16 Nisan 2009 Perşembe

Deneme:  Türk Erkekleri ve Eş Seçimleri


Taraf gazetesi,  haftasonlarında
K Dergisi'nin eski sayılarını veriyor. Saman kağıda basılı, soluk suratlarla bezeli sayılarından birini evirip çevirirken özellikle bir tanesi ilgimi çekti.  Şimdi yeri geldi,  dergiden bir alıntı yapayım burada:

"Çirkin ve zarafetten yoksun bazı kadınlar,
övmeyi çok iyi becerdiklerinden ömür boyunca sevilmişlerdir."

André Maurois


Şimdi bu konuya girmek nereden aklıma geldi?

Bizim ülkemizdeki önemli  (yani mühim)  adamlara şöyle bir dikkatle bakın.  Görürsünüz ki çoğunun eşi çirkin.  Sadece çirkin olsalar hadi neyse,  üstüne bir de zevksizdirler. Giyim-kuşamlarına şöyle bir bakın. Sonradan görmelik değilse eğer,  insanları kendinden tiksindirmeye çalışmaktan başka bir şey değil bu seçimleri.

Demek ki diyorum (ya da galiba), yukarıda tırnak içindeki sözden hareketle,  bizde erkekler daha daha pohpohlanmak istiyor; yetersizliklerinin yüzlerine vurulmasından nefret ediyor,  hatta korkuyorlar.  Veya şundan da kaynaklanıyor olabilir:
Bizde erkekler illaki yularından biri çeksin istiyor sanırım.  Zaten çoğu ya annesinin  ya da  eşlerinin bir kuklası şeklindeler.  İkisi de değilse eğer,  bir hocaefendinin  ya da  bir fahişenin oyuncağı olma ihtimali yüksek çıkıyor.

Yıllar önce
 (üniversiteyi ilk kazandığım yıllarda)   "Etkili CV Hazırlama Teknikleri" isimli bir seminere katılmıştım.  Konuşmacı olarak orta yaş üstü çekici hoş sesli bir adam vardı.  (Bahri Aydın)  Özgeçmişini kısaca anlatırken  (nedense)  evlilik konusunun üzerinde fazlaca durdu ve boşandığını söyledi.  "Evliliğin, bir kadının oyuncağı olmak anlamına geldiğini anlaması"  gibi bazı laflar etti ki bir açıdan doğru gelmişti dinlerken bana.

Sonuçta illaki bazı kadınların oyuncağı,  o da değilse bir cemaat liderinin kuklası; birinin gelip çakmasıyla milliyetçi, bir başkasının gelip çakmasıyla liberal ve demokrat olan;  ama bu kavramların aslında ne olduğu ile ilgili gerçekte hiçbir tutarlı bilgi ve ilgisi olmayan erkeklerimiz;  kendilerinin üstün erkeklik güçlerini kanıtlamak için ezelden beri  "dış mihraklar" mensubu bir takım kadınlara "veriyor".

Bu yöneliş,  Orta Asya'dayken Çinli kadınlaraymış.  Osmanlı Dönemi zaten başlı başına muamma.  Fatih Sultan Mehmet'in annesi bile Hristiyan olarak ölmüş yabancı uyruklu bir kadın.
Benim çocukluğumda ise Alman kadınları pek meşhurdu mesela... Sonradan Rus,  (şimdi de söylendiğine göre)  Azeri kadınları pek bir meşhur.  Böyle  "âleme vere vere"  erkekliğini kanıtlıyor Türk erkeği.

Bir de bunların bir anneleri var. Genelde erkek annelerinin önemli bir kısmı,  oğullarının sevdiği kızla evlenmesini istemez veya evliliklerine gereken desteği vermez.  Özellikle bizden önceki nesillerde böyle bir tutum belirgindi.  Bunun neden böyle olduğu,  kaynana zulmünü yıllarca çekmiş kadının,  anne olunca  zamanla  neden-nasıl  zulmeden haline dönüştüğü ise başlıbaşına bir mevzu zaten.  Dünyanın cinsel açıdan en mutsuz kadınlarının Türkler arasında olması gibi başlıbaşına ayrı mevzular...


Hiç yorum yok: