Şubat ayında vizyona giren yeni filmlerden biri Güz Sancısı idi. Zaten Şubat, Türk filmleri açısından bereketli bir aydır. Hazır yarı yıl tatiline de girilirken, ellerinde olan pek çok filmi aynı anda piyasaya süren yapımcılar sayesinde Türk filmlerinin zebilliği durumu yaşanır. Misalse 2009 Ocak sonu ve Şubat ayında vizyonda olan bazı Türk filmleri şöyle:
A.R.O.G, Şeytanın Pabucu, Issız Adam, Kadri'nin Götürdüğü Yere git, Ayakta Kal, Güz Sancısı, Kirpi, Pandora'nın Kutusu... (Bunlar sadece hatırlayabildiklerim, dahası da var.)
Gelelim Güz Sancısı'na...A.R.O.G, Şeytanın Pabucu, Issız Adam, Kadri'nin Götürdüğü Yere git, Ayakta Kal, Güz Sancısı, Kirpi, Pandora'nın Kutusu... (Bunlar sadece hatırlayabildiklerim, dahası da var.)
Etyen Mahçupyan'ın künyesinde yer aldığını öğrenmemle birlikte gidilecekler arasında yerini almıştı zaten. Son zamanlarda takip etmeye çalıştığım yazarlardan bir tanesi. Tomris Giritlioğlu ile daha önceki kimi filmlerinde de beraber çalıştıklarını biliyorum.
Konudan konuya gibi olacak ama... Not düşmek istedim:
"Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri'nden Sanat İnkılabı" çok uzun tartışılabilecek bir konu ve yeri burası değil. Sadece, misalse Atatürk'ün,
"Kurduğumuz Cumhuriyet'in ne seviyede olduğunu ve halkımızın Cumhuriyeti ne kadar benimsediğini en iyi sanatçılarımızdaki değişimden anlayacağız"benzeri sözleri ve bugün; bunca yatırıma, geçen bunca zamana ve zenginleşmeye rağmen; sanatsal ürünler açısından bu noktada isek, bundaki faktörlerden birinin de kültür dünyamız içerisinde önemli yeri olan Ermeni ve Musevi cemaatinin bu topraklardan koparılması olduğuna inanıyorum.
... Gerçi filmle ilgili bazı eleştirilere kanmış olaydım, filme gidebilmem bile mümkün değildi ya! İyi ki kendi seçimlerimi daha üstün tutuyorum başkalarının yorumlarından. (Dikkafalılığın en güzel yanı)
Efendim, film aslında 6-7 Eylül'ü filan anlatmıyor, daha doğrusu bir belgesel değil. Belgesel bekleyenlerin az şaşırmış olması bundan.
Filmde (Senaryoda), o dönem içerisinde kurgulanmış bir aşk hikayesi anlatılıyor. Başlangıçtaki oyunculuklar biraz "hamsı ve yapay" olsa da; ilerleyen dakikalardaki sahneler, müzik ve diyaloglar yelkeni doğrultmuş. Özellikle Beren Saat tam bir piskopat figürü çizmiş. (Çarli dizisinden hatırladığımız) İlker Aksum ve sonradan Zeliha Berksoy olduğunu hayretle öğrendiğim (mükemmel makyaj yapılmış ve göz kamaştırarak oynanmış o babanenin) oyunculuklarında, (ve Belçim Bilgin etc.) bir sinema salonunda olduğumu unuttum.
İzlenebilir seviyede bir film yani. Konusu tabi çok önemli, ama bu öneme layıkıyla inilememiş maalesef. 1955 Olayları yüzeysel bir arka fon olarak kullanılmış. Haliyle ne dolu dolu bir aşk hikayesi ne de tarihi bir film çıkmış ortaya. Yine de dokunaklı ve etkileyici sahneler yok değil. Hakkında yazılmış olumlu/olumsuz anlamlı eleştiriler okumak isterdim doğrusu. Ancak -yine maalesef- şu ana kadar pek bir şey bulamadım gibi... Neyse ki Ertuğrul Özkök imdadımıza yetişti: "Kapı işaretleyen çapulcular" ile başlayıp, "25 yıl boyunca bir tek Kürt komşunun kapısına işaret konmadı" diye sürdürerek (Mısırlılar Yahudilerin kapılarının üzerine kanlı işaret koymuş diyor bu adam), yıllar sonra bugünün Türkiye'sine dair bir dönem filmi çekilmek istendiğinde, nadide bir şahsiyet olarak baş köşelerde duran kendisi ve yazısına da belki bir ara değinirim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder