11 Eylül 2009 Cuma

 SANSÜR

...
Türkiye'de sansür konusunda bir  ikiyüzlülük  var.

Yakın zamandan örnek:  Bir defilede göğüs ucu görünen manken görüntüleri, uygunsuz kadın frikikleri sansürlenmiyor bizde;  ama "Pimi çekilmiş el bombasını erin eline veren teğmen"  haberi sansürleniyor mesela...  Veya büyük siyasetçilerin, bakanların, üst düzey asker ve bürokratların aşk ilişkileri sansürleniyor.  "Sanatçı topluma örnek olan insandır" kabullenmesi öyle sağlam kazınmış ki bu topluma; mankenlerin, oyuncuların, şov dünyasındaki kişilerin ilişkileriyle yatıp kalkıyoruz biz.

Tecavüz  haberleri  mi dediniz?
Eskiden kurbanların fotoları pek yayınlanmazdı.  Yayınlandığında ise gözlerin üzerine mutlaka bir bant çekilirdi.
Ama Türk Basını'nın sansüre tahammülü yoktu elbette, hele de söz konusu "kadın" olunca...
Zamanla kısalttılar, özellikle enini daralttıkça daralttılar o göz bantlarının.  Sonunda ondan da sıkıldılar  ve  toptan kaldırıverdiler!
Ne ilerici bir  "Sansüre hayır!"  anlayışı! Tecavüze uğramış kadınların boydan fotoları veriliyor artık boyalı basınımızda.
Üstüne üstlük  "Nerede, nasıl olmuş?  Kadın olay sırasında mini etek mi giyiyormuş?  Çamaşırı ne renkmiş? ..."  Sağ olsunlar "kamu yararı" adına her ayrıntı hakkında hepimizi bilgilendiriyorlar.

Özellikle çocuk tecavüzlerinde, bu ülkede ne kadar hasta adam olduğunu beynimize kazırcasına akla durgunluk veren haberler yapılıyor.  Bir keresinde  Radikal'de  okumuştum şöyle bir haberi:

"Tecavüze uğrayan küçük çocuk, üzerine yağan yağmur damlacıklarıyla uykusundan uyanmış, çayırlık alandan yola doğru koşarak bir kamyonu durdurmuştu.  Kıyafetleri paramparça olan küçük çocuk kamyon şoförüne:  'Amca beni eve götürür müsün?' diye sordu."

Bir başka gazetemiz de tecavüz haberini verirken çocuğun iç çamaşır rengine kadar inmişti.  Böyle bir haberde  çamaşır rengini yazsan ne yazmasan ne demeyin.  Konu ahlaksızlık olunca, düşene bir tekme daha vurmaya gelince, hiç kimse Türk Medyası'nın eline su dökemez. Sonuçta bu haberi hazırlayan muhabirin aklı dün gece girdiği porno sitesinde kalmış orası belli de, Yazı işleri Müdürü nerede, Editörlerin aklı nerede?...
(Ve bir de "meslek ahlakı" tabi.  Lafa gelince her cümlenin arasına bolca serpiştirelim de klasımız belli olsun diye "etik etik" tekerlemeleriyle olmuyor o kalite.  Demem o ki  bu adamların hassasiyetleri,  tecavüze uğrayan erkek çocuğa "meslek ahlakı" gereği "çocuk"  demektir.  Ama kurban bir kız çocuğu ise mutlaka cinsiyeti belirtilir.  Meslek ahlakı anlayışları  ayrımcılık ve cinsiyetçilikten başka bir şey değil!)

Ne yapıp etseler sorun değil.  Onlar  KAMU GÖREVİ  yapıyor zira. Lütfen saygılı olalım.
Sansür ayıptır,  bu çağda sansür olmaz.
Nitekim o kadar sansüre karşılar ki,  bazen tecavüz sonrası linç girişimi gerçekleşmiş olayların haberini verirken, kurbanın oturduğu sokağa hatta eve kadar gösterdiklerini görüyoruz. Canlı canlı, tarif ede ede, adeta elinle koymuş gibi bulacak şekilde gösteriyorlar konutunu ki  "Gidin bir de siz becerin."
Yeter ki onların izlenme/tıklanma reytingleri artsın da!


Yetmez mi?  Bir haber daha:
"Küçük kızın paramparça kıyafetleri ve tuhaf bakışlarından kızının tecavüze uğradığını şıp diye anlayan baba..."
Heberin yanında babanın vesikalık fotosu!
Adı, soyadı, evinin bulunduğu semt, iş yeri... Hepsi tastamam verilmiş.
Zanlı da iş ortağı!
(Posta'da  okuduğum bir haberdi.)
Kim demiş yani Türk Medyası'nda sansür var diye?
Söz konusu olan "korunması gerekene özen gösterme ve meslek ahlakı" olunca  (kimileri "etik" de der),  Türk Medyası bendine sığmaz taşar!

Ama yolsuzluk haberi  dedin miydi,  orada bir duracaksın. Türk basını önce bir durum değerlendirmesi yapar zira.
Patronu ve Askeriyesinin veya yandaşının çıkarları/arzusu iktidar ile ters düşüyorsa, ancak o zaman haberi verir.  Ama ilişkiler güzelse samanaltı-sümenaltı-dümenaltı... Bunu da Mesut Yılmaz dönemindeki bitmez yolsuzluklardan biliyoruz. Biri de mesela Mavi Akım Projesi idi, ben de kendimce bu konuya değinmiştim.

Dolayısıyla, Ramazan ayının ortasında  (Haram aylar),  hem de barış görüşmeleri yapılırken,  zorunlu askerliği sırasında emir-komuta ilişkisi ile dağlarda terörist avına çıkan askerlerimiz mi ölmüş/öldürülmüş?
Şehittir onlar,  şehit!

Abdullah Öcalan yakalandığında kopan tantanaları hatırlayın.
"Bölücübaşı elimizde!" "Terör artık bitti!", "Türk devletinin ve ordumuzun büyük gücü!"  vs vs...
PKK'nın uzun dönemden beri gittikçe silahsızlandığı söyleniyor. Gerçekten doğru mu bu bilemem ama beri yanda ciddi biçimde siyasallaştığını düşünüyorum. Batıdaki Kürtlerle biraz sohbet etmek bile bunu anlamak için kafi.
Kürt hareketi  'kadın'a  büyük önem verdi ve siyasallaşması sürecinde kadın hareketinin üzerinde şaşılacak biçimde durdu. Örnekse laik kesimin hiç üzerinde durmadığı kadar kadın hareketini önemsedi ve bunu basite almadı.  O sebepledir ki bugün Meclis'teki  DTP'li Kürt kadın siyasetçiler arasında, bir mitingi baştan sona götürebilecek kadar rahat olanlar varken; Türk kadın siyasetçilerimiz hâlâ daha saçımın başımın rengi, saçımın şekli, kıyafetimin pilesi derdinde arka arkaya 3 cümle mantıklı laf edemiyor kağıda bakmadan!

Peki Doğan Medyası ve aslında hepsi bir şekilde onun izinden giden Türk Basını, bütün bu Kürt siyasallaşma ve yapılanma sürecinde
-genelleştirecek olursak-  ne yaptı?
Yoğun halde  Hülya-Derya haberleri!
Çocuklarının bademcik ameliyatına, evlerinden dışarıda ailecek yedikleri her akşam yemeğine,  gece ışıklarının kaçta kapandığına kadar her şeyleri haber oldu.  Haklarındaki her ayrıntının haber değeri vardı ama Kürtlerin siyasallaşması bir türlü haber olamadı, sansürden geçemedi!


Çok yakın zamandan bir güncel haber vereyim:
Mardin'de düğünevinde katliam gibi bir olay ile 44 ölü ve onlarca yaralı haberleri gelmişti  Mayıs 2009'da.  Düğün evinde ve köyde karşılarına kim çıkarsa, Allah yarattı demeden taramış olan caniler vardı başrollerde.  Hemen basınımız çıkıp "Terör" dedi,  "Terörist saldırı" dedi, "Cehalet" dedi,  "Geri kalmışlık" dedi...  Uğur Dündar, "Öğretmenleri bile yok bu gariplerin!"  edebiyatına başladı hemen.
Sonra baktılar istedikleri kadar tutmadı;  "aldatma, intikam ve namus cinayeti"  gerekçesi devreye girdi hemen.  (Giren girene...)
Sonradan ortaya ne çıktı peki?
Meğerse yine bir  "korucu vahşeti"  değilmiymiş bu!
(Asker, korucunun işlediği cinayete bile göz yumuyordu - Radikal, 04/09/2009)


Senelerden beri, ellerine bilinçsizce ve delicesine son model silahlar verilip, kendi ırkdaşına silah doğrultan bu devlet destekli korucuların; sayısız adam öldürme, yargısız infaz, kız kaçırma, tecavüz, kaçakçılık (uyuşturucu, petrol) işlerine bulaştığı dillendiriliyordu bazı çevrelerde ve yayınlarda... Ne var ki ulusal basında bunlar söylenmiyordu. Demek artık işin kokusu o kadar yükseldi ki, Ergenekon'un başlamasından beri az biraz sansür perdelerini gevşettiler.

13 askerin şehit olduğu Dağlıca'ya (Ve sonra Aktütün'e) baskın düzenleneceğinin, baskından 9 gün önce Genelkurmay ve tüm ilgili birimlere gizli bir raporla bildirildiğini duyurmuştu Taraf.  Yani saldırı önceden haber alınmış,  fakat ciddi anlamda tedbir alınmamıştı.
Bu elbette önemli bir iddianın haberleşmesidir. İddialar doğru olabileceği gibi  yanlış da olabilir. Ama habere uygulanan sansür,  Türk Basını'nda dikkat dağıtmanın ne boyutlarda olduğunu göstermesi bağlamında önemliydi.

Ülke adım adım ekonomik krizin eşiğine sürüklenirken ne olmuştu peki?  (Ecevit Dönemi - 2001 Ekonomik krizi'nden bahsediyorum)
Doğrusu Ahmet Necdet Sezer  Anayasayı birilerinin kafasına fırlatana kadar bizim haberimiz olmadı pek yaklaşan felaketten. (Biz dediğim "sıradan vatandaş")
Sonra o sansür perdesini bir kaldırdılar ki, dar ve orta gelirli mülksüzler bir daha belini doğrultamadı.  Batık banka mağdurları da cabası.  Sahi o kadar banka iflasa doğru sürüklenirken;  Türk Basını ve onun amirali  neden bir haber ile de olsa bilgi vermemiş, kitleyi ikaz etmemiş?


Velhasıl örnekler uzun.

Diyeceğim şu ki:  Türk Basını  (Özellikle de özel basın-yayın kurumları) söz konusu ahlâk ve milli değerler oldu muydu sansüre gerek görmez. Çıplak kadınlar, plaj kızları, ikoncanlar, parayı kutsayan alt metinli yaşam tarzları, şiddet-tecavüz mağdurlarının haberleri sansürsüz geçer.  Ama gerçekler, hakikatler, haber değeri taşıyan bilgiler... Bunlar zor.  Zaten "milli menfaatlerimiz" dedin miydi akan sular durur. O milli menfaatler sayesinde kurulan OHAL'lerde, ülkenin doğusu kaçakçılık ağına dönüvermiş ya!

Ol sebepten, bazen kurum olarak eleştiri oklarımızı yöneltmemize rağmen, RTÜK gibi denetçi kurumların olmasına olumlu bakıyorum ben. Eğer olmasa, televizyonlarımız kadın bedeninin nice istismar örnekleriyle dolup taşardı. Reyting için "Halkımız bunu istiyor" ayağına her saçmalığın yapılabildiği ve bir şekilde alıcı bulabildiği bir ülkeyiz sonuçta.  Aynı Arjantin'deki gibi, bütün tv kanallarında ya reality showlar ile kanlı-canlı vahşet görüntüleri ya da soyunan lolitalar, sabiler, olgun-dolgun kızlar... Ekonomik faktörlerle de birleşince artan şiddet, düşen seks yaşı ve kimsesiz terk edilmiş çocuklar sebebiyle  Birleşmiş Milletler Raporları'na kadar giren bir ülke...



NOT:   Bu yazının ek devam yazıları  ve  ilintili olabilecek başlıklar şunlar:

1 yorum:

Adsız dedi ki...


Bir markette küçük bir erkek çocuğa aleni tacizde bulunan yaşlı bir sapığın videosunu neden paylaşıyorsunuz? Üstelik “yayalım” diye neden uğraşıp EGM menşınlıyorsunuz? Alın videoyu gidin EGM ye şikayetçi olun. Neyi yaydığınızın farkında değilsiniz..!
Şu mevzuya acayip şaşırdım. Çocuğun yüzü görünüyordu yüzü. Ben toplumdaki taciz ve tecavüz düşmanlığının mağdur bireye empati yapmadan, ahlakçılık temelinde ilerlediğini düşünenlerdenim. Bu durum da bunun ispatı oldu. Çocuğun yüzü görünüyordu lan, farkında mısınız bu ne demek?