8 Kasım 2010 Pazartesi

  a n n e


Adı: Anne.
Oysa "ana" demek daha içimden gelir bazen.
Daha net, daha bana ait.  Tek bir ses ile 'benden' ve benim de  'ondan olduğum'.

Anne için şöyle demiştim bir yerde:
"Bedensel ve ruhsal pek çok acımızın kaynağı."

"Kızlar zamanla annelerine benzer" derler ya hani. O eleştirdikleri, tartıştıkları, kendisinin bedenine ve yazgısına tutsaklaştıkları annelerinden kurtulmaya başkaldırırlar ya durmadan hani.

Bu asilik ve başkaldırı kimisinde çok eskilere, hatırlayabildiğin en eskilere, ilk adımlara, ilk dokunuşlara kadar uzanabiliyor.

Mesela ben...
Duygularım ve ruhum; bedenimin aksine asla evcil değil. Bugün daha iyi anlıyorum ki evet,  duygusal olarak kestirilemeyen biriyim ben.  Belki de en karanlık yönüm.


..........ANA: Bir bataklık, bir yazgı. Ondan kaçmaya çabaladıkça kendisine saplandığın,  daha çok Güneş'e ihtiyaç duyduğun...

"Anasız kız,  yolsuz bir dağ gibidir anne."

Biliyorum, KETUM olmam lazım bugün. Öyle olmam önerildi beni dinleyen hikmetli biri tarafından. Öyleyse sadece geçmişten bir alıntı yapmakla yetineyim.

"Anneleriyle ilişkileri 'normal' olanlar, duygusal nazlarına çevrelerindeki diğer insanların normal normal katlanmasını bekliyor. Normal ve sıradan kaprisleriyle yaşayıp, evlenme çağlarına gelince evlenip çoluğa çocuğa karışmak... Pahalı avizeleri olan bir evde, o muhteşem çeyizlik yemek tabakları büfede, bol televizyon izlemeli çoluk çocuklu bir aile hayatı.
Yaşam amaçları,  biçimleri bu.

_"Benim neden normal bir annem olmadı ki?"

Anne acısı olanların doğabilecekleri, çocukluk ve gençliklerini yaşayabilecekleri en olumsuz kültürlerden birinde doğmuşum. Annemin karnından çıkmamak için annemi öldürmeyi bile göze almışım.  (Bunun acısını sonradan fazlasıyla çıkardı gerçi,  ödeştik böylece.)

Bu kadar normal anneli insanın arasında yaşamak zorunda olmak,  o kadar da kolay değil be Anne!"
.

Hiç yorum yok: