Yağmurlar, seller, yüzen tırlar ve ölüler...
İstanbul sulara teslim oldu bu Eylül. Üstelik sadece İstanbul değil, İstanbullular da... Teslim olan İstanbulluların kimisi bedelini hayatıyla ödedi.
Sonuç: Bilmem kaç bol sıfırlı maddi hasar ve 29 can.
"Mimari ile medeniyet, birbiri ile iç içe geçmiş bütünleyici kavramlardır" demiştim önceki bir yazımda. Her şiddetli yağmur, sel ve doğal afet sonrası Türkiye'nin medeniyet seviyesini şifresiz ve filtresiz olarak görebilmek mümkün oluyor.
Sonuç: Bilmem kaç bol sıfırlı maddi hasar ve 29 can.
"Mimari ile medeniyet, birbiri ile iç içe geçmiş bütünleyici kavramlardır" demiştim önceki bir yazımda. Her şiddetli yağmur, sel ve doğal afet sonrası Türkiye'nin medeniyet seviyesini şifresiz ve filtresiz olarak görebilmek mümkün oluyor.
Medeniyet bir yana... Yahu bu ne açgözlülüktür? Sel felaketinde 7 kadın (işçi), servis aracı olarak kendilerine revâ görülen bir yük aracından kurtulmaya çalışırken kapıların açılmaması sebebiyle boğularak öldü.
"Öldüler çünkü kader" değil; öldüler çünkü içinde bulundukları araç insan taşımacılığı için uygun değildi ama onlar "itaat" ettiler, etmek zorundaydılar...
Ayrıca dere yatakları yerleşim alanı olmak için uygun alanlar değildi...
Ve her zamanki gibi: Gene "altyapı" yoktu!
Su, İstanbul'a felaket getirdi. Sonradan bir de "yağmacılar" çıktı selden geri kalanı toplamak için.
Çok şey geldi geçti gözümün önünden, hangi birini desem? İnanır mısınız, "yağmacılar" deyince 6/7 Eylül olayları bile geldi aklıma... Fabrika stajlarım sırasında gördüklerim... İş yerinde ihmalden kaynaklanan kaza sonucu sakatlanan işçisinin alın terinin ve mağduriyetinin hakkını vermekten Süperman hızıyla kaçıp, aşırdıklarını karısına/metresine/çocuklarına/ailesine yediren, her daim jeep'li dört çekerli adamlar geldi... 99 Ağustos Depremi geldi... Göçük altındaki yaralı insanların günlerce devletten, belediyeden, kurtarma ekiplerinden, şundan bundan yardım bekleye bekleye ölmesi geldi... Devletin -aynı Ümit Özgen olayında olduğu gibi- gönüllülere bile engel olan yardım (?) anlayışı geldi...
Ne desem?
Aydın Doğan'a büyük vergi cezası
Doğan Grubu, iktidarlarla arasını iyi tutmayı her devir bilmiş ve bunun nimetlerinden akılcı şekilde faydalanmış bir medya kuruluşudur. Ancak AKP düzeninin kendi elitlerini yaratmaktaki ısrarına RTE'nin inadı da eklenince, bu kez o kadar kolay olmadı ve olaylar farklı gelişti.
"Ya bendensindir ya da onlardan" anlayışından bahsediyorum...
Birine ait olanlar, diğer gruba her bulduğu fırsatta haddini bildirmelidir. Bildirmelidir ki güzel yarınlara hep beraber çıkalım. (yersen)
("Bizler ve Onlar anlayışı")
Münevver Karabulut Cinayeti'nde büyük gelişme! (yersen)
Cem Garipoğlu yakalandı. ("Teslim oldu" da deniyor gerçi.)
Yaşı daha 18 değilmişmiş de... İyi çocukmuş da...
Bir de Aytekin Kaya diye bir avukat tutmuşlar ki, o da belli ki iyi bir çocuk. Harbi kadın Seda Sayan ablamızın yeni programı "Susma" sayesinde, maktulün babası Süreyya Karabulut'un bir aracı vasıtasıyla Hayyam Garipoğlu ile arasında gerçekleşen bir başlık parası mı (yok bu olmadı galiba),
sus payı mı, yoksa kan parası mı öyle bir şeyi öğrendik.
Biliyorsunuz biz bir cemaat toplumu gibi işliyoruz.
"Ya bendensindir ya da onlardan" anlayışından bahsediyorum...
Birine ait olanlar, diğer gruba her bulduğu fırsatta haddini bildirmelidir. Bildirmelidir ki güzel yarınlara hep beraber çıkalım. (yersen)
("Bizler ve Onlar anlayışı")
Münevver Karabulut Cinayeti'nde büyük gelişme! (yersen)
Cem Garipoğlu yakalandı. ("Teslim oldu" da deniyor gerçi.)
Yaşı daha 18 değilmişmiş de... İyi çocukmuş da...
Bir de Aytekin Kaya diye bir avukat tutmuşlar ki, o da belli ki iyi bir çocuk. Harbi kadın Seda Sayan ablamızın yeni programı "Susma" sayesinde, maktulün babası Süreyya Karabulut'un bir aracı vasıtasıyla Hayyam Garipoğlu ile arasında gerçekleşen bir başlık parası mı (yok bu olmadı galiba),
sus payı mı, yoksa kan parası mı öyle bir şeyi öğrendik.
Melih Gökçek
Büyük insan. Şimdi de Ankara 7. Cadde'ye takmış. Millet laf dalaşında eyleşedursun, Gökçek akıllı adamdır, oraya kafayı taktıysa kesin bir "altın yumurta" mevzusu vardır. Ki var. Önce cadde ve sokak isimlerini değiştirdi. Baktı ki ilgi çekiyor, bir de referandum önerisi attı ortaya. Adına "Ankara'da içki referandumu" dendi.
Hazır referandum da ayağa, pardon halka düştü ya! Gelsin refer, gitsin refer artık! ("Referandumsuz yaşayamam!")
7. Cadde'de içki içilip içilemeyeceğine oradaki insanlar karar verecekmiş.
Hazır referandum da ayağa, pardon halka düştü ya! Gelsin refer, gitsin refer artık! ("Referandumsuz yaşayamam!")
"Melih Gökçek'in Bahçeli 7. Cadde ile ne derdi var?" sorusuna cevaben,
eski bir yazım --> Ankara ve Melih Gökçek
Bu da Ek$i Sözlük'ten bir alıntı, Ankara'yı bilenlere gelsin:
"Hayır benim anlamadığım İ. Melih Gökçek'in Bahçeliyle ne alıp veremediği olduğu. Adam bundan yıllar önce de Bahçeli girişine Gökkuşağı Rekrerasyon Alanı diye bir inşaat yaptı ve hala bomboş orada trafiği tıkıyor, Milli Kütüphane yolu felç oldu. Derdin ne arkadaşım Bahçeliyle, 7. caddeyle? İçkiyi yasaklayacaksın da nolacak? Senin bilmem kaç nesil önceki ceddin de denemişti bunu? Hayır açıkça söyle, orda içki istedin de sana vermediler mi? Ne geldi Bahçelide başına sayın İ. Melih Gökçek? Şimdi neden taktın Bahçeliye sen? Ayrıca yanılıyorsam biri beni düzeltsin: Bahçelievler semti Çankaya Belediyesi sınırları içinde değil mi?" (allarga, #16846701)
Hüseyin Üzmez davası sonuçlandı.
Geçen Nisan ayında Bursa'da, 14 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan 77 yaşındaki Hüseyin Üzmez, 13 yıl hapse mahkum edildi.
Tamam cezası neyse çeksin. Ama keşke baştan çekseydi de içeri gir-çık, gir-çık + sürekli değişen/çelişen Adli Tıp Raporları tartışmaları ile hukuk ve yargı sistemine güven bu kadar zedelenmeseydi. Ne var ki halkın tepkisi anlamlı. Dilerim aynı tepki diğer sapıklara da gösterilir. Kendi evladının cinsel istismara uğraması üzerinden para kazanmaya çalışan ebeveynlere de Batı'da olduğu gibi bir ceza uygulaması yapılsa keşke."
Bir medya sitesinde yaptığım yorum (kısa eklemelerle) şöyle:
"Bana kalırsa o da günah keçisi addedilenlerden oldu. Millet Hüseyiz Üzmez'e küfrederek şeytan taşlıyor, günah çıkartıyor gibi... (Acaba Vakit gazetesi yazarı olmasaydı üzerine bu kadar gidilecek miydi? Benzer bir soru Cem Garipoğlu vakası için de denebilir ama konuyu dağıtmayalım şimdi burada...)
Tamam cezası neyse çeksin. Ama keşke baştan çekseydi de içeri gir-çık, gir-çık + sürekli değişen/çelişen Adli Tıp Raporları tartışmaları ile hukuk ve yargı sistemine güven bu kadar zedelenmeseydi. Ne var ki halkın tepkisi anlamlı. Dilerim aynı tepki diğer sapıklara da gösterilir. Kendi evladının cinsel istismara uğraması üzerinden para kazanmaya çalışan ebeveynlere de Batı'da olduğu gibi bir ceza uygulaması yapılsa keşke."
Adli Tıp Kurumu mevzularına girmişken...
Kurumun eski başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy hakkında bazı ciddi iddialar ortaya atıldı/serildi, Ergenekon Davası dosyasına giren bir askerî istihbarat raporu ile.
Kurum başkanıyken oraya buraya ("orası burası", TSK ve Ordu Komutanlıkları gibi yerler oluyor) raporlar/yazılar gönderip meslekdaşlarının Cumhurbaşkanı tarafından görevden uzaklaştırılmasını isteyen bir insanmış veya öyle olduğu söyleniyor diyeyim şimdilerde. İşkence olaylarında diğerleri "İşkence yapılmıştır" gibi raporlar vererek Türk Silahlı Kuvvetleri'ni lekeleme-zedeleme ve AB'den para koparma peşindelermiş... Bu arada Taraf'a verdiği beyanında (bkz) Orgeneral Hurşit Tolon ile görüştüğünü doğruladı. Ancak yazılı raporların kendisi tarafından değil, Ergenekon sanığı Ümit Sayın tarafından iletildiğini ima etti. Dertleşmek, içini dökmek, kaygılarını iletmek üzere Hurşit Bey'i ziyaret etmiş, aslında kendisini tanımıyor-MUŞ...
Sevil Atasoy'u ilk defa -yanlış hatırlamıyorsam- Herkes Bunu Konuşuyor isimli programda görmüştüm. Sonradan da Okan Bayülgen'in Ntv'deki çeşitli programlarına defaatle konuk oldu. Hatta Hürriyet Pazar'da bir köşesi filan oldu... Yani diğer meslekdaşlarına nazaran epeyce ünlü oldu. (Bu yazarlık işinin de, o dönemki bir orgeneralin Hürriyet yönetimine özel isteğiyle olduğu söyleniyor ve hatta delillendiriliyor şimdilerde.)
Kendine güvenen, tuttuğunu koparan, kariyer sahibi, akıllı bir kadına benziyordu. Hatta öyleydi. Bu kadın Adli Tıp Kurumu başkanıydı ve mesleğinde bir örnekti.
Değerler bu kadar kolay değersizleştirilmemeli diye düşünüyorum. Keşke kendileri de bunu anlamış olsalardı. Bakınız galeyan ve kargaşa ruhu nerelere kadar varabiliyor? Sevil Atasoy hakkında beni şu an mutlu eden tek şey ise: kendi özeleştirisini verdiği beyanında dile getirmiş olması.
İlker Başbuğ hakkında suç duyurusu
"Kanunla verilmiş görev ve yetkilerin dışına çıktığı ve siyasi nitelikte konuşmalar yaptığı" gerekçesiyle; İstanbul Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras ve bir grup kişi (Mebuse Tekay, Oya Baydar, Baskın Oran, Cengiz Algan, Ahmet İnsel, Aydın Engin, Mithat Sancar ve Sezgin Tanrıkulu) imzasıyla 28 Eylül 2009 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.
"Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 21-22 Eylül 2009 tarihlerinde Güneydoğu sınır bölgesinde yaptığı konuşmalarda kendine kanunla verilmiş görev ve yetkilerin dışına çıkmış, siyasi nitelikte konuşmalar yapmıştır.
Bu konuşmalar, Askerî Ceza Kanunu'nun 148. maddesinin C bendine göre suçtur. Adı geçen Madde 148, 'Siyasi Faaliyette Bulunanlar' başlığını taşımakta olup "(...) siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunanlar (...) fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde 1 aydan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar" hükmüne girmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hakkında söz konusu demeçlere ilişkin soruşturma açılması için suç duyurusunda bulunmaktayız."
Ve bir Oscar haberi!
Yılların güzelliği Brigitte Bardot, Amerikalıların kendi adıyla düzenlediği ödül yarışmasına sadece memnuniyetini belirtip asla katılmazken, Türkler tam bir Amerikan yalaklığı (pardon, tam bir Oscar manyaklığı) içerisinde...
Bravo diyorum. (Yoksa "Yorumsuz" mu desem?)
Kurum başkanıyken oraya buraya ("orası burası", TSK ve Ordu Komutanlıkları gibi yerler oluyor) raporlar/yazılar gönderip meslekdaşlarının Cumhurbaşkanı tarafından görevden uzaklaştırılmasını isteyen bir insanmış veya öyle olduğu söyleniyor diyeyim şimdilerde. İşkence olaylarında diğerleri "İşkence yapılmıştır" gibi raporlar vererek Türk Silahlı Kuvvetleri'ni lekeleme-zedeleme ve AB'den para koparma peşindelermiş... Bu arada Taraf'a verdiği beyanında (bkz) Orgeneral Hurşit Tolon ile görüştüğünü doğruladı. Ancak yazılı raporların kendisi tarafından değil, Ergenekon sanığı Ümit Sayın tarafından iletildiğini ima etti. Dertleşmek, içini dökmek, kaygılarını iletmek üzere Hurşit Bey'i ziyaret etmiş, aslında kendisini tanımıyor-MUŞ...
Sevil Atasoy'u ilk defa -yanlış hatırlamıyorsam- Herkes Bunu Konuşuyor isimli programda görmüştüm. Sonradan da Okan Bayülgen'in Ntv'deki çeşitli programlarına defaatle konuk oldu. Hatta Hürriyet Pazar'da bir köşesi filan oldu... Yani diğer meslekdaşlarına nazaran epeyce ünlü oldu. (Bu yazarlık işinin de, o dönemki bir orgeneralin Hürriyet yönetimine özel isteğiyle olduğu söyleniyor ve hatta delillendiriliyor şimdilerde.)
Kendine güvenen, tuttuğunu koparan, kariyer sahibi, akıllı bir kadına benziyordu. Hatta öyleydi. Bu kadın Adli Tıp Kurumu başkanıydı ve mesleğinde bir örnekti.
Değerler bu kadar kolay değersizleştirilmemeli diye düşünüyorum. Keşke kendileri de bunu anlamış olsalardı. Bakınız galeyan ve kargaşa ruhu nerelere kadar varabiliyor? Sevil Atasoy hakkında beni şu an mutlu eden tek şey ise: kendi özeleştirisini verdiği beyanında dile getirmiş olması.
İlker Başbuğ hakkında suç duyurusu
"Kanunla verilmiş görev ve yetkilerin dışına çıktığı ve siyasi nitelikte konuşmalar yaptığı" gerekçesiyle; İstanbul Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras ve bir grup kişi (Mebuse Tekay, Oya Baydar, Baskın Oran, Cengiz Algan, Ahmet İnsel, Aydın Engin, Mithat Sancar ve Sezgin Tanrıkulu) imzasıyla 28 Eylül 2009 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.
"Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 21-22 Eylül 2009 tarihlerinde Güneydoğu sınır bölgesinde yaptığı konuşmalarda kendine kanunla verilmiş görev ve yetkilerin dışına çıkmış, siyasi nitelikte konuşmalar yapmıştır.
Bu konuşmalar, Askerî Ceza Kanunu'nun 148. maddesinin C bendine göre suçtur. Adı geçen Madde 148, 'Siyasi Faaliyette Bulunanlar' başlığını taşımakta olup "(...) siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunanlar (...) fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde 1 aydan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar" hükmüne girmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hakkında söz konusu demeçlere ilişkin soruşturma açılması için suç duyurusunda bulunmaktayız."
Ve bir Oscar haberi!
Yılların güzelliği Brigitte Bardot, Amerikalıların kendi adıyla düzenlediği ödül yarışmasına sadece memnuniyetini belirtip asla katılmazken, Türkler tam bir Amerikan yalaklığı (pardon, tam bir Oscar manyaklığı) içerisinde...
Mahsun Kırmızıgül'ün yönetmenliğini yaptığı Güneşi Gördüm filmi, Yabancı Film Oscarlarına gönderilmek üzere seçilmiş içimizden birilerince.
Bravo diyorum. (Yoksa "Yorumsuz" mu desem?)
Kayseri'de Ramazan Bayramı'nın ikinci günü şeker toplamaya çıkan üç çocuktan bir daha haber alınamadı. Kamuoyunda gene organ mafyası heyulası dolaşıyor.
Mart 2011'de gelen Edit: Uğur Veli Gülışık adlı sapık şahıs çocukların katili olarak tutuklandı.
Bu olaydan sonra çocuklar artık bayram günleri kentlerde kapı kapı dolaşıp şeker toplamaz oldu.
Gazeteci Mustafa Balbay, kendisine ait olan günlüklerin aslında kendisine ait olmadığını söyledi. Sözleri şöyle idi:
"Bana atfedilen günlük adı verilen notlar bana ait değildir. Belgelere göre ben 10 yıllık notları, 2 dakika 33 saniyede oluşturmuş gibi görünüyorum. Usain Bolt olsam bu kadar kısa sürede dosya oluşturamam. Çok açık bir şekilde kopyalama yapılmış."
Oysa daha önce kendi gazetesindeki köşesinde "Gerilimli Yıllar" başlıklı bir yazı dizisi ile bir anlamda o günlükleri ve kendini savunmuş; kendisinin demokrasiyi korumak için mücadele ettiğini, bunların gazetecilik anlayışıyla tutulmuş notlar olduğunu söylemişti. Sanırım o yazı dizisi fazla ilgi çekmemiş olacak ki, sonradan çıkıp günlüklerle beraber herşeyi reddetti.
(Uzak Doğululardaki harakiri'nin gözünü seveyim!)
İkisi de Kürt açılımı hakkındaki değerlendirmeleriyle gündemde...
Burada birkaç alıntı yapmak istiyorum:
"Sezen Aksu telefon açarsa, o (H. Avşar) gider gazetelere konuşur acilen. Altta kalmaya dayanamaz. Açılır. Gündeme gelmek için ne yapacağını şaşırmasına, şaşırmıyorum."
(ranini - #16742187, Ek$i Sözlük)
"Günlerdir Hülya Avşar haberleriyle okunurluğunu artırmaya çalışan Radikal'e ve tüm gazetelerimize selam olsun. Avşar haberleri ile gazete denen neşriyat okunacak olsaydı, Türk gazetelerinin senelerdir tirajları alay edilecek durumda olmazdı." (can ile canan)
(Ve işin ilginci, bu kişiye bile "bölücülük"ten dava açıldı!)
Ve son olarak Spor:
12 Dev Adam'ın basket maçları Ntv'de zevkle izlendi bu ay.
--------------------------------------------------------------------------------
O kadar çok şey yazamadan kaldı ki!
* bkz. Bir RTE savunması: "Her şeyi askere atmayın" (12 Eylül, Taraf)
* Amerika'dan füze alıyoruz!
Obama yönetimi yetkilileri, ABD meclisine Türkiye'ye 7,8 milyar dolarlık Patriot PAC-3 füzesi satılması ihtimali olduğu yönünde bilgi verdi.
* Ufak bir Dipnot: Bu çok yağmurlu, Marmara'da bol sulu selli Eylül ayının sonlarına doğru, Okan Bayülgen ve Şirin Ediger'in kızları İstanbul Bayülgen dünyaya geldi. Bu da gereksiz bilgi olarak (kime göre neye göre?) burada bulunsun :)
Bu Gündem başlığının kapsadığı bir çok etiketi, 20 limiti nedeniyle ekleyemedim ve bu nedenle aramalarda çıkmayacak maalesef. Bunlar:
ABD, askerler, darbe, gazeteciler, hukuk, Münevver, Sezen Aksu, spor, şöhret, TSK, Türk Sineması, Türkler,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder