25 Temmuz 2016 Pazartesi

 DARBE mi  İÇ SAVAŞIN AYAK İZLERİ mi?


Sıradışı ve riskli bir  "kalkışma"nın  yaşandığı
15 Temmuz 2016 Cuma gecesi  darbe girişiminin ertesinden  hepinize selamlar.

O gece, sabahın ilk ışıklarına dek toplum olarak ayakta olduğumuz, uzun ve dualarla dolu bir gece idi. Bendeniz çevremden ve başta Twitter olmak üzere sosyal medyadan gelişmeleri almaya ve olabildiğince paylaşmaya çalıştım.
Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün jandarma tarafından kapatılması ile başlayan süreçte; Meclis'in bombalanması, Doğan Medya Center (CNN Türk ve Kanal D) binasının basılması ve yayın kesme (~03:45), Kuleli Askeri Lisesi kaynaklı çatışma, İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasında asker ve polis arası çatışma  (teslim olmak isteyen askerlerin darbeci komutan tarafından vurulması),... derken bir tankın insanları ezdiği bir görsele denk gelince devam edemedim artık.

Uzun laflar etmek istemiyorum. Saldırarak-Savaşarak düşmanın, herhangi bir terör örgütünün yapamayacağını; kendi ordumuz yaptı dün gece.
Türk askeri, Türk askerini vurdu. Devletin güvenlik güçleri birbirleri ile çatıştı.   (“Dost ara şu dünyada dost,  düşman içinden de çıkarmış.”)
Pek çok insan, (bence büyük bir gözükaralık ve cesaretle) meydanlara indi ve kumpasçılara karşı durdu. Tankların üzerine çıkıp askerin silahını alanlar ve canını bu yolda verenler oldu.

Yönetimden çok kereler gidip gelmiş rahmetli Süleyman DEMİREL, darbeler hakkında ölene kadar ketum kaldı ancak  "Halk oyuna sahip çıkmadı"  diye sitem ederdi hep.
Türkiye'de kısmen de olsa bir eşik aşıldı o gece. Tarihte ilk defa halkımız korku duvarını aştı. Erdoğan'ın sokaklara çıkma çağrısı ile  (hangi görüşten olursa olsun)
pek çok insan hem evlerinde kendi aralarında  hem sokaklarda darbelere dur dedi  ve  sokağa çıkma yasağına uyulmadı.
Camilerde sabaha dek (ve ertesi gün de devam edecek şekilde) Diyanet'in kararıyla süren salâ ve ezanlar ile moral desteği kurulmaya çalışıldı.
Başbakan Binali Yıldırım'ın  NTV'de  "Bu bir kalkışmadır"  demesinden az sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN Türk'e akıllı telefonların görüntülü konuşma obsiyonu ile bağlanarak meydanlara çıkma çağrısı yaptı.  Ordu komutanları canlı yayınlara bağlanarak bu olayın emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleşmediğini söyledi. Türk Polis Teşkilatı, resmi Twitter adresinden halkı meydanlara çıkmaya çağırdı.
(https://twitter.com/EmniyetGM/status/754078227690319872…)


«Darbe teşebbüsü» deniyor ama; asker ile vatandaşı karşı karşıya getirip kan döktürerek, otoriter bir yönetim ile yavaş yavaş iç savaşa giden yolu tetikleyen bir haydutluğu daha çok andırıyor bu.
Ak Parti'ye yaradı mı?  Muhtemelen evet.
Eğer bu konuda muhalefet geride kalıyor, sokaklara çıkmıyor, evden seyrediyorsa;  şimdi Erdoğan ve AK Parti güçlenecek diye şikayetçi olmak sadece acınası bir ezikliktir.
"Diyorlar ki, şeriatçılar sokakta korku salıyor.
Adam olsaydın da sen direnseydin darbeye? Nerde Gezide sokağa inen sanatçılar, gazeteciler!"  demiş Saygın Bedri Gider Facebook'ta.
Birileri darbelerden medet ummaya ve darbeci ümitlere sahip olmaya devam ettiği müddetçe,  halkın eğilimleri de değişmeyecektir. Bu durumda birileri de "Halkımız cahil!" gıygıyını çalmaya devam edecek demektir. (Ülke ve halk kaybetmeye devam eder.)


Allah beterinden ve tekrarından korusun.
"AKP ve CEMAAT bu ülkenin birikimlerini mahvetti" demiş birisi. (Özellikle bunların birisine yüklenip diğerini pamuklara saranlar da ayrı inceleme konusu.)
Paralelciler  "Ergenekon, Balyoz darbe planı, Askeri Casusluk Davası" filan diye birilerini ordudan uzaklaştırırken kendi planlarını yapıyormuş meğer. Öte yandan “Ne darbesi artık yeaa!” rehavetinin de cezalandırıldığını gördük. Ülkenin genetik kodları arızalı, her zaman tehlike mevcut.  Bunu siyasilerin iyi görmesi gerekir.

"Darbeye karşı duruştaki bu birliktelik yeni bir dönemin başlangıcı olur inşallah"  temennilerini çok görüyorum. Sabaha hayırla çıkalım, Rabbim bizi doğrultsun  diye dua ediyordum o gece.
Ülkemizi Suriye'ye çevirmek isteyen, zaten var olan terör ve gerilimi daha da artırmak için her yolu deneyenlere ve darbe ile bu toplumun üzerinden geçmeye çalışanlara elimizden geldiğince karşı duralım.





NOT:  Bir sürü şey yarım kaldı.
Ne daha darbe teşebbüsünün ilk konuşulmaya başladığı dakikalarda net şekilde karşı tepkisini ortaya koyan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den,  ne günler sonra sesi çıkan Meral Akşener'den, ne Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar çevresindeki şüphelerden,  ne savaş helikopterleri ile MİT binası ve kritik noktalardaki halka açılan ateşten ve sivil ölümlerden  (an itibarıyle 200 küsür sivilin öldüğü söyleniyor),
ne olayı zamanında Cumhurbaşkanı'na haber etmeyen  MİT'ten ve başkanı Hakan Fidan'dan,  ne de 15 dakika ile saldırıdan kurtulan Erdoğan'ın tatilini geçirdiği Marmaris'teki oteline yapılan tim baskınından...
Hatta ancak darbe yatıştırıldıktan sonra, ertesi gün "geç öten horoz misali" darbeyi yarım ağızla kınayan CHP ve HDP'den dahi bahsedemedim.
Bir sonraki yazımda, internet ve makale alıntıları ile darbeyi ele almaya devam etme niyetindeyim.

(Bu nasıl bir ülkedir ki,  ben artık gündemden bahsetmek istemedikçe öyle şeyler olmakta ki asla gözardı edemeyeceğimiz ve dahi tahmin dahi etmeyeceğimiz... Hayrolsun.)



EKLEMELER:


13 Temmuz 2016 Çarşamba

  Hakkı  DEVRİM   (öldü)


Üniversiteye henüz yeni başladığım yıllarda, yakınımızdaki büfeden düzenli olarak almaya çalıştığım Radikal gazetesindeki demirbaş yazarlardan biriydi  Hakkı Devrim.
"Cihannüma"* adlı, yarım sayfayı kaplayan bir köşesi vardı.   Yazılarında bazen güncel konular ve onlar çevresindeki sohbetlere değinse de,  demirbaşlar arasında Osmanlıca-Türkçe  ve  dil yanlışları yer alırdı. Okurları ile arasında nitelikli bir bağ vardı.  Nezakete değer veren biri olduğu belliydi; bununla birlikte "nezaket"i, görünüşteki yapmacıklık olarak değerlendiren biri de değildi.

Sonradan CNN Türk  haber kanalı açıldığında, orada haftada bir "Hakkıyla Sohbet" ve "Günbegün" adlı sohbet programları yapmaya başladı.  (Sanırım Cumartesi geceleri yayınlanıyordu, yahut Cuma mıydı?)  Her bölümünü izlemiş miyimdir? Sanmıyorum ama kaçırmamaya çalışırdım.  Zamanla bir büyüğüm gibi sevdiğim, gönülden saydığım,  (ve aynı zamanda da korktuğum)  birisi olduğunu söyleyebilirim.


Dil cambazı idi.  Tatlı-sertti.  Kendine has dolaylı bir anlatım üslubu üzerinden, geçmişteki anılarına göndermeler yaparak sohbet tarzında yazılarını yazardı.  Aksi bir adamdı, kendisi de bunu kabul eder ve şahsını öyle tanımlardı.  Köşesinde yer verdiği dil yanlışları nedeniyle  meslekdaşlarından bazılarının hışmına uğraması ender değildi, ama yine de inatla devam ederdi.  Saydığım bu özelliklerinden herhangi biri diğerinden daha belirisiz değildi.  Ne sadece "tonton ihtiyar"dı   ne de yalnızca aksi ve çelik gibi iradede idi.

Ekşi Sözlük'ten otisabi,  "ayar üstadı" diye tanımlıyordu onu  (ki kendisi Ek$i'nin tescilli ayar ustası idi).
Ve gerçekten de  "tek başına bir dil kurumu"  idi.   Osmanlıca-Türkçe kelimeler ve dil hakkındaki engin bilgisi ile olsun, bir köşeci olarak yaptığı dil incelemleri ile olsun,  dile karşı özen ve sevgisi ile örnek teşkil etti.  Benim bu blogu yazmaya başlamamda, geçmişte bolca makale okumamda,  yaptığım alıntılarda onun izleri vardır.


Hakkı DEVRİM, evliliğe ve eşine çok saygısı olan biri idi. Aralarında büyük bir muhabbet vardı,  eşini çok sevdiğini sakla(ya)mıyordu.
Zamanı birlikte iken unutabilen, birbirini tamamlamış iki entelektüel ve saygılı insan. 2008 senesinde beklemediği bir şekilde Gülseren Hanım'ı kanserden kaybettiğinde,  bunu kabullenmek ve yaşamaya devam etmek Hakkı Devrim için hiç de kolay olmadı.

Aşağıda eşi ve çocukları ile on yıllar öncesinden bir aile fotoğraflarını görüyorsunuz.


Bazı adamlar eşleri öldüklerinde ölür,  Hakkı Devrim de öyle biri idi.
Eşi Gülseren hanım öldükten sonra ne yazılarında ne dilinde eski şevk ve muziplikten eser kaldı.  Sessizce, belli belirsiz inzivaya çekildi.

Okul arkadaşları ve yaşıtlarının çocukları boyca kendisine yaklaşırken, "yolun yarısında" yapılmış geç bir evlilik, ve evlilik karşıtı huysuz bir adamdan  "Günden güne bağlandık, sarmaşık gibi"  demeye evrilmiş bir ihtiyar.  Hürriyet'te yayınlanmış eski bir söyleşisinde  ilk tanıştıkları dönemki hallerini şöyle anlatıyor;  bu tanım dikkat çekici:

“İki farklı cinstenmişiz gibi değil,  çok iyi arkadaşız.”

(Ayşe Arman ile yaptığı,  2009 tarihli bu söyleşisi bana çok hoş geldi:



CNN Türk'teki sohbet - söyleşi programlarından ilkine  (yanlış hatırlamıyorsam)  Okan Bayülgen'i çağırmıştı.  Bayülgen;   o yıllarda dikkatimi çeken,  sıradışı olduğu için adı anılan ama aslında yok sayılan  ve  orantısız hırpalanan bir isimdi. Ya saçma sapan ve hunharca eleştiriler alıyordu  ya da  genelin bu dışlayıcı tutumuna karşı çok büyük övgülerle sarıp sarmalanıyordu.
O gün birlikte yaptıkları yayın,  televizyonda zevkle ve defalarca izlediğim programlardan biri oldu.  Orada farklı kuşakların sağlam terbiye almış iki huysuz ve aksi isminin,  yaşlı ve genç olarak birlikte yarattıkları enerji ile  tuhaf bir uyumun yansımasını gördüm.  -Ki bu bizim toplumumuzda nadir rastlanan bir durumdur. Yaşlılar deneyimlerini gençlere doğru bir dil ve üslupla aktar(a)mazlar.
 (Nesiller arası iletişim sorunu ve bağ kopukluğu)

Pek de uzun olmayan bir zaman sonrasında bu kez Okan Bayülgen Hakkı Devrim'i kendi tv programına konuk olarak çağırdı, hatta demirbaşlarından biri olarak değerlendirdi.  Yalnız daha öncesinde (yine CNN Türk'te) yılbaşı programları yaptı Hakkı bey, Cüneyt Özdemir ile birlikte... Evet evet,  Cüneyt Özdemir ile  :)
Sabaha kadar süren canlı yılbaşı yayınlarında, o sene dünyada ve Türkiye'de olan olayları kendi üsluplarınca zevkli eğlenceli bir şekilde değerlendirmişlerdi. O çekimler de çok zevkli idi ve ilgili kanalda defalarca yayınlanmıştır.

........... Sonradan Radikal'e transfer olan Cüneyt Özdemir'in yaptığı dil yanlışlarını yazdı bir yazısında diye,  köşesinde çok alaycı ve kibirli bir cevap yazmıştı genç gazeteci bey kendisine.  "Sen benim yanlışlarımı bulacağına,  nasıl internet sitesindeki gazete yazılarım daha çok tık alır ve okunur, ona kafa yor" gibi bir aforizma idi.  Benim için o gün bitmiştir.  Daha da ne Twitter'da takip ettim  ne yazılarını okudum   ne 5N1K'sına baktım.   Gençlerin edepsiz kibirli hallerini hiç sevmem,
hele ki bu kibir  geçmişte kısa veya uzun bir beraber yürüme durumu olmuş kişilere dönüyor ise...  (Özellikle  "kibirli,  ne oldum delisi"  genç yaştaki parlak tiplerde bu ruh halini gözlemlersiniz.)




EKLER   ve  Yorumlarım:
  • Hakkı DEVRİM,  1929'da Eskişehir'de doğdu. 15 Haziran 2016 İstanbul'da  87 yaşında (kanserden) vefat etti.

  • * Köşesinin adı  Cihannüma   idi demiştim.
    Anlamı:  «Her yanı görmeye elverişli, camlı çatı katı veya taraça, kule.   Dünyayı gösteren harita»  demekmiş.

    1996'da başlamış Radikal yazarlığına.
    Demek ki 70 yaşına yaklaşırken tanımışım ben onu, çok farklı jenerasyonların fertleri olarak.


  • (Bu nasıl bir ülke? Yıllarca Radikal gazetesi kağıt basımlarında ve gazetenin internet sitesinde yayınlanan yazılarında kullanılan foto'su bile yok internette!  tv popularitesini yakaladıktan sonra çekilmiş bir dolu materyal bulabilmek mümkün, ancak en önemlisi yok. İnsana zerre değer verilmiyor bizde. Hep popüler olan, pop olabilmek/kalabilmek için bir dolu rezalet ve çıkıntılık yapan insanların peşinden koşan, bilgiye vefaya alçakgönüllüğe, kısaca "değerler"e değer vermeyen bir toplumuz. Değer kavramımız sorunlu. -Hep mi böyleydik, zamanla mı olduk?-  Benim en üzüldüğüm nokta budur.)



  • İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu.  Üniversite yıllarında İstanbul Radyosu'nda çalışmış, reji asistanlığı gibi görevlerde bulunmuş.
    Kabataş Erkek Lisesi mezunu olduğunu da ekleyeyim. Behçet Necatigil ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairler okulda hocaları imiş.


  • Vikipedi'de  "Gazeteciliğe 1952 yılında Son Saat'te röportaj yazarı olarak başladı. Daha sonraları Tercüman, Havadis, Yeni Sabah, Ege Ekspres ve Tasvir gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. Yeni Sabah'ta genel yayın yönetmenliği yaptı;  'Fısıltı' köşesinin yazarıydı"  diyor.  Türkiye'nin ilk dedikodu ve magazin köşesi Fısıltı'nın,  Sabiha Deren  müstear isimli yazarı imiş. (Sonradan bunu kendisi açıkladı.)

    Evet,  Hakkı Devrim bazen ünlüler ve magazin konularına da değinirdi. Toplum önündeki ünlü evli çiftlere önem verirdi. Ancak söyleyecek paylaşacak bir lafı ve bir sohbet üslubu olurdu.  Münasebetsiz lakaytlıklardan yürüdüğünü görmedim.



  • Meydan Larousse  ansiklopedisinin genel yayın müdürlüğünü yaptı.  Türkiye'de onbinlerce eve ansiklopedi girmesinde payı büyük olduğu söyleniyor. Bizim çocukluğumuzda bunlar önemli şeylerdi.

    Bir dönem basın-yayın dünyasından uzaklaşıp tavukçuluk işine girmişse de, 1990 yılında Doğan Yayın Grubu'nda gazeteciliğe geri dönmüş ve promosyonu yapılan ansiklopedilerin hazırlanmasına katılmış.

    1995'te Posta'da Telaynak köşesini yazdı. 96'dan başlayarak uzun yıllar Radikal'in temel yazarlarından birisi oldu.
    (Maalesef ki  Eyüp Can  gazeteye Genel Yayın Yönetmeni olarak geldiğinde,  Devrim dahil Radikal ile özdeşleşmiş pekçok gazeteci topluca uzaklaştırıldı.  Perihan Mağden  zaten ayrılmıştı, üstüne gelen bu yeni dizayndan sonra ortam popülerlik düşkünü Cüneyt Özdemirgiller ve türevlerine kaldı. Sıklıkla Eyüp Can'ın fabrikasyon eşi Elif Şafak'lanıyorduk filan... Gazetenin eski tadı kalmamıştı yani.  Bir süre daha eklerinin hatrına almaya devam ettiysem de fazla sürmedi. Bunları daha önce Rol Modelleri & İkonlar'da da yazmıştım.)

    2005 yılı gibi bir zamandan itibaren de yıllarca Okan Bayülgen'in programlarında sabahlara dek daimi konuk olarak bulundu "Hakkı Baba", tatlı-sert bir huysuz yaşlı olarak. Özellikle Televizyon Makinası'nda televizyon şöhretini yakaladı. Ardından NTV'de Mirgün Cabas ile "Günlerin Getirdiği" programını sundu.  (2009)



  • Blogumda bulunsun:
    Bir tv kanalında İslam peygamberi Hazreti Muhammed için "kabile şefi"  dediği için  "Hakkı Devrim özür dilesin" kampanyası başlatılmıştı.  O da "Kutsal değerlere hakaret edilmez!!!" timi  tarafından hizaya gelmek üzere aba altından sopa gösterilmeye maruz kalmıştı yani.  Yaşlılıktan yırttı biraz da...
    (Bu arada ansiklopedik tanım olarak Kureyş kabilesi mensubu ve yöneticisi olan bir adama "kabile şefi" denince İslam'ın hoşgörü dini olduğunu bir kez daha müşahade etmiş olduk.)


  • Son zamanlarda ölünün arkasından (kötü) konuşmak ve nefret ruhunun her türlü meyvesini vermek gibi bir âdet oluştu. En son, yine bu sene Haziran ayı içerisinde vefat eden Yaşar Nuri Öztürk'ün ölümü ile ortalık küfür ve beddualar ile doldu. Kendi köşesinde sessiz sakin yazılar yazan, uzun zaman önce sağlık sorunları sebebiyle inzivaya çekilmiş insanlar hakkında bile öldükten sonra sosyal medyada yazılanları okuyunca hayretler içerisinde kalıyoruz,  değil ki Yaşar Nuri gibi bol tartışmalı isimler...
    Madem böyle tepki verilesi görüşleri-hareketleri varmış bu insanların,  sağlığında neden susmuşlar, neden sessiz kalmışlar? Mezardan "cevap hakkı"nı kullanması mümkün değil diye mi?
    Bu kadar kin, nefret, intikam duygusu ve fırsatçılık içerisinde olan insanların ne işi olur  din  ile  Allah  ile  veya gazetecilikle?




  • ALINTILAR:

    Hakkı Devrim, özellikle dil konusunun üzerinde önemle duran biri idi. Bir gazeteci olarak yazılarında ve yayınlarında Türkçe ile Osmanlıca'dan kalma eski kelimelerin, deyimlerin hatalı kullanımlarına bolca yer verir,  demiştim yazının başında.
    Ölümünden sonra, internette bulabildiğim bazı söyleşilerinden çeşitli alıntılar paylaşıyorum bu kısımda:


Kürtler ve Kürtçe:

Osmanlı'dan beri Kürtlerle beraber savaşıp dövüşüyorsunuz.  Herkes terk edip gidiyor,  bir tek Kürtler kalıyor yanında.  Sonra savaş bitiyor. Ne yazıyorsun, "Ne Mutlu Türküm Diyene"...  Ee o zaman Kürt olan ne yapacak.

"Bu ülkede bir baba, devletin nüfus dairesine gidip (evladına) büyüklerine, tarihine, kültürüne uygun bir isim koymak istiyor. Ama buna izin verilmiyor. Ya buna gülmek bile ayıp. Bu nasıl bir ayıptır nasıl bir mantıktır."

"İnsanların en mukaddes yerleri dilleridir. Ama insanlar, kadınlara verdikleri önemi dillerine vermiyorlar. Bir insanı dilini konuşmaktan men etmek kadar büyük bir cinayet olabilir mi? Sadece Kürtlerin değil, Rum, Yahudi arkadaşlarımın da dillerini yasaklamaya kalktılar. 6-7 Eylül'de papazları sünnet etmeye kalktılar. Bütün bu hengâme içinde benim bir dil davam var, ama ümidim yok. (...) Bu asgari bir insan hakkıdır,  yaşamak hakkı kadar tabii bir haktır."
_"Ana dilde eğitim ülkeyi böler" diyenlere siz ne dersiniz?  (diye sorulmuş)
  "İsterse böler. Ben ne yapayım?"
  “Ülke benim için dilden daha önemli değil ki!”



Devlet adamlarına eleştiri:
"Bizim devlet adamlarımıza bakın, cehalet kokusundan yanlarına varılmıyor.  Konuşurlarken de kullandıkları kelimelerden anlıyorsunuz ki mantıklarında dünya meselelerinin netleşmesi diye bir durum yok."


Kadın-Bayan-Hanım  mı denecek tartışması hakkında:
"Bay ve Bayan, modernleşme hareketinin bir sonucu olarak dilimize girdi. Ama günlük hayatımızda yer edinmesi zor. Atatürk çok uğraştı bunun için. Ama İsmet İnönü'ye kabul ettirememişti. Bayan burada hem bekâr hem de evli hanımları tasvir etmek için ihtiyaç olarak dilimizde kalmaya devam ediyor. Tavsiyem, resmi tanımlarda mesela basketbol takımını anlatırken 'kız'; günlük hayatta 'hanım' veya 'kadın' kullanılmasıdır.  Ama evet;  bayanın yerine başka bir icat gerekiyor."
(Akşam'da Mehmet Özdoğan ile söyleşisinden, karıştırılan tartışmalı kelimeler üzerine notları da arşivde bulunsun:
 'Hassas' kelimeler kılavuzu)



"Evlilikte saadetin şartı nedir bilir misin? Bir aradayken de yalnız kalabilme mucizesini gerçekleştirebilmek.  Ben kadınımla böyleydim."


"Mensubu olduğumuz toplumda en güçlü kurum aile'dir"

gibi bir sözü de vardı Hakkı DEVRİM'in. Şimdi o yazısını bulamıyorum, ama anafikri şöyleydi diye hatırlıyorum:
"Siyaset, Merkez Bankası, ekonomi, silahlı kuvvetler filan değil; Türkiye'nin temeli  Aile'dir."



Gazete yöneticileri üzerinden medya eleştirisi:
"Türkiye'nin büyük işadamlarıyla siyasetçileri anlaşmış durumdalar. Artık gazetelerin başında kesinlikle gazeteciler yok. Büyük para sahipleri gazeteleri alıyor; gazetelerini satarak, reklam alarak ve hükümetin istediklerini yaparak daha çok para kazanıyor. Siyasi iktidarlar da emri altına aldığı gazetecileri kullanarak oy alıyor. Patronlar  gazetelerden  nüfuz ve para,  iktidarlarsa oy sağlıyor. Bu ikili anlaşma Türkiye'yi boğacaktır. Entelektüel takımı ise gazeteleri esnafa kaptırdığı için suçlu."

"Genel yayın yönetmenleri mesleğe sahip çıkmıyorlar. Meslekten ne bekleneceğini, idealinin ve görevinin ne olduğunu düşünen, bunları uygulayan yazı işleri müdürleri görmüyorum."

"Bugün gazeteler Türkiye'ye zarar vermekte. Hâlbuki Türkiye'de kamuoyunun kültürünü arttırma, zevklerini inceltme, zekâsını parlatma bakımından gazetelere fevkalade ihtiyaç var. Fakat bunu yapmıyorlar."


Aydın DOĞAN'ın kızları hakkında:
"Aydın Doğan hakkında belgesel yapmak istediklerini söyledi kızları. Parayla yapılan belgeseller sadece övgüdür, belgesel değil. Bu fikrin doğru olmadığını kendimi sevdirmeyen üslubumla söyledim. Daha sonra bir yazımda da, kendi kızımdan bahsettikten sonra "Kız sahibi olmak zor iş. Allah üç, dört kızı olanlara kolaylık versin" yazdım. Sanıyorum, neden bu.  ("Hakkı Bey yaptıklarınızı beğendiniz mi?" diye yakışıksız bir çıkış yapmış Aydın bey'in kızlarından biri, gazeteden kovulması ertesinde odasına çağırarak.)



RTE yorumu:
_Cihannüma köşeniz açık olsa, Erdoğan hakkında neler yazardınız?  (diye sorulmuş)
_Bunu hemen söylemem ama televizyon mülakatında karşıma gelse, "Tayyip Bey, siz talihli bir adam olduğunuzun farkında mısınız" derdim. "Talih olabilir, ama ben de çalışıyorum" derse,  "Çalışıyorsunuz ama sizin kadar talihli başvekil görmedim"  derdim.
Rakiplerine baksana.  Biri Kemal Kılıçdaroğlu, biri Devlet Bahçeli...
Bana da onları versen, ben de başvekil olurum. (Gülüyor)  Ne kadar saçma bir şey söylersen söyle, onlar daha saçmasını söylüyorlar. Erdoğan'ın karşısında hiçbir şey yok.


          Bu da CHP ile ilgili,  daha önce de bu blogda paylaştığım  (Kemal Kılıçdaroğlu'nun yeni başkan olduğu dönemde alıntıladığımda uğruna çok dışlanmalar ve alaylar yaşadığım, Kemalist zihinlerin bu vesileyle Hakkı Devrim'e de epey saydırmasına vesile olduğum)  bir yorumu:

"CHP gündemden düşeli bence 59 yıl geçiyor.  1950 CHP'nin sonuydu. Darılmayın, gücenmeyin! Zorla ayakta tutacağız diye, tarihî bir kuruluşu hortlağa döndürdünüz. Bu Onur (Öymen) belası aslında hayra alamet sayılır.  Zemini boşaltma kararına varın ki, sahici bir muhalefet de neşvünemâ  («gelişip büyüme»)  imkânı bulsun."

(Hakkı Devrim  -  CHP'den kime ne hayır gelir!  24 Kasım 2009 Salı - Radikal)




  • Vefatı sonrası,  Ayşe Arman'ın Instagram hesabından paylaştığı uzun nottan bir alıntı:

    "Bende emeği olan insanlardandı, meslek hayatım boyunca pek çok kere (...) desteğini hiç esirgemedi.  Daha iyi olayım diye eleştirmek için de arardı,  iyi bir şey yaptığımda alkışlamak, "Aferin!" demek için de...  Harbi entelektüel oydu işte. Dürüst ve kendi gibiydi, lafını da esirgemezdi."


  • Ve son olarak, Okan Bayülgen'in Hakkı Devrim'i anlattığı bir telefon bağlantısının kaydını koyuyorum. Yavaş yavaş ortak hafızamızı kaybedip zamandan kayarken...
    https://www.youtube.com/watch?v=LCx_kT0sdK8



  • 2016,  gençler,  Hürriyet,  İslam,  Kemalizm,  kibir,  NTV,  Perihan Mağden,  popüler kültür