25 Mart 2009 Çarşamba

 Kızların sorunu ne?



Başlıktaki soru iyi mi oldu  yoksa  Kızları kim çıldırttı?  mı desem
daha iyi olurdu bilemiyorum ama,
geçen hafta başıma gelen bir olayı paylaşmak istiyorum.



Çok fena bir nezlem var  son  1-1,5  haftadır.  Her şey Bursa'ya gitmemle başladı gene... O nem oranı yüksek şehir ve 6 saatlik gece yolculuğu ile...

Sevgili erkek kardeşim odamda bir dolu sigara içip,  bir de havalanması için kışta kıyamette bütün camları açınca odanın içerisi buz gibi olmuş,  üzerine ben de yoldan gelince  ayvayı yemiştim gene.  Zaten kendimi bildim bileli bir bademcik sorunum var ki sormayın gitsin.  Hep anlatmaya çalıştım bizimkilere (aileme).  "Bu bademcikler alınmadıkça ben bu hastalıktan kurtulamayacağım" diye ama,  ablamın bademcik ameliyatını kabul eden annem benimkini asla kabul etmedi.  Sonuçta ben de sık sık  esen rüzgar, çıkan güneş, değişen hava koşulları vesaire  ayırt etmeden sürekli snıf snıf dolaşan,  gripsel ve diken üstünde yaşayan bir birey oldum çıktım.

Neydi ben ve benim gibilerin diğer insanlardan farkı?  Hep çorap giyiyoruz, hep kalın...  Belim açık gezdiğimi hiç hatırlamam bile. Fanila filan gibi iç çamaşırlarını  yaz-kış giymemize,  soğuklarda içlik vesairesiz dolaşmamamıza rağmen,  o bademcik belâsı  ve  ikide birde giden ses telleri!   : (

Neyse, anlayacağınız gene halim bu.  İlaç, bol vitaminli meyveler, sıcak bitki çayları vs ile daha da beterinden sakınmaya çalışıyorum.
Ne var ki hayat akıp gidiyor ve benim de çalışmam gerekiyor.  Hele bu aralar baya bir ders çalışmam...

Bu düşüncelerle,  tüm hastalığıma rağmen sabahın erken bir saatinde kalkıp,  gripten gözümden akan yaşlara rağmen hazırlanarak  Milli Kütüphane'ye  gidiyorum.
Bilgisayarlı sistemin,  girişte otomatik olarak verdiği numaralı yerimi bulup oturuyorum. Eşyalarımı çıkarıyorum. Bu arada kağıt mendil de neredeyse burnuma yapışık. Nefes almakta güçlük çekiyorum ama aklım nefesi çoktan sollamış,  önümdeki Makine kitabına konsantre olmaya çalışıyorum.

Tam o sırada,  çingene pembesi bir kazak giymiş, saçlarına röfle yaptırmış bir kız geldi  (aslında bir canavarmış)  ve  ellerini önüme adeta sarkıtarak  "Afedersiniz"  dedi.
"Sürekli burnunuzu çekiyorsunuz,  mendili burnunuza yapıştırsanız?"

Önce bunun bir şaka olduğunu düşündüm.
Çevreme dönüp baktım.
Kütüphanenin açılış saatinde geldiğimden,  henüz pek kimsecikler yoktu içeride.  Az sonra  üç beş boş sandalye harici  her yerin yüzlerce kişiyle dolacağı,  yıllarca gittiğim bu mekanda yaşadığım bu anlık olay karşısında şaşaladım kaldım.

(Bu arada kız da birkaç ön sıradaki yerine geçti.  Ama hala daha kafasını çevirip  "Mendili yapıştırın"  demeye devam ediyor.  Ben de
-gene-  deliyle deli olup,   "O kadar nemliyseniz,  bu kadar kalabalık mekanlara gelmeyin"  demiş bulundum.)


Burada dan diye bu olayı anlatmak ne kadar betimleyici oldu,  ben neyi ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama, uzun yıllardan beri çok daha ağırlaştırılmışlarına şahit olduğum bir dizi halkanın son örneklerinden biri idi bu.
Özellikle üniversiteye başladığımdan beri...

Nedir bu kadınları bu kadar asabileştiren, delirten?
Neden özümüzü kaybediyoruz?
Benzeri, hatta çok daha ağır şeylere şahit oldum, özellikle eğitimli kızlarda.  Nedendi bunlar?

Belki de, durup durup  "Eğitim şart!"  diye bahsettiğimiz o eğitimin hayatımızdan alıp götürdüklerinin bir örüntüsüdür bunlar.
Modern eğitim ne kadar iyi acaba  veya  ne kadar faydalı?
Modern eğitim bence cinselliği öldürüyor.
Erkeği kadınlaştırıyor mu bilmem ama;  bence kadını ve kadınlığı erkekleştirmiyor,  ancak öldürüyor.



Serinin Devamı:

3 yorum:

Adsız dedi ki...

E tabi size öyle demesi kabacaymış ama hastayken toplu mekanlara girip başkalarını hasta etmek de pek hoş değil. Evde oturmak en iyisi.

canilecanan dedi ki...

Hasta olup olmamamla ilgilendiğini sanmıyorum o şahsın. Benim veya bir başkasının hastalığı umrunda değildi sanki. Öyle olsa sessizce yerinden kalkar ve başka bir yere otururdu. Veya kütüphaneye tekrar girişini yaparak başka bir oturma salonuna geçebilirdi. Oysa kendisinin tek ilgilendiği şey, nefes alıp verme sesimi duyması idi! Bunu yazımda da belirtmiştim zaten.

Milli Kütüphane, Ankara'daki üniversite sayısının artışı ve yaz okulu sistemine geçiş ile, neredeyse yılın tamamında bine ulaşan sayılarda öğrencinin ders çalıştığı bir ortam. Buna bir de araştırma-inceleme amacıyla gelenleri eklerseniz, kışın ortasında gribin bir bende olmadığını tahmin edebilirsiniz.

Zannedersem, "Yeter ki kızımız okusun" diye fazlaca pohpohlanmış ve egosu fazlaca şişmiş bir bireydi. Kabalığı ve küstahlığı ile beni güldürmüş olması ile bu yazıyı yazma ilhamını vermiş oldu.

canilecanan dedi ki...

Hazır söz kütüphanelerden açılmışken, pek çok üniversite kütüphanesinin durumuna değindiğim "Türklerde çene ishali" başlıklı yazımı da anmak isterim burda.

http://canilecananlar.blogspot.com/2009/04/turklerde-cene-ishali.html