23 Mart 2009 Pazartesi

 Güneşi  Gördüm


Vay anassını sayın sinema severler! Bu filmden sonra kendime gelebilmem, vizyondaki bir Türk filmine bir daha gidebilmem için, korkarım ve zannediyorum, pek çok Amerikan filmi izlemem şart.

O kadar sıkıldım ki filmi izlerken!
Son yıllarda izlediğim pek çok Türk filmi içinde en kötüsü şüphesiz bu idi.  Hani Sinan Çetin'i diline dolamış birileri iş olsun diye Romantik'i yerden yere vuruyor ya!  İşte o Romantik bu filme açık ara fark atar.

Zaten malum olanı söylemeye gerek yok.  Yine de  biz seyircilerin bu kadar aptal yerine konmasına dayanamıyorum artık.

Kürt meselesi,  devlet,  savaş,  terörist  ve askerleri  içerisinde barındıran bir film yapıyoruz  iddiasıyla ortaya çıkılıyorsa; seneryoya ve diyaloglara az daha özen göstermek gerekmez miydi?

Filmin ilk yarısında;  komutan,  sorumlu asker  (rütbesini anlayamadım)  ve  köylü adam  arasında geçen öyle konuşmalar var ki,  ben kendimi  köşedeki Ziraat Bankası'nın fatura kuyruğunda memurla sohbet edenleri uzaktan izliyorum sandım bir an.
(Cümle bile ne kadar sıkıcı oldu,  anlayın artık.)
Hikayedeki kopukluk ve uyumsuzluklara hiç girmiyorum bile...

Kompozisyon dersindeki gibi ezberlenmiş ve kalıplaşmış,  ruhunu kaybetmiş cümlelerle bezeli bu propaganda filmini izlerken bir taraftan da ne kadar geç kalınmış olduğunu düşündüm.  Evet, sene 2009  için  çok geç kalınmış bir hikaye  ve  dillendirilmede gecikmiş olgulardan bahsediyor  Güneşi Gördüm  filmi.  Bu yüzden de baydıkça bayıyor.

Hayatta bazı şeyler için geç kalınca,  yakalamaya çalıştığınızda da olmaz birşeyler, mayası tutmaz. Biraz da hüzünle söylüyorum şimdi bunları.

(Hiç birisine haksızlık etmemek için isim vermiyorum. Yine de, az buçuk okuyan ve Kürt sorunu hakkında hangi taraf ne diyor, buna az buçuk kulak kabartan bir insan, filmdeki demodelik karşısında yarılmıştır herhalde.)

Bir de önemli gördüğüm bir şey var:  Kürtlere bir özür borcumuz var bizim bence. Vicdanen ben rahatsız oldum mesela.  Sinemamızda bir türlü Kürt tipini ve geleneğini canlandıramadık biz.  Kürtleri ya alay ederek,  ya komiğine vurarak,  ya da acıyarak merhamet sömürüleriyle yansıttık sinemaya.  Bir zılgıt, bir tespih, bir sakal,  bir de şalvar yetiyor Kürt olmaya!  Bu kadar basit olmamalı diye düşünüyorum.

Sonuçta bir başka alaya alınan ırk  Çingeneler  ile ilgili  Avrupa sinemasında ne kadar değerli filmler yapılmıştır,  ve bunların bazıları bu topluluğun geleneklerini de doğal bir şekilde sunar.
Biz ise 2009'da bile klişelerle bakıyoruz halklara...
Belki kendimiz de geç dönem yapay uluslaşma hareketleri ile hiçbir zaman ulus devlet ve millet bilincini geliştiremediğimiz içindir.

Bol bol duygu sömürüsünden fenalık geldi.  Uzun lafın kısası:
Bazen salondan yarıda çıkıp gitmeyi de bilmek gerekiyor galiba.


----

İğrenç espri köşesi:   Filmin adı  "GÜNEŞİ GÖRDÜM"  değil de "Travestileri gördüm"  olabilirmiş pekala.  O konuyu daha güzel işlemiş gibi.
("Ne işi var terör konulu bir filmde bu kadar travesti sahnesinin?" diye sormayın,  "mantık arama!"  zaten.)

Gereksiz yorum:   "Ne şiş yansın ne kebap!"  mantığıyla propoganda filmi olmaz. Aslında bi skim de olmaz ya neyse.

Kısa kısa...:   Ali Sürmeli'yi  hidrojen bombasıyla patlatma isteği" uyandıran bir film bu.  En sıkıcı ve en ruhsuz sahneler onunkiler zira.

Soru:  Son yıllarda Fethullahçılar ile Mahsun Kırmızıgül ve sineması arasındaki belirgin bir yakınlaşma var.  Bana mı öyle geliyor ki?


Tamamlayıcı nitelikte olacağını düşünerek,  Private Sözlük'ten bazı alıntılar yapmak istiyorum.  Merak edenler aşağıdaki yorumlar kısmından okuyabilir.

3 yorum:

canilecanan dedi ki...

* Güneşi gördüm: Mahsun Kırmızıgül'ün hem yazıp hem yönetip hem de başrol oynadığı filmi.
(CannabicHunger)

* Filmdeki her hikaye için ayrı ayrı film çekilebilir. Göç, toplumun eşcinsellere bakışı, özgürlük, eğitimsizlik gibi birçok konuya değinmiş ya da değinmek istemiş ama acemiliğinden olsa gerek pek dengede tutamamış filmi. Her ne kadar zorunlu göç politikası nedeniyle evinden uzaklaşmak zorunda kalan aileler anlatılmak istense de, ana hikaye daha çok Cemal Toktaş'ın canlandırdığı Kadir(Kado) üzerine geçmiş.
(bir nokta gozu kor eder)

* İbrahim Tatlıses ekolünden yetişme Mahsun Kırmızıgül'ün, popüler kültürün lezzet sınırları içerisinde, sistem eleştirisini zerre aklından geçirmemiş-geçiremeyecek (o göt yok, yapamaz)en az kendisi kadar dandik filmi. Popülist söylemlerle dolu kalitesiz bir zırva işte. Yılmaz Güney filmleriyle kıyaslamaya kalkanlara götle gülünmesi icap eder, hatta bunların göt edilmesi gerekir.
Asla ve asla devleti(askerini) eleştiremez, düzeni eleştiremez, ağalık düzenine hele (zaten bir parçası) karşı gelemez. Belki bunları yapsaydı bir düşünülebilirdi bu kıyaslama. Ama yok yok, bu herifin geçmişi belli bir kere, osuruktan tayyare...
Güneşi Gördüm: (Peki Güneş de bizi görüyor mu?)
Üff ne biçim toplumsal mesaj alıyom içim parçalandı adeta!
(delii)

* Filmde işlenilen beş konu var:
1) Türk Silahlı Kuvvetleri, operasyon düzenlerken Rus yapımı mil mi-24 tipi helikopterleri kullanıyor (ki TSK envanterinde bu araçlar yok. Olmadı hiç. Nereden bulmuşlar bunları?)
2) Türkler gelince göç etmek zorunda kalıyorlar.
3) İsveç güzel yerdir. Gidersin, ben Kürdüm, bana zulmediyorlar diye ağlarsın, sana ayda 2000 avro verirler. Mis!
4) Çamaşır makinasında bebek yıkanmaz.
5) Güneydoğu'da gay olmak zordur.
(tanra)

* Politik bir film olması amaçlanmış. Ama bu da "Bak el oğlu Norveç'te işsize maaş bağlıyor, ama Türkiye bir şey yapmıyor. Devletin hası Norveç'tir", "Keşke devlet buralara bir şey yapsa!" vb.den öte gidemiyor.
PKK sorununun köküne de devleti yerleştirmiş. Teze göre, devlet oralara yatırım yapmamış, veya Norveç'te olduğu gibi işsizlere maaş bağlamamış, oranın halkını "sahipsiz" bırakmış, dolayısıyla gençler de dağa çıkmaya başlamış. İyi de hiç mi milliyetçilik yok yani PKK olayında? Devlet oralara yeterli yatırımı yapsa, birileri Kürdistandan vaz mı geçecek?
(marie arouet tolstoyevski)

canilecanan dedi ki...

Bu da Ahmet Hakan'ın 13 Mart 2009 tarihli bir yazısından alıntı:

Mahsun'dan Yılmaz Güney olmaz... Olamaz... Çünkü...

BİR Yılmaz Güney deli divane bir adamdı... Hayatını berbat etmeyi göze alabiliyordu... Kendinden geçiyordu... Mahsun ise kelimenin tam anlamıyla idare-i maslahatçının teki...

İKİ Yılmaz Güney tarafını seçmiş bir adamdı... Tavrını koyuyordu... Denklem kurmuyordu... Bombayı patlatıyordu... Mahsun ise bir tokat devlete atıyorsa, bir tokat da örgüte atarak vaziyeti kurtarma derdinde olan dengecinin teki...

ÜÇ Yılmaz Güney tribüne oynamıyordu... Melodram yaratmıyordu... Kaskatı gerçeği kendine özgü bir ifade biçimiyle yaşayarak anlatıyordu... Mahsun ise "burada düşündüreceğim / burada ağlatacağım" hesaplarıyla hareket eden bir hesap kitap adamıdır...

DÖRT Yılmaz Güney'in köşe yazarları yoktu... Özel gösterim bilmezdi... Gala yapmıyordu... Halkla ilişkiler çalışmasına zerre kadar yüz vermiyordu... Bileğinin hakkıyla kendini kabul ettirmiş bir adamdı... Mahsun ise daha filmi vizyona girmeden yaptığı atakla bu işlerin adamı olduğunu kanıtladı...

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11198609&yazarid=131&tarih=2009-03-13

ALEMINDAYISI dedi ki...


Film haddini aşacak derecede fazlaca konu ve karaktere yer vermiş. Terör, özürlü çocuklar, yokluk, yalnızlık, ve eğitimsizlik gibi üstesinden gelmenin insani boyutları aştığı sorunların üzerine bir de eşcinsellik ve yasadışı göç olgusunu eklemek aynı film için lüksten başka bir şey değil. Ondan da olsun, bundan da olsun maymun iştahlılığıyla her problemin üzerine atlayan Mahsun tüm bunları aynı potada eritebilme çabasına girişmiş. Durumu hakkıyla kurtaramasa da berbat ettiği de söylenemez fakat; bu yoğunluk seyirci üzerinde bir baskı oluşturarak zihinsel yorgunluğa yol açıyor.Mahsun Kırmızıgül’ün Türk toplumu ve genel olarak insanlığın geleceğiyle ilgili iyi niyetlerine şüphe yok. Ancak beyazperdeye böyle geniş çapta bir öykü taşımadan önce sinema sanatının yöntemlerini daha bir çalışmak, sinema tarihindeki benzer anlatım tarzlarından faydalanmak anlamlı bir derinlik kazandırabilirdi.