21 Aralık 2017 Perşembe

Sevan Nişanyan


Onu Taraf gazetesindeki 'Kelimebaz' köşesinde tanıdım. Türkçe kelimeler, dilbilim ve kelime kökleri üzerine yazılarına, arada güncel olaylarla ilgili birkaç cümlelik kısa yorumlar ilave eden birisiydi. Zamanla yazı, yorum, bilimsel makale ve denemelerini derlediği blogunu da takibe alıp okumaya başladım. Facebook hesabı yine aynı şekilde...

‘‘Bu memlekette öyle güvercin tedirginliğiyle yaşamaya gelmez. Köpek gördün mü değnekle üstüne yürüyeceksin.’’      Sevan  NİŞANYAN

Türkiye'de en eksik olanın; farklı düşünme teknikleri, tek tipe ait kalıp modelden olmama özelliği olduğuna inanan biri olarak; belli bir tutarlılığı korumak kaydıyla farklı bir öze sahip olan tek tük her kim varsa büyük saygı duydum ve çok sevdim bugüne kadar. Gökkuşağının renkleri gibi,  farklılıkların bir aradalığını hayal ettim.

Ancak artık (belki de reel hayatımdaki kişisel kararların da etkisiyle) evet artık kendini dünyanın merkezi gibi sayan (benmerkezcil) ve hiçbir şey katmadan, evrendeki sorunların çözümünde hiçbir olumlu girdi sağlamadan, salt tespitçilikle EGO kasanlara aynı sempatiyi duyamıyorum maalesef.  Hele bencil egoistlere.  Sadece çevrelerine çok yüksek sevgi-tatmin verebilen adamların bencil ve ultra egoist olma hakkı var bence.  Gerisi hikaye.

İnatlarının esiri olmuş, sadakatini ve birikimini kibirli öfkesine sunan, hele hele bu doğrultuda kalem oynatan; şahsen kutsal bir yanı da olduğuna inandığım  'yazmak'  eylemini bu dürtülerle yapan nefret dolu insanlar bir bir hayal kırıklığı kervanına katılıyor.  Hele ki "milliyetçilik ve ırkçılık"  eleştirileri ile dolu bir geçmişin ve onlarca yazıların varsa, tüm onlardan sonra,  tutup ırkçılığın âlâsını yapanlar hiç çekilmiyor.

Uzun lafın kısası,  son aylarda Sevan Nişanyan da kaydı gitti bence.
Bu da burada dursun.




Ocak 2019  EDIT:

Bu görseli bloguma koyup koymama konusunda biraz bocaladım ve sonunda olmasına karar verdim.

Uzak geçmişte dikkat çeken ve pırıltısı olan bir adamdı, bunu daha önce de yazmıştım zaten. Dinmeyen orta yaş bunalımına, aşırı özgüven patlaması ve yüksek kibri de eklenince kayboldu maalesef. Bugünse  -yine yeni yeniden-  içindeki irinleri kusmuş.

Adamın mevcut tek yakıtı:  Türk düşmanlığı.
Şahsını refere ederek büyük tespitler yapan herkese akıl-fikir.  Böyle leş tipleri kılavuz belledikçe insanlığın iki yakası bir araya gelmez hakikaten.

Bu Türk düşmanlığı, Türk'e karşı olan her adamın bokunca inci arama saplantısı, emperyal güçler ne yapıyor ne ediyorsa iyi ediyordur dayatması... Bunları aşamadıkça muhalefet de bişeye benzemiyor,  etkili de olamıyor,  boşa kürek çekiliyor.  Mevzu da  "bekâ sorunu"na  bükülüyor.



EDIT:

Sevan Nişanyan hakkında  "Kemalizm, Atatürkçülük ve milliyetçilik başta olmak üzere; Taraf'ta İslam konusunda yazdıkları da eklenince, iki taraftan da savunmasız kaldı bence" demiştim Kemalistlerin genel düşünce yapısı başlığında.  Ancak kendini (ve başkalarını) kandırmada sınırlarını aşırı zorlayınca, o günden bugüne, büyük hayal kırıklığı yaşadığım ve kafama tükürdüğüm bir isim daha oldu.  "Düşmanı kandıracağım derken kendi kendini kandırmaya başlarsan savaşı kazanamazsın ki,  kaybedersin"  diye yazmıştı oysa bir yazısında  :(

Son yıllarda Sevan Nişanyan aynı "Öküze benzemek isteyen kurbağa" fablındaki gibi oldu, kibrinden şişip şişip patladı. 15 Temmuz'dan sonra ise galiba kudurdu.  Ali Nesin de aynı şekilde. Demek ki daha farklı beklentileri vardı.  Böyle diyorum zira "darbe" diye yorumlayan herkesi sosyal medya hesaplarından tek tek sildiler. Yani adamlar ciddi ciddi zaman ve kafa yorup listelerinde ekli yüzlerce-binlerce kişinin paylaşımlarını okuyup 15 Temmuz için  "darbe"  diyen herkesi sildiler. Bunu da göğüslerini gere gere defalarca ifşa ettiler.

Bir diğer ortak noktaları:  Ekürisi Ali Nesin ile birlikte,  neredeyse her konuşma ve yazıda  -başlangıç, gelişme ve sonda-  "olmayan Tanrıya"  diye ısrarla belirtmeleri.  Böylelikle,  kendi ifadeleriyle  "o olmayan"  ile durmadan savaşmaları.    (#obsesyon)
Özetle:  Bir yerlerde takılıp kalmış,  yaşlı ve takıntılı bünyeler bunlar.


Ali Nesin cidden sıkıntılı bir adam. Bir sıkıntısı var. Sıkıntısı olmasa Nişanyan ile arkadaş olmaz zaten. Aslında ikisinde de aynı sıkıntı var. Her lafı, (dikkat ederseniz bu paylaşımda dahi), dönüp dolaşıp, inanmadıklarını BİN KEZ BEYAZ ETTİKLERİ   Tanrı'ya/Allah'a getirip  mizah-gırgır yaparcasına bitiriyorlar.
Anlaşılamayan şu:  İnanmadığın,  yok dediğin şeye niye durmadan laf sokarsın?  Sonra bu tarz bir mizah ancak yerinde yapılırsa değerli olur. Bunlar her yazı-konuşma-makale-tweet-Facebook paylaşımına kadar yaygınlaştırdı bunu.  Kibrinden ölecek ikisi de...

Ali Nesin:  Bu adam yıllarca Tübitak'ın ne denli sığ ve kompleksli bir takım bilim adamlarınca yönetildiğini anlattı durdu. Nesin Vakfı çatısı altında yaptığı işlere, Matematik Köyü'ne, sistem içerisinde sisteme alternatif geliştirebilmesine, dürüstlüğüne vesaire çok saygı duydum. Ancak "neyi seversen seni hayal kırıklığına uğratır yasası" gereği, 15 Temmuz'dan sonra o da gaz ve toz bulutu olma adaylığına soyundu. Kankisi Sevan Nişanyan'la birlikte "tiyatro"dan girdiler,  Hakan Şükür gibi bir adamı "ahlâk timsali"  diye  Facebook'ta övmelerden çıktılar.  (Oysa Hakan Şükür bu ülkede ahlâksızlığın en gözümüze sokulmuş, ama sonrasında her nasılsa bir şekilde kamufle edilmiş halidir.  Belki bir gün onun hakkında da yazarım.)

Öyle oldu böyle oldu. Sonra en ırkçı damardan Türk düşmanlığından çaktı gene Nişanyan,  diğerini de ben bıraktım zaten.


Sevan Nişanyan Ermenileri de sevmez, eğer Tanrı manrı diyorsa, veya Atatürk'ü seviyorsa... Saplantılı biri. Bir Tanrı'ya bir Türk'e çakma saplantısı var. İkisine de yok diyor. Beri yandan da savaşıyor bunlarla... Diğer benzerlerinden farkı kafası çalışan ve ağzı iyi laf yapan bir tip. Delirmeden önce değerliydi de... Ama tamamen delirdi bir yerde. Artık "ibretlik" ile parodi hesap arası gidip geliyor.  Her şeye rağmen seveni bol olan bir adam.  Bu kudurmuş/delirmiş hallerini tabii ki görmez onlar,  sevgi engel olur bazı gerçekleri görmeye...

"Deprem ilahi mesaj"  diyenlerle alay eden veya bunlara kızan tanıdıklarımın anlamlı bir bölümü, Nişanyan'ın Ocak 2020 Elazığ depremi  (6.8)  sonrası şu paylaşımını övüyor.  Ben anlamaz.

Neyse ki  delirdiğini seneler öncesinden vurgulamışız.


#2019,  destan,  Dink,  Gündem,  insan hikayeleri,  Türkler,  *

5 Aralık 2017 Salı

   ŞEYTAN TÜYÜ  VAR SENDE


Bugün size yeni okuduğum bir kitabı tanıtacağım.
Bir arkadaşım sayesinde yazarın adını  (Seda Diker)  öğrendim. Anlatacağım derlemesini okuduktan sonra   Duygu Simyacısı gibi birkaç kitabını daha aldım.   Blog çalışmamda bu tarz yayınlardan da bahsetmek istiyorum arada.

Şeytan Tüyü Var Sende,   ilişkiler  ve   kendi iç yolculuğumuz üzerine...  Okunması kolay,  ama amacı itibariyle o kadar da basit olmayan bir kitap.   Yani hem bir plaj kitabı gibi  hem de tam değil gibi  :)

Hoşlandığın insan ve kendinde  ilişkilere dair duyguları oluşturmak ve yönetmek, bu esnada zıt duyguların birbirleriyle savaşı üzerine;   çeşitli diyaloglar,  Gamze ve Mert  başta olmak üzere çeşitli çiftlerin ilişkileri,   Catherine  adlı bir kadının tuhaf cinsel macerası,  yazarın kendi kocası  (demirbaş) "Ömer"  ile yaşadıkları arasına serpiştirilmiş bazı önerileri,  flörtün üç seviyesi  ve danışmanla sohbet bölümleri  gibi,   daldan dala atlanarak işlenmiş bir kitap.

Tasvir işi bana göre olmadığından, çeşitli alıntılar yapacağım burada.


«Acı çekmek korkulacak bir şey değildir Cathy. Eğer bundan korkarsan, ömür boyu başını kuma gömer, asla özgürleşemezsin. Hatta kimseyi sevemezsin. (...)
Bir ruh acı çekerken parçalanmaz Cathy. O acının içindeyken yapayalnız bırakıldığında olur bu. Kendisine bencilce ya da umursamazca davranıldığında olur.»

"Hıçkıra hıçkıra ağlıyor,  annesi babasıyla yaşadığı problemler,  (eski eşi ile yaşadıkları sırasında)  katlandığı davranışlar  bir bir  aklına düşüyordu.
Yok sayılmıştı. Bencilce davranılmıştı. Hep kendisinden güçlü olması, fedakârlık yapması beklenmişti.  Duyguları zaten hiç görülmemişti.  İnsanlar onu işlerine geldiği gibi görmeye alışmışlar,  böylece Catherine gerçek varlığını güçlü savunma mekanizmalarının ardına saklamıştı.  Görülmüyordu, ama hiç olmazsa acı da çekmiyordu."
     (Acıdan Kaçmak Esarettir)

«Etrafına görünmez duvar ören insanlar --> Duvarlarını yıkıp içeri girebilecek türdeki tacizci, ısrarcı, duygusal şantajcı, cinsellikte sert ve zorlayıcı tiplere  ya da  çok zayıf, kendiliğinden gelmeyen, duvarı yıkmaya gücü olmayan, kararlılık gösteremeyen, uzanıp kendilerinin alması gereken insanlara âşık olurlar.»





(Kalabalıklar içinde yalnızlık
-->)













_Hayal de kurmayacaksın.  Gelecekte olmasını istediğin şeyleri değil, sadece yaşadıklarınızı hayal edebilirsin. Yeniden yaşayabilir, duygusunu hatırlayabilirsin.  Ama hepsi bu kadar.
(Kim daha çok hayal kurarsa,  o daha çok duygu hissetmeye başlar.)

_Erkek de kadını beklentiye bilerek ve isteyerek sokup, sonra onu gerçekleştirmediğinde haksız olur.   O kadına manevi olarak borçlanır.
Daha sonra vebalini ödemek zorunda kalır.

_Acıyı kısa, az ve öz yaşayarak, olumsuz duygunun içine saplanıp kalmadan,  depresyona girmeden kendimizi özgürleştirebiliriz.

_Korku hissinin zıt kutbu güvendir.  Korku esareti getirir,  güven ise özgürlük kapısını açar.



-Gamze ile Mert arası sohbetlerden-



Eğer birisini kafana takıp hedef haline getirirsen,  hırsın enerjini o kişiye kaptırmana neden olur.  Bu defa merkez  o  olur.
Bir kişiye; öfke, suçlama, yoğun kırgınlık hissettiğinde; yaşam enerjini ona kaptırırsın. Tepki göstermeyi, içsel olarak karşı çıkmayı kalben bitirmek zorundasın.

_Topluluklar, liderlik vasfı ve kendilerinde duygu oluşturma yeteneği olanla sevgi bağı kurar.   Ne yapsa da onu daha kolay affedeceklerdir.   (#Siyaset)


"Dış dünyanın olaylarına kendini çok fazla kaptırırsan, duygularına çok fazla saplanırsan, orada esir düşersin."



Hoşlandığın Kişinin Yatakta
Nasıl Bir Sevgili Olduğunu Anlamak

(Foto çekim kalitesindeki çirkinlik nedeniyle peşinen özür dilerim)


_Her ilişki, kişiye kendini gösteren bir ayna değil miydi?

_"Aşk sadece erkeğin değil,  kadının da yakalayamadığı bir şeydi."



Sınır Çizmek,  Hayır Diyebilmek

(Yazar özetle diyor ki)    Hayır derken dürüst ol.  Yalan bahaneler uydurma.
  1. Hayır diyeceğin kişiyle köprü kur,  hemfikir olduğun bir konu veya ortak bir duygunuz üzerinden.

  2. "Ama"  kelimesini açarak,  dürüst ve samimiyetle,  kırılmadan söyle.

  3. Belki gelecek için bir havuç ver.



«Anlamadıkları şey, bir kadının sadece hormonları yüzünden sevişmek ihtiyacı olmadığı. Ben bir süre sonra asla düzgün bir ilişki kurmayı düşünmeyeceğim birine,  sırf seks yaptık diye bağlanabilirim. Onlar (Erkekler) bağlanmıyor, ama bizim hormonlarımız buna ters.»         (bağ kurmak için yeterince duygu oluşmuş olmalı)


...
Flört etmeyi bilmedikleri için, ne yazık ki yakınlaşmak istediklerinde sadece yatak odası ve seks akıllarına geliyor.  Oysaki duygu üretebilmek için,  doğru bir flört evresini uzun uzun yaşayarak birbirlerini tanımaları gerekiyor.

Flört,  birbirine hayat enerjisi geçirmek demektir.  Doğru diyalog kurmaktan ibarettir.  Zeka ister, espri yeteneği ve yüksek bir hayat enerjisi gerektirir. Hakiki flörtte, kadın ile erkek birbirini tanır.  Bağlanmadan, sonradan acı çekmek zorunda kalmadan  doğru kişi olup olmadığının ayrımına varır.  Yatağa girmeden, hoşlandığı kişinin cinsellikte nasıl bir partner olduğunu anlayabilir.  Yani flört ederek  ilişkiyi aşka götüren duyguları oluşturuyoruz.



"Kadının ilişkide duygulara ihtiyacı vardır. Duygusu oluşmazsa sıkılır, çeker gider.  Bir erkek gibi bakamaz ne yazık ki!"



(Asla yaşamak istemeyeceğim bir hal)
"Kocasının bedeni yanında,  ruhu uzaklardaydı."
(Resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.  Çekim kalitesinden ötürü peşinen özür dilerim.)











Maske takmak,  gerçek yakınlık duygusunu kaybetmek demektir. Kalbindeki en gizli gerçekleri itiraf edememek, duygularının bir kısmını saklayıp göstermemek, güçlüymüş gibi yapmak, bazı ihtiyaçlarını söyleyememek demektir.  Maskeler, sevdiklerinle aranda görünmez  kalın duvarlar örer. Seni ulaşılmaz kılar.  Sevdiklerinle arana koyduğun bütün mesafeler,  bilinçaltındaki korkuların yüzündendir.
İlişkilerini etkileyen en temel kök korkular:  Değersizlik hissi, kaybetme korkusu, ..., yüzleşme korkusu, yetersizlik ve başarısızlık korkusu, ölüm/yaşam korkusudur.

Maskeleri çıkartmanın en önemli kuralı, önceden tek başınıza topraklanmaktır. (Boğazında düğümlenme oluyorsa ya da söyleyecek söz bulamıyorsan,  bir yastık alıp içine derin bir nefes çekerek ağzını bu yastıkla kapat. Sonra avazın çıktığı kadar bağır. Yastık, sesini bastırarak başkalarının seni duymasını engellemek içindir. Tüm bunları yazarak da yapabilirsin.  Topraklanma sonrası,
en derinde neye kabul veremediğini bulmalısın.)

Sonrasında varsayımları gerçekmiş gibi söylememek.  Ve kalpten konuşma yapabilmek. Suçlayıcı bir dil kullanmaktansa kendi hislerini anlat. Topraklanmadan, öfkeyle, doğru zamanı beklemeden, suçlayıcı tavırlarla konuşmalar olmamalı. Dürüst ol. Karşıdakinden şikayet gelirse bununla yüzleşebilmeli,  gerekirse özür dileyip değişmeyi göze almalısın.
Duygularını yargılamamalı,  koşulsuz kabul vermelisin.



«Toplumumuzun yapısını değiştirebilmek için, ortalara çıkıp isyan etmekten çok daha etkili bir başka yöntem var;  kendimizi değiştirmek.
Mutluluğu ve gerçek aşkı yakalayabilmek için, öncelikle kendimizi değiştirmeliyiz. Bu değişim kökten ve ruhtan,  hatta bilinçaltımızdan olmalı.»






Yetiştirme Hataları-Erkekler için  
(Sadece 1. ve 3. maddeleri derledim)
Yetiştirme Hataları-Kadınlar için
 
"Prenses psikolojisiyle yetiştirmek"
















"Birini sevmemeye çalışmak,  sevmekten çok daha zordu."

_Yaşadığımız her şeyi kalpten  ve  sevgiyle yaşamalıyız.
_Ne yazık ki sevmeyi değil savaşmayı, güç göstermeyi, korktuğumuz gücü bastırmayı,  kontrol etmeyi hedefliyoruz.
Üstelik bunu sadece erkekler yapmıyor.
_Güçlü görünen karakterler  kolayca herkese sevgi, aşk, heyecan hissedemezler.


NOT:  Yazarın  Türk Erkekleri  ile ilgili söylediklerini ben yıllar önce, 2009'daki bir blog yazımda yazmışım.  Linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.



  _“Duyguların patronu kadındır.”

Kadında duyguların manyetik alan üzerindeki gücü, düşüncelere göre çok daha güçlüdür.  Kendiliğinden onları başlatabilir, hissedip hissetirebilir. Erkeğin ise mantığı duygularını değiştirebilir,  dizginleyebilir,  kolayca bastırabilir.
Düzgün bir ilişki kuracaksan,  sen kadın olarak duygu uyandırmalı, oluşturmalı  ve  seçtiğin erkeğin senin için harekete geçmesini,  avcı olmasını, ortak bir geleceği planlamasını sağlamalısın.

_Hoşlandığın kişinin pozitif yanlarını bulacak  ve onları sesli olarak,  duygularını geçirerek takdir edeceksin.  Onun yanında varlığını güçlü tutacaksın.   Aklın başka yerde olmayacak, iş/oyun düşünmeyeceksin, telefonunu kurcalamayacaksın,  zihnini dağıtmayacaksın.   Karşılıklı duygu ve tepkileri göz teması  ile  takip edeceksin.

_Cinsel enerjinle, herkesle ve hayatla flört ederken;  sadece takdir etmek ve duygu geçirerek hayat enerjisi aşılamayı kullanacağız.  Ama hayal kurdurmayı sadece hoşlandığımız kişiye yapacağız.






Manyetik Alan:
_Kendi hayat enerjisini artırıp başkalarına da aşılayabilen kişiler, gerçek bir çekim merkezi haline gelirler.




_Acının zıt kutbu haz olduğu için,  acı çektirmeyi pek çok kişi deniyor. Ama eğer bir erkek kadınının gözlerinin içine bakamazsa; ona hissettirdiği duyguların içinde şefkat, güven, sevgi, mutluluk yer almaz da sadece aşağılama,  can acıtma,  cezalandırma olursa,  bu kadına iyi gelmez.

(Yazar,  olumsuz duygu kutbuna girildiğinde hayat enerjisini kaptırmamak için önce  'topraklanma',  sonra kalpten konuşmayı öneriyor.  Bu arada kitap Aralık 2015'te basılmış.)


_"Pek çok erkeği korkutabilecek güçlü bir görüntüsü vardı.
(Bu yüzden)  kendisine daha sert ve acımasız davranılıyordu."

_"Âşık bir kadın asla zarar veremez. Asla savaşmaz. Sevdiğinin aleyhine davranamaz."





_Olumlu tepkiler alamazsan  ->   Ondan uzaklaşarak zaman tanı.
Eğer bu zaman içinde sana dönmüyor,  iletişim kurmuyorsa;  o zaman onunla konuşabilir, uygun bir şekilde bitirmek ya da devam etmek için fikrini sorabilirsin.   Red alırsan,  ondan kolayca vazgeçebilmelisin.

_Dolaylı olarak verilmiş mesajlara sadece dolaylı  ya da  altyazıyla cevap verilir.

_Egomuzun savunmaları:  Öfkemize yenik düşmek, laf sokmak, can acıtmak, görmek istemediklerimizden kaçmak, küsmek, aşağılamak, yargılamak, sevmeyi reddetmek.
(Yazar, egonun taktiklerinden uzaklaşmadığımız müddetçe mutluluğu bulamayacağımızı söylüyor.)



1. seviyede flört eden kadın:  Hoşlandığı kişinin duygularına hâkimiyet kurmak ister.  Erkek ise göz koyduğu kadına cinsel ve maddi anlamda hâkimiyet peşindedir,  hayat başarısını böyle ölçer.  Bu tip erkekler sevişirken kalplerini açmaz ve kadına yalnızlık hissettirir,  diyor yazar.

      _"Onun için saçımı sürürge ettim, ne istiyorsa kabul ettim"  ->  duygusal
şantaj
      _"Ona para verdim"   ->  Rüşvet


2. seviye flört:  Artık yanlış bir ilişki ya da sevgili adayından acı çekmeksizin vazgeçebilir haldedir.

2. seviyedeki erkek anlamıştır ki,  ilişkiler özgürlüğünü kısıtlamak için değil, kendisini ruhen ve erkeklik açısından geliştirmek ve olgunlaştırmak için vardır.

3. seviyedeki erkek:   Bazı erkekler sevmeyi bilirler.




(İlişkilerde  DUA  örnekleri)

"Anlamıyorum! Bana ne öğretmeye çalışıyorsun, anlamıyorum!  Lütfen 5 yaşındaki çocuğa öğretir gibi öğret.  Daha açık ol bana.  Net ol. Lütfen!"

"Tüm olumsuz duygularının temelinde,  Yaradan'ın kendi içindeki varlığını hissedememen yatıyor.  Her korkunun temelinde, Yaradan'a olan güvensizliğin yatar."

Hayal   -->  "Tüm bu güzellikleri yeniden ve devamıyla yaşamaya hazırım."



7 Kasım 2017 Salı

  Kurtlar  ve  Doğa


https://www.youtube.com/watch?v=h5nn6dBshuQ


Amerika Birleşik Devletleri kuzey-batı topraklarında bulunan, çok geniş bir alan (yaklaşık 9000 km2) üzerine kurulu Yellowstone Milli Parkı'na  70 yıl aradan sonra kurtlar tekrar salındı. Önce sadece çok artmış olan geyiklerin sayısını azaltmaları beklenirken, zamanla şaşırtıcı etkileri kendini hissettirmeye başladı. Sadece 14 adet kurdun doğa üzerindeki etkisi ne kadar ve ne şekilde olabilirdi?

George Monbiot adlı gazetecinin, TEDGlobal 2013 Konferansı'nda yaptığı konuşmadan kurtlarla ilgili bir bölümü, biraz eksikli ve kusurlu da olsa video şeklinde derledim.  (Diğer Türkçe çevirilerde ufak bazı hatalar ve karışık anlatımlar vardı, bu nedenle kendim el attım konuya.)  Böylece yıllar sonra tekrar kurtlar  ile ilgili bir paylaşım yapmış oldum.
Söz konusu konuşmanın tamamını ise şu linkte bulabilirsiniz:


17 Ekim 2017 Salı

   Hayatları  MASKE  olan  insanlar


Artık yazmadan geçemedim.
Bir arkadaşım  Facebook paylaşımında  şöyle diyor:
"Günaydın güzel ülkemin güzel insanları  diyecektim ama  güzel ülkemin tuhaf insanları  demek daha mantıklı.
Her halta siyaset sokup  her olayda art niyet arayanlar
ve artık kötü düşünmekten beyni sulanmış olanlar
size günaydın filan yok.  Ölün de kurtulalım."

Her Türkiye karşıtı, zarar verici olayda  "Siz bunu hak ettiniz, reziller!! harrgh tüüü!"  temalı paylaşımlar yapan, siyasetle ruhları dibine kadar kirlenmiş bu insanlar;  bu güne kadar,  malum cenaha barajı geçirmek uğruna patlatılan bombalarda ölen insanlarımız için,  artta kalanların travması için tek kelime etmediler.  (Ama Muğla'da bombacıların çıplak olarak aranıp yere yatırılması  ve  bazı ajanların tutuklanması
"insan hakları"  bağlamında onlar için çok daha önemli konulardı.)
10 Ekim 2015  Ankara Garı patlamasında  ortalarda  tek bir  HDP yönetiminden insan yokmuş,   bu da mı tesadüf acaba?

Seçimler öncesi,  HDP Diyarbakır Mitingi'nde bombalı saldırı gerçekleştiğinde  "Bunu AKP yaptı! Hesabını soracağız!!!"  diye sosyal medyada höykürenler;  nedense  o gece  Can Dündar'ın attığı
kan emici vampirik tvitlere tek bir laf etmediği gibi  dört köşe oldular bir de...  O gecenin delirmişliği şöyleydi:

Bir trafo önünde bomba(lar) patlatılmış, ölen insanlar var. Can Bey'in attığı tvit:  “Geçmiş olsun Diyarbakır!  Umarım cevabın yine aynı sağduyuda ve aynı nitelikte olur:  Seni başkan yaptırmayacağız!

Oturduğu yerden  anında-saniyesinde çözmüş kanlı düğüm atılmış işi ve tetikçilik yapıyor adam.  Ruhunun kirini çamurunu ortaya boca ediyor,  ona buna sürüyor.

Ertesinde  (Dicle Haber Ajansı  idi sanırım)  bir paylaşım yapıp  bomba düzeneğinin yerleştirildiği tabla altını  "tesadüfen"  çeken kameramanlarının kaydını yayınladı.  (Sonra tesadüfenli tvitlerini silip aynı görseli farklı bir cümle ile tekrar paylaştılar.)




Kendi Facebook sayfamda görselini yayınlayıp  "Bu mu gazetecilik?"  diye sordum diye o gece bazı sert tepkiler aldım.
Ona buna  "faşist  faşist!!!"  diyen  yüksek eğitimli bir genç kadın arkadaşım,  bol iğneli ve özelime göndermeli  aşağılayıcı bir cevap yazmıştı.  (Kendisinin pek çok zor zamanında destek olan bir insanın boşluğa yolladığı tek bir soruya tahammülü yok,  ona buna faşist diye ünleyip  «özgürlük»  istiyor,  üstüne saygı dersleri veriyor bu.)
Kendisi maskeli özgürlükçü.  Patlatılarak ölen ve öldürülen Kürt kanlarının pazarlamacılığını yapıyor aslen.  Ortaya yazılmış tek bir soruya tahammülü yok  ama ona buna "faşist faşist"  diye havlaya havlaya ömür çürütüyor.
Şaka şaka lan!   'Creme de la creme'   bir hayat yaşar,  ve kariyer basamaklarını hızla tırmanırken;  ülke, "ezilenler" ve gidişat adına boyna ahlanıp vahlanıyor.   (#tiyatro)




Bakıyorsun,  "Milliyetçiliğe dur de!"  gibi  sivil toplumcu hareketler içerisinde olanların sayfaları  Kürt milliyetçiliğinin damıtılmış örnekleri ile dolu.  Yahu bu ne perhiz  bu ne lahana turşusu?

Aynı milliyetçilik karşıtları,  Hendek operasyonları başlarken,   15Temmuz darbe ve kaos girişimi olurken,  her NATO müdahalesi söylentisi yayıldığında  "Siz bunu hak ettiniz.  Haydi şimdi Orta Asya'ya!'  :))"   gibi paylaşımlarla coştukça coşuyorlar.

E hani milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı idin sen?  Hani bunlar kötü idi? Hani bunlara karşı ortak bir mücadelemiz vardı?  Hani nerede o "kardeşlik türküsü"  ve  ülküsü?   Acaba neden kendini gerçek kimliğinle tanıtmıyorsun da  tam tersi imiş gibi sunuyorsun?
Neden bu kadar maske taktın??  :)


Ahmet Altan,  Nazlı Ilıcak  ve  Taraf-Zaman avanesi...
"Halkımız cahil!!!"  korosunun,  basın-yayının kirli ve bulanık yüzü için  siper olması  ise tam ibretlik.  Ülkede o kadar faili meçhul varken, hapishane baskınları yapılırken,  Ergenekon davaları gitgide bir kumpasa dönüştürülürken,  Hoca Efendiciler her köşe başını tutmuşken  "Adalet yürüyüşü"  yapmamış  CHP;  tutup başta  (kendilerine göre)  tam da  faşist mi faşist,  kötü mü kötü bir adam  ve  onun baskıcı iktidarı varken  bir anda  meydanlara dökülme kararı almışlar.
Tabii ki adalet adına!   (yersen)
Bayanlar baylar!  Bedava tutarsızlık var,  siz de ister misiniz?


Bir de durmadan  "yüzleşme"  isteyenler var.
Ekim 2014  Kobani olayları   olurken,   insanlar öldürülürken,
nifak tohumlarının meyve vermesi için  zehirli sözcükler  söylenirken üç maymunu oynamış bu sansarlar;  sıcak çatışma çıkınca:
“ Barış,  hemen,  şimdi!! ”
diye ünleyerek bir anda saklandıkları delikten çıkıp gene ülkeye ve Türklere nefretlerini kusarak ortaya tükürmeye başladılar.
Önce kendisi yüzleşmeyen  yalancı sahtekar  ne kadar insan varsa
tam zıttından girip  yüzleşelim muhabbeti yaparken beri yanda sürekli sinir uçlarını dinamitleyip nifak tohumları serperek,  toplumlar arası tüm yakınlaşma ihtimallerini de sabote edip çıkıyor burada.

İnsan kanından beslenen vampirler ve ölüseviciler! Sizin gibiler, ölen çocukları-gençleri,  Berkinleri  (Eren'leri)  ancak dilinize dolamak; söylemlerinize siyasi sos, dekor olarak kullanmak üzre "elverişli ölüler" olarak seversiniz.  Varsa yoksa "kimlik siyaseti!  (Ve davanız!)
Dilinize doladığınız "yüzleşme" ise bir ilüzyon. Ne gerçek bir yüzleşme ne de gerçek bir barışmayı hedeflemektesiniz. Sadece etnik ayrımcılık ve post-modernizm akımının etkisinde fitne-fesat ile atomlarına kadar ayrışma ve  "yem iken  daha ufak yem olma"...

Herkesin dilinde bir  "faşist"  kelimesi,  önüne gelene yapıştırıyor. Üstelik "Barış Hemen Şimdi!" ile barış istemek ve savaş karşıtlığı da kirlendi.  Aynen geçmişte "insan hakları" ve "çevrecilik" örneklerinde olduğu gibi...  Kavramların da içine ettik galiba?


Yazımın sonunda,  bir yorumdan alıntı yaparak bitiriyorum. Lütfen bir düşünün:
İster sağcı ol,  ister solcu.
İster Türk milliyetçisi ol,  istersen Kürt milliyetçisi...
Önce şu soruya hiç bir tarafa kıvırmadan cevap vermek gerekiyor.
Türkiye'nin Suriyeleşmesi tehlikesine ne diyorsun? Türkiye'nin Iraklaşmasına,  Lübnanlaşmasına, Libyalaşmasına ne diyorsun...
Önce böyle bir tehlikenin varlığına inanıyor musun?
Böyle bir tehlike söz konusu ise,  bu tehlikeyi es geçmek nasıl hoş görülebilir ki.
Sence  15-16 Temmuz  ne ifade ediyor?
(Mustafa Satış  -  "FARKLI GÖRÜŞ MÜ,  FARKLI CEPHE Mİ?"
Ekim 2017 tarihli FB yorumunu linke tıklayarak okuyabilirsiniz. Görüşmek üzere.)



13 Ekim 2017 Cuma

   Meltem  CUMBUL


Kendisini 90'larda TRT'deki yabancı müzik programlarından hatırlıyoruz. Ömer Karacan'ın hazırladığı programlarda genç ve enerjik, neşeli ve yapay durmayan bir sunuculuk yapıyordu. Kendine has bir aurası vardı, cıvıl cıvıldı.  Eh, o yıllarda televizyona çıkan herkesi zaten seviyor bağrımıza basıyorduk, alternatif yok malum.  Ne internet var  ne de TRT'den başka kanal...

Müzik programlarından sonra bir süre ortalarda görünmedi,  adeta ortadan kayboldu. Derken genç pop şarkıcısı Burak Kut'la çıkmaya başladı  (hem de 4 yıl deniyor!).  1998'de Seninleyim isimli bir albüm çıkardı.  İlerleyen zamanlarda onu dizi filmlerde,  bir iki sinema filminde filan da gördük.
Memoli (Mehmet Ali Alabora) ile başrollerini paylaştığı  'Yılan Hikayesi' (Kanal D)  dizisiyle çoklarınca tanınır olmuştu.  Şener Şen ve Timuçin Esen ile  Gönül Yarası'nda oynadı  (2005),  Yavuz Turgul  gibi ünlü bir yönetmenle çalıştı.  Bir aralar Amerika'da da uzunca kaldı ama çıkmadı galiba oralardan birşey.  Onun dışında çeşitli aşklarıyla kendisinden söz edildi.   (Akrep kadını)

Son günlerde yaşanan bir olay yüzünden adı şu aralar bolca gündemde.
Olay nedir?  Kısaca bakalım:

Memleketimizde,  'Uluslararası Adana Film Festivali'  diye bir sinema ödül töreni varmış.  Bunun 24.sünde (ben daha yeni duydum adını, oysa neredeyse çeyrek asırdır veriliyormuş bu ödül, hayret!) ödül gecesi sunucusu olarak   Ayşe Arman  ve   Meltem Cumbul   seçilmiş.
İki pop şahsiyet, biri sarışın öbürü kumral, yoz mu yoz dünyalarında karşılıklı bu pek mühim olayı icra ederken,  -spontane (kendiliğinden, o anda gelişen) mi  yoksa önceden kurgulu mu bilinmez-  bir olay patlatıvermiş birden Meltem hanım.
    Siyah-beyaz teknikle çektiği "Buğday" filmi ile En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazanan Semih Kaplanoğlu, ödülünü almak için sahneye çıktığı sırada,  uzattığı eline karşılık vermeyen Meltem Cumbul aniden geri çekilip sırtını dönmüş.  Yani 'güzel sunucu' yönetmen beyin elini sıkmamış.


Epey laf ve tartışma döndü tabii bu konuda, bazı çevrelerde... Siyasi sebepler öne sürülüyor,  partici yorumlamalar dönüyor.  Semih bey iktidara yakın çevrelerin konularını işliyormuş da, Meltem hanım özgür kızmış da vesaire vesaire... İncir çekirdeğini doldurmayan mevzular... Alper Görmüş de boş durmamış, elverişli zemindeki bu konu hakkında hemen bir yazı patlatıvermiş mesela
"Bir  ‘boğazına kadar siyaset’  kurbanı olarak  Meltem Cumbul"   diye. Arzu edenler link üzerinden yazıyı okuyabilir, ben okumadım şahsen. Sadece başlığa baktım. "Siyaset" demek biraz abartı olmuş ve mevzubahis olaya uymamış bence.

Meltem Cumbul'u yıllar önce  "Yasemin'in Penceresi"  adlı,  ünlülerin hayat hikayelerinin anlatıldığı programda izlemiştim. Hazırlayan ve sunan Yasemin Bozkurt  defalarca kendisini uyarmıştı, "Bu senin hayat hikayen Meltem, lütfen kendin ol" demişti; ancak bir türlü o teatral havadan çıkamamıştı. Muazzam bir yapaylık ve kimi genç kızlarda abartılı şekilde gözlemlenen yüzeysel ergen heyecanları sergileyip durdu program boyunca. Kimbilir belki de prenses psikolojisiyle harab olmuş bir başka kadınımızdır.  Bu ruhla yetişmiş ve dikkat çekmek isteyen kadınlarda hep bir taçlandırılma, klas/elit hareketler yaparak mahalleden alkış alma arzusu oluyor galiba.



90'larda gazeteler haftasonları tv ekleri verirdi. Yayın akışları, yarışmalar, gösterilecek filmler ve bir ünlünün kapakta resmi ile belki kısa bir söyleşisi olurdu içinde...

Bu da Milliyet'in eki Oscar tv'nin 1994 yılı  Temmuz-Ağustos haftası kapağı.

"Meltem CUMBUL
Radyodan Televizyona"