylaşımında  şöyle diyor:
"Günaydın güzel ülkemin güzel insanları  diyecektim ama  güzel ülkemin tuhaf insanları  demek daha mantıklı.
Her halta siyaset sokup  her olayda art niyet arayanlar
ve artık kötü düşünmekten beyni sulanmış olanlar
size günaydın filan yok.  Ölün de kurtulalım."

Her Türkiye karşıtı, zarar verici olayda  "Siz bunu hak ettiniz, reziller!! harrgh tüüü!"  temalı paylaşımlar yapan, siyasetle ruhları dibine kadar kirlenmiş bu insanlar;  bu güne kadar,  malum cenaha barajı geçirmek uğruna patlatılan bombalarda ölen insanlarımız için,  artta kalanların travması için tek kelime etmediler.  (Ama Muğla'da bombacıların çıplak olarak aranıp yere yatırılması  ve  bazı ajanların tutuklanması
"insan hakları"  bağlamında onlar için çok daha önemli konulardı.)
10 Ekim 2015  Ankara Garı patlamasında  ortalarda  tek bir  HDP yönetiminden insan yokmuş,   bu da mı tesadüf acaba?

Seçimler öncesi,  HDP Diyarbakır Mitingi'nde bombalı saldırı gerçekleştiğinde  "Bunu AKP yaptı! Hesabını soracağız!!!"  diye sosyal medyada höykürenler;  nedense  o gece  Can Dündar'ın attığı
kan emici vampirik tvitlere tek bir laf etmediği gibi  dört köşe oldular bir de...  O gecenin delirmişliği şöyleydi:

Bir trafo önünde bomba(lar) patlatılmış, ölen insanlar var. Can Bey'in attığı tvit:  “Geçmiş olsun Diyarbakır!  Umarım cevabın yine aynı sağduyuda ve aynı nitelikte olur:  Seni başkan yaptırmayacağız!

Oturduğu yerden  anında-saniyesinde çözmüş kanlı düğüm atılmış işi ve tetikçilik yapıyor adam.  Ruhunun kirini çamurunu ortaya boca ediyor,  ona buna sürüyor.

Ertesinde  (Dicle Haber Ajansı  idi sanırım)  bir paylaşım yapıp  bomba düzeneğinin yerleştirildiği tabla altını  "tesadüfen"  çeken kameramanlarının kaydını yayınladı.  (Sonra tesadüfenli tvitlerini silip aynı görseli farklı bir cümle ile tekrar paylaştılar.)




Kendi Facebook sayfamda görselini yayınlayıp  "Bu mu gazetecilik?"  diye sordum diye o gece bazı sert tepkiler aldım.
Ona buna  "faşist  faşist!!!"  diyen  yüksek eğitimli bir genç kadın arkadaşım,  bol iğneli ve özelime göndermeli  aşağılayıcı bir cevap yazmıştı.  (Kendisinin pek çok zor zamanında destek olan bir insanın boşluğa yolladığı tek bir soruya tahammülü yok,  ona buna faşist diye ünleyip  «özgürlük»  istiyor,  üstüne saygı dersleri veriyor bu.)
Kendisi maskeli özgürlükçü.  Patlatılarak ölen ve öldürülen Kürt kanlarının pazarlamacılığını yapıyor aslen.  Ortaya yazılmış tek bir soruya tahammülü yok  ama ona buna "faşist faşist"  diye havlaya havlaya ömür çürütüyor.
Şaka şaka lan!   'Creme de la creme'   bir hayat yaşar,  ve kariyer basamaklarını hızla tırmanırken;  ülke, "ezilenler" ve gidişat adına boyna ahlanıp vahlanıyor.   (#tiyatro)




Bakıyorsun,  "Milliyetçiliğe dur de!"  gibi  sivil toplumcu hareketler içerisinde olanların sayfaları  Kürt milliyetçiliğinin damıtılmış örnekleri ile dolu.  Yahu bu ne perhiz  bu ne lahana turşusu?

Aynı milliyetçilik karşıtları,  Hendek operasyonları başlarken,   15Temmuz darbe ve kaos girişimi olurken,  her NATO müdahalesi söylentisi yayıldığında  "Siz bunu hak ettiniz.  Haydi şimdi Orta Asya'ya!'  :))"   gibi paylaşımlarla coştukça coşuyorlar.

E hani milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı idin sen?  Hani bunlar kötü idi? Hani bunlara karşı ortak bir mücadelemiz vardı?  Hani nerede o "kardeşlik türküsü"  ve  ülküsü?   Acaba neden kendini gerçek kimliğinle tanıtmıyorsun da  tam tersi imiş gibi sunuyorsun?
Neden bu kadar maske taktın??  :)


Ahmet Altan,  Nazlı Ilıcak  ve  Taraf-Zaman avanesi...
"Halkımız cahil!!!"  korosunun,  basın-yayının kirli ve bulanık yüzü için  siper olması  ise tam ibretlik.  Ülkede o kadar faili meçhul varken, hapishane baskınları yapılırken,  Ergenekon davaları gitgide bir kumpasa dönüştürülürken,  Hoca Efendiciler her köşe başını tutmuşken  "Adalet yürüyüşü"  yapmamış  CHP;  tutup başta  (kendilerine göre)  tam da  faşist mi faşist,  kötü mü kötü bir adam  ve  onun baskıcı iktidarı varken  bir anda  meydanlara dökülme kararı almışlar.
Tabii ki adalet adına!   (yersen)
Bayanlar baylar!  Bedava tutarsızlık var,  siz de ister misiniz?


Bir de durmadan  "yüzleşme"  isteyenler var.
Ekim 2014  Kobani olayları   olurken,   insanlar öldürülürken,
nifak tohumlarının meyve vermesi için  zehirli sözcükler  söylenirken üç maymunu oynamış bu sansarlar;  sıcak çatışma çıkınca:
“ Barış,  hemen,  şimdi!! ”
diye ünleyerek bir anda saklandıkları delikten çıkıp gene ülkeye ve Türklere nefretlerini kusarak ortaya tükürmeye başladılar.
Önce kendisi yüzleşmeyen  yalancı sahtekar  ne kadar insan varsa
tam zıttından girip  yüzleşelim muhabbeti yaparken beri yanda sürekli sinir uçlarını dinamitleyip nifak tohumları serperek,  toplumlar arası tüm yakınlaşma ihtimallerini de sabote edip çıkıyor burada.

İnsan kanından beslenen vampirler ve ölüseviciler! Sizin gibiler, ölen çocukları-gençleri,  Berkinleri  (Eren'leri)  ancak dilinize dolamak; söylemlerinize siyasi sos, dekor olarak kullanmak üzre "elverişli ölüler" olarak seversiniz.  Varsa yoksa "kimlik siyaseti!  (Ve davanız!)
Dilinize doladığınız "yüzleşme" ise bir ilüzyon. Ne gerçek bir yüzleşme ne de gerçek bir barışmayı hedeflemektesiniz. Sadece etnik ayrımcılık ve post-modernizm akımının etkisinde fitne-fesat ile atomlarına kadar ayrışma ve  "yem iken  daha ufak yem olma"...

Herkesin dilinde bir  "faşist"  kelimesi,  önüne gelene yapıştırıyor. Üstelik "Barış Hemen Şimdi!" ile barış istemek ve savaş karşıtlığı da kirlendi.  Aynen geçmişte "insan hakları" ve "çevrecilik" örneklerinde olduğu gibi...  Kavramların da içine ettik galiba?


Yazımın sonunda,  bir yorumdan alıntı yaparak bitiriyorum. Lütfen bir düşünün:
İster sağcı ol,  ister solcu.
İster Türk milliyetçisi ol,  istersen Kürt milliyetçisi...
Önce şu soruya hiç bir tarafa kıvırmadan cevap vermek gerekiyor.
Türkiye'nin Suriyeleşmesi tehlikesine ne diyorsun? Türkiye'nin Iraklaşmasına,  Lübnanlaşmasına, Libyalaşmasına ne diyorsun...
Önce böyle bir tehlikenin varlığına inanıyor musun?
Böyle bir tehlike söz konusu ise,  bu tehlikeyi es geçmek nasıl hoş görülebilir ki.
Sence  15-16 Temmuz  ne ifade ediyor?
(Mustafa Satış  -  "FARKLI GÖRÜŞ MÜ,  FARKLI CEPHE Mİ?"
Ekim 2017 tarihli FB yorumunu linke tıklayarak okuyabilirsiniz. Görüşmek üzere.)



13 Ekim 2017 Cuma

   Meltem  CUMBUL


Kendisini 90'larda TRT'deki yabancı müzik programlarından hatırlıyoruz. Ömer Karacan'ın hazırladığı programlarda genç ve enerjik, neşeli ve yapay durmayan bir sunuculuk yapıyordu. Kendine has bir aurası vardı, cıvıl cıvıldı.  Eh, o yıllarda televizyona çıkan herkesi zaten seviyor bağrımıza basıyorduk, alternatif yok malum.  Ne internet var  ne de TRT'den başka kanal...

Müzik programlarından sonra bir süre ortalarda görünmedi,  adeta ortadan kayboldu. Derken genç pop şarkıcısı Burak Kut'la çıkmaya başladı  (hem de 4 yıl deniyor!).  1998'de Seninleyim isimli bir albüm çıkardı.  İlerleyen zamanlarda onu dizi filmlerde,  bir iki sinema filminde filan da gördük.
Memoli (Mehmet Ali Alabora) ile başrollerini paylaştığı  'Yılan Hikayesi' (Kanal D)  dizisiyle çoklarınca tanınır olmuştu.  Şener Şen ve Timuçin Esen ile  Gönül Yarası'nda oynadı  (2005),  Yavuz Turgul  gibi ünlü bir yönetmenle çalıştı.  Bir aralar Amerika'da da uzunca kaldı ama çıkmadı galiba oralardan birşey.  Onun dışında çeşitli aşklarıyla kendisinden söz edildi.   (Akrep kadını)

Son günlerde yaşanan bir olay yüzünden adı şu aralar bolca gündemde.
Olay nedir?  Kısaca bakalım:

Memleketimizde,  'Uluslararası Adana Film Festivali'  diye bir sinema ödül töreni varmış.  Bunun 24.sünde (ben daha yeni duydum adını, oysa neredeyse çeyrek asırdır veriliyormuş bu ödül, hayret!) ödül gecesi sunucusu olarak   Ayşe Arman  ve   Meltem Cumbul   seçilmiş.
İki pop şahsiyet, biri sarışın öbürü kumral, yoz mu yoz dünyalarında karşılıklı bu pek mühim olayı icra ederken,  -spontane (kendiliğinden, o anda gelişen) mi  yoksa önceden kurgulu mu bilinmez-  bir olay patlatıvermiş birden Meltem hanım.
    Siyah-beyaz teknikle çektiği "Buğday" filmi ile En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazanan Semih Kaplanoğlu, ödülünü almak için sahneye çıktığı sırada,  uzattığı eline karşılık vermeyen Meltem Cumbul aniden geri çekilip sırtını dönmüş.  Yani 'güzel sunucu' yönetmen beyin elini sıkmamış.


Epey laf ve tartışma döndü tabii bu konuda, bazı çevrelerde... Siyasi sebepler öne sürülüyor,  partici yorumlamalar dönüyor.  Semih bey iktidara yakın çevrelerin konularını işliyormuş da, Meltem hanım özgür kızmış da vesaire vesaire... İncir çekirdeğini doldurmayan mevzular... Alper Görmüş de boş durmamış, elverişli zemindeki bu konu hakkında hemen bir yazı patlatıvermiş mesela
"Bir  ‘boğazına kadar siyaset’  kurbanı olarak  Meltem Cumbul"   diye. Arzu edenler link üzerinden yazıyı okuyabilir, ben okumadım şahsen. Sadece başlığa baktım. "Siyaset" demek biraz abartı olmuş ve mevzubahis olaya uymamış bence.

Meltem Cumbul'u yıllar önce  "Yasemin'in Penceresi"  adlı,  ünlülerin hayat hikayelerinin anlatıldığı programda izlemiştim. Hazırlayan ve sunan Yasemin Bozkurt  defalarca kendisini uyarmıştı, "Bu senin hayat hikayen Meltem, lütfen kendin ol" demişti; ancak bir türlü o teatral havadan çıkamamıştı. Muazzam bir yapaylık ve kimi genç kızlarda abartılı şekilde gözlemlenen yüzeysel ergen heyecanları sergileyip durdu program boyunca. Kimbilir belki de prenses psikolojisiyle harab olmuş bir başka kadınımızdır.  Bu ruhla yetişmiş ve dikkat çekmek isteyen kadınlarda hep bir taçlandırılma, klas/elit hareketler yaparak mahalleden alkış alma arzusu oluyor galiba.



90'larda gazeteler haftasonları tv ekleri verirdi. Yayın akışları, yarışmalar, gösterilecek filmler ve bir ünlünün kapakta resmi ile belki kısa bir söyleşisi olurdu içinde...

Bu da Milliyet'in eki Oscar tv'nin 1994 yılı  Temmuz-Ağustos haftası kapağı.

"Meltem CUMBUL
Radyodan Televizyona"