17 Nisan 2009 Cuma

 Türklerde Çene İshali

(Bu yazı sosyal gözlem, medya, seks ve Türkiye'deki akademik eğitim üzerine bir denemedir.)

Üniversitede Temel Matematik/ Calculus derslerine giren bir hocamız vardı. Adamı Okan Bayülgen'e benzetirdik. Benzerlik bu ya, tipten gayrı bizim hoca da deli gibi sigara içerdi. Dersin ortasında anlatımı kesip pencerenin kenarında sigarasını yakıp düşüncelere daldığı çok olurdu. Bazen bu anlarda sinirli sinirli dönüp sınıfa söylenirdi.

Doktorasını da mastırını da Amerika'da yaptığını, Türk genci kadar boş konuşan bir üniversite gençliğine hiç rastlamadığını söyler,
neden böyle olduğunu kendince sorgulardı.

Son sınıfa geçtiğimizde,  biraz sinirli ama önemli ve değerli bir başka hocamız da  Türk gencinin bu bitmek bilmez   muhabbetlerinden  şikayet etmişti.
"Bir de İtalyanlar böyle!"  derdi.
Bense kütüphaneler üzerine yoğunlaşmaya başladığım bir dönemde rastlaştım bu sorunla.


Bizdeki kütüphaneler önemli sayıda gencin sohbet mekânı adeta.  Ne bitmek bilmez  ne yersiz bir geyik ve sohbet eğilimiyse bu artık!  Sınır tanımıyor.
Kabul etmek lazım ki son yıllarda büyük üniversitelerimizde önemli değişimler oldu.  Paranın ve  paralı eğitimin meyvelerinin akmasıyla,  kampüsler eskiye nazaran "geliştirildi".  Kafeler,  açık-kapalı bir sürü  sohbet ve toplanma mekanları yapıldı.  Bu imkanlara rağmen  hâlâ kütüphanelerde  kakara kikiri kahkahalar ve yüksek uğultular arasında kitap okumaya çalışmak,  özellikle bazı üniversite kütüphanelerinde durumun ciddi boyutlarda rahatsız edici olması gerçekten acıklı.  Kaldı ki bir üniversitenin aslında ne olduğunu/ne olmadığını,  en kestirme ve en iyi kütüphanesinden anlarsınız.


Medyaya bakınız. Televizyonlarda sesi yüksek perdeden çıkan ünlü şahıslarımızı dinleyiniz.

Mesela son dönemde "Yemekteyiz" diye meşhur bir program var.  Olayı şu:
Hayatında hiç karides yemediğini söyleyen bir insan buraya katıldığında, "Karides nasıl pişirilmeli?" konusunda vaaz vermeye başlıyor.  Ne yemiş  ne o yemeği yapmış  ne yanında bir yapan olmuş  ne de merak etmiş. Ama yarışmacılardan biri karides yaptıysa eğer, başlıyor "Aslında bu yemek nasıl pişirilmeliydi?"  konusunda konferansa! Bilmediği yemek hakkında susma hakkını kullanmaktansa,  milleti baymayı ve kendini pek mühim-miş gibi göstermeyi tercih ediyor.


Ünlülerimize bakın.  Beğendikleriniz  veya  beğenmedikleriniz,  fark etmez. Çoğunun lafları ya bomboştur  ya da  üç tane mantıklı ve çelişkisiz cümle arka arkaya sıralanamamıştır.  Kameralara konuşmaktan düşünmeye zamanları kalmadığından, olağan bir hâl almıştır bu durumları.  İzleyici de garipsemez, zira kendisi de  çene ishali  belâsından muzdarip.

Tartışma programlarına bakın.  Çoğunda gene aynı.  Bilen de bilmeyen de konuştukça konuşuyor.  Yer yer sallayan sallayana!
Hele bir de  "Ortadoğu uzmanı"  diye lanse edilen kişiler var ki, bugüne kadar neredeyse tek öngörülerinin tuttuğunu görmedim.
İşsiz, emekli,  hayattan kopmuş,  asosyal, kahvehane çevresi ortamının;
her bir konunun uzmanı sohbetlerine girmiyorum bile!

Toplumdaki bu tepeden tırnağa gevezelik halini gören tanıdığım bir yabancı şunu söylemişti:
"Ne vakit seks yapıyor bu insanlar acaba?"

Öyle ya!  Biyoloji'den  İktisat araştırmalarına kadar,  "temel ihtiyaçlar" sayılırken sosyal ilişkilerin her zaman önünde yer alır cinsellik.  Türkler ise çene çalmalarıyla orantısız (ters orantılı) bir cinsel yaşam sürdürmekteler. Özellikle kadınlar.  Ve çoğu sorunumuzun bu orantısızlıktan kaynaklandığını düşünüyorum ben.

Bir de eskiden  "Kol kırılır yen içinde kalır"  diye bir yaşam felsefesi vardı. Susmak vardı.  Hep uçlarda yaşayan bir toplum olduğumuzdan, bu kez de susmayı kökten kaldırdık sanırım.

Bence bu hal 80'lerde başladı toplumda.
Özellikle yeni nesildeki genç kızlara bakın.
Bir de erkeklerin vurdumduymazlığına...
Aşkın ne kadar çeneye düştüğüne bakın.
Çöküş dedikleri bunun gibi bir şey mi acaba?


1 yorum:

canilecanan dedi ki...

Hep diyorum, daha önce de defalarca yazmıştım.  Bu ülkede bir  çene ishali  sorunu var.  İnsanlar susmayı bilmiyor.  Nerede konuşacağını, nerede susacağını bilmiyor.  Sıradan vatandaşın gene özrü bulunur;  ama devletin başındaki insanlarda bu zaafiyet büyük sorunlara neden oluyor.  Onun için de her kurum kafasına göre takılıyor.  Bir vücutta organlar beynin kontrolünden çıkarsa ne olur?  İşte Türkiye'de de olan o.  TSK'sı ayrı bir şey diyor, Başbakanı ayrı, YÖK'ü ayrı, RTÜK'ü ayrı, Adli Tıbbı ayrı...  Hukuku ise apayrı!  Kavgaları bile çocukça!  Ama hepsinin asıl derdi ortak:
Egemenlik mücadelesi  ve  pastadan daha çok pay alma yarışı.
(Kayıkçı kavgası)