10 Ekim 2014 Cuma

 Muhalefetin Halleri -SON


Hatırlarsanız 10 yıla yakın bir zaman boyunca Türk televizyonlarında gösterilmiş (halen de çeşitli kanallarda tekrar bölümleri yayınlanan) "Bizim Evin Halleri" adlı bir yerli dizi vardı. Başrollerinde (bazıları oldukça deneyimli olan) farklı yaşlarda çeşitli tiyatrocuların oynadığı bu dizi,televizyon tarihimizin en uzun soluklu yapımlarından biri olup,  kısaca "aile ilişkileri"ni konu almaktaydı. Kızlar-oğullar, evlilikler, damatlar, gelinler ve beraberinde gelen güzellikler-yükler-sorunlar,  ihanetler,  entrikalar,  kavgalar,  tatlı sohbetler...

Türkiye gibi siyaset gündem ve kürsü konuşmalarında #demokrasi'nin demirbaş mevzuu olduğu bir ülkede  tek parti iktidarında geçen son 10 küsür senede, demokratik bir sistem içerisinde önemli bir yeri olan muhalefetin geldiği nokta üzerine karalamalar yaptığım bu yazıma başlık ararken, bu popüler kültür ikonundan ilham aldım. Ancak muhalefetimizin durumunun bu dizi kadar merak uyandırdığından ve sevenlerince dikkatle takip edildiğinden şüpheliyim.

........ Bildiğiniz gibi,  10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı (CB)  seçiminden  ilk turda  yaklaşık %52'lik oy ile  RTE  köşke çıkınca, .... bir işaretiyle  Ahmet Davutoğlu  yeni Başbakan  ve AKP genel başkanı olmuştu.  Türkiye'deki bir kesim kendisi ile yeni tanışsa da,  bu blogda ... Dış İşleri ile ilgili  -nadiren de olsa-  bazı notlar düşen biri olarak,  bana yabancı bir isim değil bu yeni başkan.

İktidar ve aktörlerine  tüm medya kanalları adeta  "tahsis edilmiş"  gibi olduğundan;  bendeniz bu sığlıkta muhalefet denen gruplar ne yapmakta, ne durumdalar diye bakmak kafa sağlığımız açısından daha hayırlı olur diye düşünmekteyim.  Gelin görün ki nasıl bir sıkışmışlık ve kültürel sığlık içerisindeysek;  muhalefetin hali iktidardakilere bir şekilde katlanacak, hatta zaman zaman onların varlığına şükrettirecek kadar dipsiz bir kuyu niteliğinde... .. Hani normalde güç ve iktidar ile uzun süre sarhoş olmuş egemenlerin yıpranması beklenirken,  üstelik ortaya "sürülmüş" montajlı-montajsız bunca kayıt,  dinleme ve yolsuzluk iddiasına rağmen;  bizde son kertede asıl muhalefet "küçüldü". .. Erimedi belki ama çaresizlik içerisinde kıvrandıkça ya saçmaladı ya çirkefleşti.  Ve sonuçta her halükarda kendisi bir heyulaya,  bir mizah unsuruna döndü.
Tablodan genel bir görünüme bakalım:

Ne dediği, ne savunduğu, neyi planladığına akıl sır ermeyen; yıllardır "Laiklik" hassasiyeti üzerine bina ettiği  (aslında gerçekten "laik" bir devlet olmaktansa, dindarları küçümseyen ve baskılayan) gergin bir siyaset anlayışından gelip bugün CB adayını dahi (Ekmeleddin İhsanoğlu) imamdan seçmiş "ortaya karışık" bir CHP var karşımızda.  Kankitosu: MHP... Mütemadiyen iktidardaki Ak Parti'ye karşı darbe çağrısı yapan,  80 darbesi ve 82 Anayasası ile Kenan Evren'i alkışlayan bir Sol (??)... AKP'yi iktidardan düşürme hırsı  (ve bu yöndeki toleransı)  memleketle alakalı başka hiçbir şeye karşı duymayan endişeli modernler... Topluca perdeledikleri "Gezi kardeşliği" ve abartılı romantizma örneği "Gezi ruhu"... “Demokrasi, Türkiyelileşme,  eşitlik” derken;  bir anda çözüm sürecini baltalama ve ülke sokaklarını ateşe verme, dahası yeni bir "Kürdü Kürde kırdırma ve Kürt halkını zelil etme" dalgası başlatmış;  sorumsuz, art niyetli ve deneyimsiz bazı yöneticileri ile HDP...

Özetle:  İktidarı yıpratayım derken bütün ahlak değerlerini,  en önemlisi akıl ile tutarlılığı ayaklar altına almış;  iktidar karşıtı olmayı devlet karşıtı olmak sanan  mundar bir muhalefet etme biçimi.

Beraber son haftalardan bir kaç örneğe bakalım mesela:



...... Cumhurbaşkanlığı yemin töreni  ve sonrasında yaşanan gerginlikler:

..... 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Meclis'teki yemin töreni öncesi, Başkanlık Divanı'na Anayasa ve İçtüzük kitapçığını fırlattı bir CHP'li milletvekili  (Engin Altay).

..... CHP'nin Cumbaba adayı  Ekmeleddin  ise seçim gününden sonra bir daha ortalıklarda görünmedi. Kameralar önünde mikrofonlara söylediği son sözü şu oldu:  "Bende artık söz bitti."


..... Selahattin Demirtaş'ın (HDP Eş Başkanı ve CB adayı), yemin töreni sırasında yeni cumhurbaşkanını alkışlaması olay oldu. "Erdoğan'ı değil, halkın iradesini alkışladım. Alkışlanması gerekiyordu o iradenin. Adaletsiz olduğunu biliyoruz ama oy verenler aptal, gerizekalı ya da hırsız değil halktır" dedi. Savaş hali dışında yeni cumhurbaşkanı ile görüşmeyeceklerini söyleyen ve Erdoğan'a alkışı yüzünden kendisini eleştiren Kemal Kılıçdaroğlu  hakkında yaptığı açıklamadan bir alıntı:

“ İlk turda Erdoğan'ı o kürsüye çıkaran CHP yönetiminin tartışılması lazım. Ben üzerime düşeni yaptım, oyumu, heyecanı artırdım. CHP ve Parti yönetimi biraz çalışsa o gün o tarihte yemin töreni olmayacaktı. CHP yönetimi benimle uğraşacağına, bizimle birlikte demokratik mücadeleyi nasıl güçlendirecekleri tartışmasını yürütseler daha faydalı olur.  12 yıldır AKP'yi güçlendiren CHP'nin bu muhalefet tarzıdır, bu şekilde mızıkçılık yaparak bu noktaya getirdiler. ...Erdoğan'ı Erdoğan yapan, O'na fırlatılan kitapçıktır. Halk iradesini alkışlayarak muhalefet yapmalıyız.  Yoksa 50 sene daha ülkeyi yönetir, hata yapa yapa, hırsızlık katliam yapa yapa... O nedenle yeni bir siyaset tarzı getirmeye çalışıyoruz.
50 bin kişinin canını yitirdiği bir sorundan sonra Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile görüşme yapıyoruz. Kan davası saikiyle hareket edilse dünyada hiçbir sorun çözülmezdi. Kemal Kılıçdaroğlu savaş hali dışında görüşmeyeceğini söylüyor. Ben de savaş hali olmasın diye her gün Cumhurbaşkanı ile görüşürüm diyorum. ”


Bir kadın gazeteci  (Ayşe Hür)  Twitter'da şöyle diyordu:
Peki,  Demirtaş ve HDP alkışladı ne kazandı, alkışlamasaydı ne kaybederdi? Buna cevabınız var mı? / Demirtaş, "Nezaketen alkışladım" deseydi bu kadar tartışılmazdı. Ama 'milli iradeye saygı"  deyince olmadı.


.......... Kişisel Görüşüm:   Bu alkışlama meselesinin,  popüler kültürümüzde çok sıradan hale gelen boş ve kof gündem maddelerinden biri olduğunu düşünüyorum.  Alkışlasa sorun,  alkışlamasa ayrı sorun... Herkesin doğuştan tescilli eleştirmen olduğu şu ülkenin insanları,  dışarıdan bakıldığında inanılmaz mutlu ve meselesiz bir görüntü çizmekte...  "Muhtar bile olamaz"  denen bir adam  CUMHURBAŞKANI  dahi oldu ve insanlar hâlâ halkla alay, AKP'nin kaçıncı senesi olduğunu hatırlayamadığım bugün bile makarna, bulgur muhabbeti!  Ve şimdi de  "alkış tartışması":
Nasıl olur da Cumhurbaşkanı alkışlanırmış...  Ya sabır!

Karaktersizlik,  ikiyüzlülük ve nezaketsizlik:  Üçü bir arada.  Bu bütün TR'nin bir resmi. ...Alkışlamasaydı peki ne değişecekti? ...IŞİD/ISIS  mi düşecekti,  yoksa iktidardakiler utanıp makamdan feragat mı edeceklerdi?
İnsanlar aptal aptal boş şeyleri tartışıyor bizde.  Kalibre bu kadar.
Çene ishali  sorunu var.  Bundan hepimiz muzdaribiz.

OYSA ORTADA ÇOK DAHA ÖNEMLİ BİR MESELE VAR:

Cumhurbaşkanlığı seçim yarışında en etkili ve gelecek vaat eden muhalefeti Selahattin Demirtaş yürüttü. Daha çok demokrasi, daha çok eşitlik, adalet ve özgürlük dedi. Yıpranmış ve çökmüş siyasi dilden uzak durarak genç, dinamik ama gerçekçi, ırkçılıktan uzak, olumlu dil kullanan bir siyaset ortaya koymaya çalıştı. The Cemaat'e rest çekti. Asıl mesele bu duruşta gösterilecek kararlılık noktasındaydı. Ve maalesef adım adım bu çizgiden uzaklaşıldı.

The Cemaat'in (#Fethullah) “Hırsızlar!” söylemini benimseyip, tipik CHP siyaset melzamesi olan "yolsuzluk" üzerinden iktidara yüklenip, sanki çözüm süreci hiç yokmuş gibi davranmayı seçim stratejisi olarak belirlemesi...
"Anti-AKP"  tarzı siyasetle muhalefet etme kararları...
"Seni başkan yapmayacağız"  retoriğine abanması...
Ulusalcılar ve şahinlerle dirsek teması...
Türkiye'nin pesimist kesiminden olduğu kadar geleceğe umutla bakan kesiminden de oy alacak bir siyaseti kuramamak...
"Demirtaş yeni Türkiyeye inananlardan oy istemek yerine, eski Türkiyeyi özleyenlerden oy istemeyi tercih etti" diyordu kendisine oy verip sonradan pişman olmuş bir genç adam.




Ve son kertede geldikleri noktaya bakalım:

"Kobane düşerse barış görüşmeleri de sona erer"  tehtidi!
Hem TR'nin tampon bölge kurmasına karşılar,  hem Suriye'de Esad güçlerine karşı savaşılmasına karşı oldular ve "Suriye topraklarında Savaşa hayır!" mitingleri düzenlediler (geçen sene)... Hem yıllarca TSK ile silahlı mücadele yürüttükten sonra şimdi de Kobani'deki Kürtler için TSK'nın savaşmasını istiyorlar... ..Tutarlılık yerlerde!
Kobane (Ayn-el Arap) meselesinde ise Kürtlerin kendi aralarında bölünmüşlükler mevcut.  Peşmergeye karşılar, bazı Kürt gruplara karşılar... (IŞİD tam Irak Kürt bölgesine doğru saldırılarını yoğunlaştırırken, Barzani ve peşmerge ile tüm bağları koparmalar...)
"Daha dün Suriye'de meşru muhalefete silah gönderildiğinde bunu insanlık suçu sayanlar, şimdi kalkmış silah istiyorlar. Bunu kimden istiyorlar? IŞİD'i desteklediklerini ifade ettikleri Türkiye'den. Peki, Türkiye IŞİD'i destekliyorsa siz de buna inanıyorsanız nasıl silah istiyorsunuz, bu nasıl bir politik tutarsızlıktır nasıl bir öngörüsüzlüktür?"
CHP ve HDP tezkereye önce "hayır" diyor; şimdi ise "Türkiye Kobani'ye müdahale etmiyor!" diyerek halkı sokağa dökmeye çalışıyor. Oksimoranluk bu!  Kimin ne dediği belli değil. Sadece Türkiye'den Kobane'ye koridor açılsın istiyorlarmış, TR girerse işgalci sayacaklarmış... Yalnız Barzani güçleri ve gönüllü savaşçılar girebilsinmiş...

Böylece yıllardır bahsettikleri "halkı sokağa dökme kartı"nı nihayet öne sürdüler. "IŞİD ve Kobani protestoları" sırasında pek çok şehirden iç savaşa gidildiği izlenimi veren görüntüler ve çatışmalar gelmekte.. IŞİD ile alakası olmayan Hizbullah ve Hüda-Par'lıların evlerine saldırmalar... Onlarca ölü, kafası taşlarla ezilerek öldürülen Hüda-Par'lı bir genç... Sonradan Hüda-Par'lıların da karşı saldırıları... (Ertesi gün kapanmış ya da kapatılmış) bazı Twitter hesaplarından yapılan tetikçilik ve istihbarat faaliyeti ile yayınlanan acayip infaz tweetleri... Van'da Diyarbakır'da Antep'de dükkanlarına saldırılanlar ve olaylar sırasında vahşice öldürülenler...

"Yaşlı-genç, Hizbullahçı, PKK'lı 24 Kürt daha öldürüldü. Hem de Kobani'de Kürtler ölmesin diye... Kürtlerin 6-7 Eylül hadisesinin baş sorumlusu,  insanları yalanlarla dolduruşa getiren,  sokakta IŞİD'çi avına çağıran HDP ve Kandil'dir" diyor bir gazeteci.

"Meydanlarda Erdoğan için katil diye bağıran Demirtaş bu kanların hesabını nasıl verecek? Barışa sıktığı bu kurşunları nasıl temizleyecek?" diye soruyor bir genç adam Facebook'da.

Kürt hareketinde çok fazla aktör var,  çok fazla kurumsal farklı yapı...
"Kürt hareketinin içindeki kontrol edilmeyen enerji noktaları"ndan bahsediyor Etyen Mahçupyan.  Şu anda asıl sıkıntı siyaset yapmayı bilmiyor oluşları. Onun için bildikleri şeye, yani sokağa yöneldiler hemen. Türkiyelileşme çabası içerisinde olduğunu söyleyen HDP'nin ülkeyi getirdiği nokta işte bu!
Nedir peki istedikleri?  Kobani'ye yardım mı?  Yardım isteyen böyle mi yapar?
Siyasetçilerin, medyanın, ve halk kalabalıkları içerisindeki insanların konuşmalarına kulak verince "Eyvah!" dedim, gene döndük dolaştık bu yoz bakışa mı geldik?



Aysel Tuğluk'un Twitter'daki bu paylaşımı hakkında bir kişinin yorumu:

"Bu nasıl bir sorumsuzluktur! Siz siyasetçisiniz ve tahriklerinizle 16 kişi ölmüş!  Sizin yerinize utandım!  (*)

Son dönemdeki en büyük hayal kırıklığım, Selahattin Demirtaş. 14 kişi ölmüş, adam Atatürk büstlerinin yıkılması için üzgünmüş." (@bastemSumeyra)



"1 yıl önce adım adım şeriata gidiyoruz diyen adam,  ''Helal IŞİD'e  PKK'lı piçleri vuruyor''  diyor.
Düşünce açısından çöl gibi bir toplum. Kimin ne düşündüğü belli değil. Kutuplaşmayı bile beceremiyor."  (@_Slow_Loris_)

Düne kadar icinden Cumhurbaşkanı adayi çıkarip % 10 civarında oy ve takdir toplamış,  barış ve çözüm surecini finale taşıyacagindan kimsenin bir kuşkusu olmadığı;  bugün ise hedefteki bir Kürt Siyasi Hareketi...
TEBRİKLER HDP ... (Mehmet Cek)



Twitter'da Fırat Erez'in, Tr'deki AKP ve RTE karşıtı muhalefet biçimi üzerine geçen ayki bir tweeti:

"Kulaktan kulağa oynamayı enformasyon, küfretmeyi mücadele, nefreti erdem, yenilgiyi zafer sanan ve okuduğunu bile anlayamayan zavallılar."
(@FIRATEREZ,  1)
Yüzleşin artık, hem süreci hem de ülkeyi bitirmek isteyenlerin ekmeğine yağ süren boktan siyasetlerinizle.. Gezicisi devrimcisi solcusu vs.. ... (2)
HDP'nin serhildan çağrısına Kürt halkı uymadı,  bu yüzden de meydan ite kopuğa kaldı. Hiçbir provokasyon sökmeyecek, enseyi karartmayın.  (3)



Gelin,  Halil Berktay'ın son haftalardaki gündemi değerlendirdiği yazısına da kulak verelim:

............ Yerel seçimlerin ardından, cumhurbaşkanlığı seçimi de şu çoktan miadını doldurmuş, çürüğe çıkma zamanı gelmiş muhalefetin bozgunu, iktidarın ise  (biraz da bu yüzden büyüyen)  başarısıyla sonuçlandı.
Gene beklenen beceriksizlik ve kafa karışıklığındaki Kılıçdaroğlu, hem Başbakan Davutoğlu'nu değil Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı muhatap alacağını, hem Erdoğan'la (da) konuşmayacağını beyan etmek gibi hafiflikler arasında gitti geldi. CHP kongresi, Atatürkçü-Ulusalcı kanadın çoğunluk sağlayamasa da partinin dönüşümü ve yenilenmesine ne büyük bir engel teşkil ettiğini bir kere daha ortaya koydu.
...
İsrail'in Gazze saldırısı sırasındaki, hükümeti İsrail ile dolaylı-dolaysız işbirliği içinde gösterme çabaları, haftalardır hükümeti şimdi de IŞİD ile işbirliği içinde gösterme harekâtı biçiminde devam ediyor. Efendim, IŞİD saldırganlığı ile AKP'nin yeni-Osmanlıcı hayalleri aynı şeymiş. Türkiye IŞİD'i bir dönem doğrudan desteklemiş;  şimdi bile, kaçak petrol satışına da, öte tarafa geçen cihadçı militanlara da göz yumuyormuş  (BBC'nin aksi yöndeki ayrıntılı haber ve grafikli analizlerine rağmen).

* Zaten ne olmuş da herkesi öldüren IŞİD 49 rehineyi serbest bırakmış; mutlaka bunun içinde (kötü) bir iş olmalıymış.
* IŞİD tehdidi altındaki Kobane,  günümüzün Stalingrad'ıymış; 1942 sonbaharında Alman Altıncı Ordusunun durdurulduğu, İkinci Dünya Savaşı'nın o büyük dönüm noktası kadar hayatîymiş Kobane, günümüzün anti-faşist ve anti-emperyalist mücadeleleri açısından (ömrümde bu kadar orantısız mübalağa görmedim).
* Öte yandan, böyle bir durum karşısında, Türkiye ve Suriye Kürtleri ile TC arasında en azından bir çıkar birliği, belki fiilî bir ittifak doğduğunu (ve bunun çözüm sürecini güçlendireceğini) mi sanıyordunuz (benim gibi)? Meğer ne kadar yanılıyormuşuz; IŞİD konusunda Türkiye ile Kürtler aslında birbirine düşman ve karşı taraflardaymış. Zira gene IŞİD'i kullanarak başka “caniyane planlar”ı da varmış hükümetin. Niyetleri, önce Kobane'yi IŞİD'e katlettirmek, sonra da IŞİD varlığını bahane ederek 100-150 kilometre derinliğine kadar bütün Rojava'yı (Kuzey Suriye Kürdistanı'nı) işgal etmekmiş. Batılı Müttefiklere böyle yaranılacak ve “çözüm süreci” de bu komploya feda edilecekmiş.
* Gene aynı kafaya göre, Sünni Türkler ile diğer din ve mezhepler arasında şu veya bu ölçüde bir eşitlik veya çok-kültürlülük sağlamak şöyle dursun, AKP'nin bütün niyeti diğer bütün inançları yok edip tek yanlı bir Türk-Müslüman hegemonyası kurmakmış (yani aslında IŞİD'den hiç farkı yokmuş bu açıdan).
("Kuşbakışı",  Halil Berktay.  29 Eylül 2014 - Serbestiyet.com)




........................... CHP:  "Hükümet bize salon vermiyor!"  ;(
CB seçimi sonrası CHP'de yaşandığı iddia edilen hareketlilik sonrası, 5 Eylül'de parti kurultayı düzenlendi. Muammer İnce başkan adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı yarıştı, Kılıçdaroğlu yine seçildi. ... (Zerre kadar ilgimi çeken bir parti değil,  ancak onlar da bu toprakların değerli bir parçası olduklarından bu notu düşmek istedim.)

Benim çevremdeki çok sıkı CHP'lilerin bazıları "belediye" seçimlerinde partilerine oy vermiyor mesela, oy da kullanmıyorlar. Genel olarak CHP'li belediyelerin çalışmadığı yönünde bir kanı var. O değil de... Kemalistlerin gözüne perde indi  -belki de hep perdeliydi gözleri/gönülleri-... En olmaları gereken zamanda, tam bir hayal kırıklığı oldular. Daha kötüsünün ne olduğunu merak etmiyorum şahsen.)

"12 yıllık bir iktidarın varlığı düşünülürse, kılını kıpırdatmasa oyunun artması gereken ana muhalefet için ne acı bir tablo değil mi?"

diye soruyor (ya da soru sorarmış ayağına yatıyor) Melih Altınok bir yazısında.  Parça parça devam edelim:

......... "Milyonlarca insanın oyunu alan ana muhalefet partisi kurultay için neden bir alışveriş merkezini seçer? Peki sizce Cumhuriyetle yaşıt bir partinin bu kaçıncı acemiliğinin nedeni ne olabilir? Sorun para olabilir mi? Elbette hayır,  CHP Türkiye'nin en zengin partilerinden.
Organizasyon için adam yok desek, yüzlerce il ve ilçe örgütünü, onca üyeyi nereye koyacaksınız? Yoksa Genel Merkez'in bazı aklıevvellerinin, Kurultayın bu hâline isyan eden partililere verdiği şu cevaba mı odaklanmalıyız?
......... "Hükümet bize salon vermiyor!"
Ülkedeki illegal örgütler bile kongre, konser vesaire için devletin, belediyelerin ya da STK'ların salonlarını kiralayabiliyorlar ama koskoca CHP yasal kurultayı için salon talep ettiğinde engelleniyor! Ve sinekten diktatörlük yağı çıkartan CHP yönetiminin bir anda "efendiliği" tutuyor! Kimseciklere, basına falan bir şey demiyor.
Hakikaten acıklı bir durum ancak ne yapacaksınız? Nasıl olsa "18 yaş altına içki satışının yasaklanması bonzai tüketimini arttırdı"  türünden incilere aç bir kitle de var, vur komplo teorilerinin dibine! Böylece bir süreliğine daha kurtulursun sorulardan... Ah Keşke siyaset örgütlülük, yönetim ve planlama olmasaydı,  o zaman kesin iktidar sizindi."
("Mesele sadece siyaset değil siz hâlâ anlamadınız mı?", Melih Altınok. 16.09.2014 - Türkiye)



.......... Kişisel Görüşüm:   CHP tarihsel misyonunu çoktan yitirmiş bir parti. Askersiz siyaset yapamıyor.  Ben yine Hakkı Devrim'den şu alıntı ile CHP'ye ve CHP'lilere saadetler dileyeyim,  2009 yılından geliyor:
"CHP gündemden düşeli bence 59 yıl geçti. 1950 CHP'nin sonuydu. Darılmayın, gücenmeyin! Zorla ayakta tutacağız diye, tarihî bir kuruluşu hortlağa döndürdünüz. (...) Zemini boşaltma kararına varın ki, sahici bir muhalefet de neşvünemâ («gelişip büyüme») imkânı bulsun."
("CHP'den kime ne hayır gelir!", Hakkı Devrim. 21/11/2009,  Radikal)

Hâlâ hortlakta ısrar ediliyor. Asıl garabet bu bence :(
Ergenekonculara şemsiye olmuş, Sinan Aygün gibi bir adamı Meclis'e taşımış, Tuncay Özkan garabetlerine tav olmuş,  reel dünyadan kopmuş bir parti... Ölmüş de öldüğü kalabalıklardan gizlenen liderler gibi...
"Dersim'de analar ağlamadı mı?"  argümanıyla barış sürecine karşı çıkan, Kürtlerle silahlı mücadelenin devam etmesini isteyen, ve ülkede askeriyenin tahtına boyuna yakıt pompalamayı seçen Onur Öymen'leri...
Son yıllarda iyice etnikçi, ayrımcı ve bölücü bir klik tarafından yönetilmesi...
Leş gibi kokuyor parti ve kitlesi, ama cenaze merasimini düzenleyeni yok.


Hak hukuk arayışında, toplumsal eylemlerde CHP milletvekilleri bulunmakta.  Peki ya CHP gençliği nerede?  Yada CHP neden katılmıyor?  (@muratdemircim)

Hep söyledim,  gene söylüyorum:
CHP'nin  "tatlısu muhafazakarı"na değil,  "Atatürk'e mesafeli seküler"e ihtiyacı var....(Reşat Çalışlar)

Sittin sene iktidar olamayacak ve olmaya da aday olmak istemeyen CHP yönetimi, daha da gericileşip, Tayyipciliğe yöneldi. Fetullahcılığa sırtını dayadı. Göle yoğurt mayası atıyor. Dersimli Kemal, senin dedelerin görseler bu afralarını tafralarını, kendilerini niye hadım ettirmediklerine hayıflanır, nalet okuturlardı.
(...)
Kobani sınırında, HDP'li milletvekili bayan, eline taş alıp atıyor diye, Halk TV'de söylettirmediğiniz kalmadı. Bu düşmanlık bu kışkırtma neyin nesi? Polis ve asker aynı ekrandan halka saldırıyor, "polise mukavemet oluyor" diyorsunuz, savcılığa soyunuyorsunuz. Bu teşkilatlar, halkın anasını ağlatsın, sizse alkış vurun, ama sıra size gelince ciyak ciyak bağırıyorsunuz. Bunu Ergenekon'da gördük. Daha 12 Eylül de solu bu şekilde diskalifiye etmediniz mi, şimdi mercekle eski solcu arıyorsunuz. Eski sol uyandı,  sizlerin bu adi siyasetini yakından tanıyor.
Ülke elden gitmiş taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak, CHP hep aynı borazanı öttürüyor, yani yat borusu borazanını, hepiniz yatın uyuyun. Kavun karpuz yata yata büyürmüş. Büyüdüğünüzde birilerin sofrasına meze olursunuz. Oldunuz da aslında.
(İhsan Seğmen)



Hatırlarsanız yıllar önce Uğur Dündar'lı ekran şovları ve ertesinde gelen İklim Bayraktar olayları, Deniz Baykal kaset skandalı ile CHP'nin başkanlığına tek hamlede (bir medya darbesi ile) çıkmıştı Kemal Kılıçdaroğlu (KK). Uğur Dündar'ın yönettiği bir karşılıklı atışma-tartışma canlı yayınında Melih Başgan ile karşı karşıya gelmişti hatta  :)

Öncesinde bir de AK Parti'nin o dönemki Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat  ile bir tv karşılaşması olmuştu.


...... Geçmişten bir kare:   Dosya şovları ve sadece "yolsuzluk" üzerinden yapılan eleştirel siyaseti etkin bulmuyorum.  Ancak daha da önemlisi Kılıçdaroğlu'nun yeterli siyasi deneyim ve kararlılıkta olduğunu düşünmüyordum o dönem.  Neticede benim görüşüm buydu ve şahsi çekincelerimi çeşitli platformlarda dile getirdiğimde,  büyük bir mukavemet ve dışlanma ile karşılaştım. .. AKP kitlesinin RTE'yi Peygamber mertebesine yükselttiğini söyleyip onlara söven Kemalistler'in,  KK'yı ne biçim totemleştirdiklerini  gözlemlemiş oldum böylece.

KK eleştirilerim yüzünden sözlüklerdeki tüm entry'lerim bir anda kötülenmeye başladı.  (Private Sözlük gibi çok sesliliğe imkan tanımayan bir platformda bambaşka bir hikayem de oldu:  Moderatörlerinden biri, "istenmediğim ve kitleyle görüşlerimin uyuşmadığı bir yerde hâlâ neden yazmaya devam ettiğimi"  sordu özel mesajla.  Yıllardır,  -çoğunlukla da siyaset dışı konularda-  katkı sunduğum bir internet ortamında,  sırf birkaç yorumumda  Kemalizm ve KK eleştirisi yaptım diye  "kibarca kovuldum" anlayacağınız... Ancak muhalif medyaya bakarsanız,  "sansürcü" olan RTE ve AKP'dir biliyorsunuz  ;))

...... Nasılsa "halkçı" ve dahi "Gandi" görünümlü,  Alevi Kürt ama Soner Yalçın yazıları ile en has Türk çıkartılmış KK onlara oy sıçraması yaşatacaktı.  Kılıçdaroğlu eleştirisine geçit yoktu.  Ancak -nedense- olmuyor,  olamıyor bir türlü.

Sanırım bunu gören birileri,  son CB seçiminden sonra parti içi alternatif liderler yaratmaya başladı.  Muammer İnce  ve  (yine Dündar'ın sahnesi ile)  Tuncay Özkan.



Tuncay Özkan  adı daha önce birkaç #Ergenekon etiketli yazımda geçmişti. Mesela 2010 Ağustos ayında, devam eden Ergenekon duruşmaları arasında şöyle demişim:
.... Tuncay Özkan'ın,  ve art  adlı televizyon kanalında Emin Çölaşan'la program yaptığı dönemlerde Mustafa Balbay'ın kibrini, "Küçük dağları ben yarattım" havalarını görenler için bu tablolar ayrıca bir ibretlik oldu ya, anlayana! Bugün Bülent Arınç'ın merhametine düşmüş durumdalar.  İçi boş bir kibir, ivedilikle utanç getiriyor sahibine.

İleride Tuncay Özkan'a özel olarak da değinebilirim, neyse... Güncel mevzuya gelirsek,  ulusalcının kurdu ulusalcıdır malum:
CHP'ye katılan ve Kılıçdaroğlu'nu destekleyen Tuncay Özkan ile Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu,  Halk TV'de yayınlanan Uğur Dündar'ın sunduğu Halk Arenası programında  canlı yayında  "atışmışlar"!  :)




Tekrar  Fırat EREZ  ile devam edelim:
"Gezi"nin riyakarlığı aşılamaz denmemeli. Dün "Cemaat kadrolaşıyor" diye ağlaşanların, umutlarını o karanlık örgüte bağlaması hepsini aşar.  (i)

"Aslında, kendinize gelmeniz için sağlam bir köteğe ihtiyaç var ama atılmayacak. Ya kendinizi iyileştireceksiniz,  ya da yitip gideceksiniz..  (ii)

Dünya'ya bu kafayla bakanların ayılmasını beklemek, zaten baştan yanlış.  Yenilginin hıncı ve nefretten ölecekler." (iii)




MHP  Isparta milletvekili  Nevzat Korkmaz,
"Suriye'den gelen mülteciler arasında 1915'te tehcir edilen Ermeniler de var mı?"  diye sormuş.

(Irkçılık kaynıyor buralar.)

Bağcılar MHP binası, içinde insanlar varken ateşe verilmiş. Türkiye'nin sorunu: "yanan"ın "Kim" olduğunun önemli olması. ...(Tarık Beyhan)

(Bu arada bazılarının dediği gibi, "kimi söylem ve hareketlerine ne kadar kızsak da,  Devlet Bahçeli sağduyusu diye bir gerçek var bu ülkede."  Hakkını teslim etmek lazım.)





Bir diğer dikkat çeken mevzu da OdaTv adlı Ulusalcı-Kemalist (?) sitede, son yıllarda aralıklı olarak yazıları yayınlanan Rafael Sadi'nin, Türkiye'de yaşayan Yahudileri CHP çatısına çağırması idi. Rafael Sadi, Hastürktv'de de çeşitli yazıları yayınlanmakta olan, sanırım T.C. kimliği de taşıyan bir İsrail vatandaşı ve "gazeteci" olduğu söylenen bir isim. ..... Ergenekon iddianamesi-OdaTv davasında,  ilgili sitenin Mavi Marmara saldırısından sonra bazı Yahudi çevrelere yakınlaşmasından bahsedilmiş ve Rafael Sadi'nin de adı geçmişti. Bir süre sesi soluğu çıkmayan bu şahsın, OdaTv'de tarih itibariyle en son yayınlanan "Yahudiler CHP'yle barışıyor mu" başlıklı yazısının ana fikri özetle şu:
"Anti-semitizm (Yahudi düşmanlığı) Türkiye'de yükselişte, öyleyse çözüm bir siyasi partide ve dahi CHP'de!"

.......... Kişisel Görüşüm:   Popüler kültürümüzde,  İsrail ve Yahudiler konusunda yüz kızartıcı bir lisan kullanımı ve saygısızlık olduğu doğru, yıllardır olduğu gibi.  Özellikle son senelerde yaşanan gerginliklerle  (Mavi Marmara, Bulut Sütunu Operasyonu, Gazze saldırıları ile,...)  ancak daha da özünde Müslüman ülkelerde demokrasiye sıcak bakmayan, "Ak Parti iktidara geldiğinden beri de endişeli-rahatsız bazı Yahudi çevreler".

Kişisel olarak sosyal medyada oldukça seçimli bir takip sistemim olduğundan, genel kalabalıklardaki durumu çoğu zaman takip etmem. Ancak biraz başımı dışarıya çıkardığımda, TR'de Anti-Semitizm ile karşılaşmak için özel bir çaba ve zaman harcamanıza gerek olmadığını da peş peşe defalarca gözlemledim.
Hal böyle iken Yahudiler açısından çözümü siyasette ve dahi ana muhalefette aramak,  hele CHP'de?
Sanırım ya saf olmak ya da ilgili partinin söylemini kökten benimseyerek  "halkın (ve dahi herkesin) aptal olduğuna kanaat getirmiş olmak"  gerekli böyle reçeteler yazabilmek için.


Demek ki Rafael Sadi,  Hastürk.tv  ve  destekledikleri siyasetçilerin çıkarları;  AkParti karşıtlığından geçiyor.  Bu uğurda Türkiye'nin iç işlerine ve iç siyasetine açıkça karışma ve yönlendirmeler yapmakta beis görmüyorlar.

Biz Türk vatandaşları olarak Gazze'deki zulmü ve sivillere yapılan saldırıları eleştirdiğimizde  "Size ne İsrail'den, size ne Filistin'den! Burada bizlerin neler yaşadığımızı ve yaşanan olayları bilmeden?"  diyen ve bazı açılardan haklı olan bu insanlar;  mevzu Türkiye olunca  "Gezi kalkışması"  da denen olaylardan tutun,  desteklenecek siyasi partiye kadar geniş bir skalada propaganda yapmaktalar.

Haklı davalarında kendilerine başarılar dilerim. Rafael Sadi'nin  Tuncay Özkan hakkındaki "idealist" ve gelecek vaat ediyor yorumlarına ise hiç girmiyorum. Yalnız belirtmek isterim ki ulusalcı bazı siteler gibi onlar da (HasTürk ve OdaTv)  Tuncay Özkan eleştirilerini yayınlamıyor.

Şurası önemli:  Ülke  (ve dahi bölge olarak)  bir barış ümidinden geçerken,  bunun gerçekleşmemesi ve barış olmaması için uğraşan çevrelerin siyasi desteklerine gelmemek gerekir diye düşünüyorum.
Bu topraklara bir borcumuz varsa ya da bırakmak istediğimiz bir takım izler,  "içeriyi mikserlemek"  isteyenlere karşı temkinli olma  ve  sapla samanı karıştırmama zamanı.





***

İlgilenenlere: "Kobani üzerinden tuzağa düşmek" (7 Ekim 2014 - TimeTurk)


Bu yazı da dikkat çekici idi,  kısa bir bölümünü alıntılıyorum burada:
"Kobani ve olaylarla ne amaçlanıyor"
(9 Ekim 2014 - TimeTurk - Nevzat Çiçek)
Aynı söylem bir taraftan Türkiye IŞİD'i destekliyor derken, diğer taraftan da IŞİD'İn hedefi İstanbul diyebiliyordu.  IŞİD üzerinden Türkiye'nin "Bekle gör" politikasındaki yanlışlık gibi Kürt siyasetçileri de Suriye'deki her sakallıyı,  her grubu IŞİD ilan ederek Türkiye'yi suçluyorlardı.
...
Türkiye, güvenli bölge ve Esed'e karşı mücadele şartı ile birlikte Suriye bataklılığına girmemek için direndi. Bu direnme gerçekleşirken Kobani üzerinden “Yardım yapmıyor” algısını da insani yardım dışında kıramadı. Keşke Türkiye ilk günlerden itibaren bütün bu olup biteni öngörse ve Barzani Peşmergelerinin Kobani'ye girmesi için çağrı yapsa yada "Bekle gör" politikasını bırabilseydi bu da olmadı.  Bütün bunları bir araya getiren Kürt siyasi hareketi,  “Türkiye Kobaniyi düşürmek istiyor”  tezinin kuvvetlice işlenmesine yol açtı ve kabul etmek gerekir ki son durumla birlikte de buna inananların sayısı oldukça arttı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın IŞİD ve PKK'yı bir tutan demecinin de çok ciddi kırılma yaşattığımı unutmamak lazım.


Yazım burada bitiyor. Ancak yine de geçtiğimiz ay okumuş olduğum ve atlamak istemediğim bir yorumu sizlerle paylaşmak istedim:


Demirtaş'a yönelik “bir katili/hırsızı nasıl alkışlar”, “bizi sattı”, “AKP yandaşı”, “o da seçmenine nezaketsizlik yaptı” vb. çıkışmalar beklendiği üzere esas olarak Kemalist-Sol kesimler arasından geldi. Buradaki linç motivasyonunun sebebi büyük ölçüde Demirtaş'ın bu davranışı ile Erdoğan'ın bir cumhurbaşkanı olarak meşruiyetini tanımış olduğu fikridir. Bu tipolojideki muhaliflerce bir nefret objesine dönüştürülen ve kötülüğün pür hali olarak ikonlaştırılan Erdoğan'a yönelik herhangi bir nezaket, “prosedürel”  bile olsa,  tahammül edilir bir durum değildir.

Bu muhaliflik Cemil Bayık'a bile “marjinal” gelen sınırlı bir çevrede hâkim olsaydı üzerine fazla konuşmaya gerek olmayabilirdi. Esasen devrimci-köktenci grupların  muhalefet strateji ve taktiklerinden oluşan bu tarz  ana akım muhalefete de sirayet etmiş, muhalefet etmenin belli başlı yolu olarak hegemonik bir hale gelmiş durumdadır. Öyle ki, bu tarz ile uyuşmayan herhangi bir eleştirel pozisyona kesinlikle izin verilmiyor. Farklı bir “muhalif hal”, “Demirtaş'ın Alkışı” örneğinde görüldüğü gibi en kısa zamanda çevrelenip görüldüğü yerde hunharca bir saldırıyla bin pişman ediliyor.
...
Muhalifliği tanımlayan şey kesinlikle sahip olunan değerler, ilkeler, vizyon, gelecek ideali, politik amaçlar veya adı konmuş siyasalar (belki geri planda sinik halde bulunan idealize edilen geçmiş veya hiç gelmeyecek ülküleştirilen bir gelecek) değil. Sırf ve sadece karşıtlıktan beslenen bu muhaliflik  “hedefin” öne süreceği siyasaları ve yapacağı hataları bekliyor, ardından bunların tam karşısında pozisyon alarak cepheden bir reddiyeye girişiyor.

Bu tarz, bütün o pro-aktif görüntüye rağmen, Erdoğan/AKP karşısında kendini aslında edilgen kılan bir muhalefet etme biçimidir. Her seferinde geriye muhalefet adına kala kala kategorik bir Erdoğan/AKP karşıtlığı kalıyor. Bu edilgen muhalifliğin kaynağında ise Erdoğan'ı/AKP'yi tanımayı ısrarla reddeden çarpık ve işlevsiz bir stratejik duruş yatıyor.
İlk seçim başarısından bu yana şu ya da bu vesileyle Erdoğan'ın/AKP'nin meşruiyetinin sorgulanmadığı ve her meselenin bir şekilde getirilip bir rejim krizine bağlanmadığı pek bir olay neredeyse yok gibi... Korktuğu bir şeyle mücadele yöntemi olarak gözlerini sıkıca kapatıp, etraftaki ve içindeki sesleri bastırmak için tepinip bağırarak hep aynı şarkıyı söyleyen bir küçük çocuğun davranışına benziyor bu. “Laf sokmalar”, “kapak yapmalar”, “küçük düşürmeler”, “aşağılamalar” ve “suçlamalar” gibi kısa erimli ergen tipi hazlar ile yetinmeyi vadediyor. Bu muhaliflik, Erdoğan'ı/AKP'yi  “hedef/düşman”  görmek yerine siyasî rakibi olarak kabul edip onunla siyasî mücadeleye, müzakereye ve pazarlığa girmeyi reddederek ülkenin siyasî yapılanmasında ve şekillenmesinde aktif bir rol üstlenmeyi de reddetmiş oluyor. Ülkenin yapılanmasında muhalefetin kendi politikaları ve vizyonu ile yer alması gerektiği yönündeki seslenişler ise kulaklarına “siz de AKP'li olun” daveti olarak ulaştığından, duygusal bir infiale yol açıyor. Üstelik, bu anti-siyaset yüzünden amaçladığının tam tersi sonuçların,  yani rakibinin “siyasetinin” gerçekleşmesini büyük ölçüde kolaylaştırıyor ve hızlandırıyor olabilir.
Demirtaş ve Kürt siyasî hareketinin Türkiyeleşme hedefini yürütürken, işlevsel ve kendisini etken kılacak bir muhalefet tarzında sebat mı edeceğini, yoksa arkaik sol ve Kemalist mahallelerinin baskısına boyun mu eğeceğini şimdiden söylemek zor gibi.
(Cennet Uslu.  Hurfikirler.com)




-EK-  Blog yazlarında sadece 20 adet etikete izin verildiğinden şunları ekleyemedim, yazının altına not düşüyorum:
.......... TSK, Fethullah, silah, Hakkı Devrim, canilecanan, Ekşi Sözlük, Private, Diyarbakır, internet, sansür, insan hikayeleri, hayal kırıklığı, kibir, para, Ermeni, İsrail, Gökçek, Mahçupyan, MTA, Twitter, 12 Eylül, demokrasi, popüler kültür, televizyon.

5 yorum:

Sinan Yaldız dedi ki...

IŞID yapınca katliam sen yapınca 'özgürlük mücadelesi'... Hadi ya! Kendi milletini katleden ahlaksız sahtekarlar.

Diğer bir ikiyüzlülük de , Gezideki barbarlığa 'özgürlük savaşı' diyenlerin Kürtlerin yaptığı son vandalizme 'terör' demesidir.

canilecanan dedi ki...

Atilla Yayla bugünki köşe yazısında, Türk solunun şiddete ilkesel olarak karşı çıkmamasına ve dahi benimsemesine Kobane olayları üzerinden şöyle değinmiş:

"Ortodoks sosyalist çizginin Kürt hareketine bir hediyesi de şiddet meftunluğu. Kürt önderlerin çoğu Leninist, Stalinist. Bunu söylerken sosyalizmin Kürt hareketinde şiddet eğilimini açıklayan tek faktör olduğunu iddia etmiyorum, sadece en önemli faktörlerden biri olduğunu söylüyorum. Türkiye solu zaten şiddete meftun. Bir ilke meselesi olarak şiddete karşı çıkmıyor. Liberaller gibi sadece nefsi müdafaa şiddetini meşru görme eğilimi yok. Türkiye solu şiddeti seviyor, kutsuyor. Fanon gibi, onun arındırıcı bir şey olduğunu düşünüyor. Karşı olduğu şiddet diğerlerinin şiddeti. Kendi şiddeti ise sadece meşru değil aynı zamanda yararlı ve gerekli. Bu zihniyeti yansıtan sürüyle olaya ve olguya şahit olduk. En yakındakilerden biri Gezi olaylarında sergilenen şiddet sevdalısı tavırdı. Şimdi listeye Sosyalist Kürt hareketinin 6 Ekim kıyamıyla bir yenisi eklendi. 6 Ekimden sonra HDP'nin çağrısı üzerine sokağa inen şiddet sever Kürt ve sol militanlar yaktı, yıktı, öldürdü, yağmaladı.
...
Umarım Kürt siyasetçiler yaşanan acı olaylardan gerekli dersleri çıkarmışlardır. Türk solu mu dediniz? Onlardan hiç umudum yok, onlar umutsuz vaka!"
Atilla YAYLA

(Yazının tamamını okumak isteyenlere link: "Basiretsiz Kürt siyasetçiler ders alır mı?" - 11 Ekim 2014, Yeni Şafak)

canilecanan dedi ki...

Hür Fikirler'de HDP'nin ikilemi üzerine bir yazıdan alıntı:

Hak ve özgürlükler açısından HDP, liberal demokrasinin ilke ve değerlerini ön plana çıkarıyor: Azınlıklar, Kürtler, Aleviler, yerelleşme, dil ve kültür hakları gibi konularda özgürlükçü ve bireyci bir söyleme sahipler. Bu da onların halkın geniş kesimlerine açılmasını kolaylaştırıcı bir unsur olarak karşımızda duruyor. Söz konusu sosyo-ekonomik hedefler olunca HDP birden en sola geçme arayışına geçiyor. Başta parti programı olmak üzere, 1930’lu yılların diliyle devletçi, merkeziyetçi, işçi tapıcısı bir söyleme evriliyor. (...) Bir siyasal parti hak ve özgürlükler bağlamında liberal, ekonomik program olarak solcu olamaz; böyle bir politika önemli açmazlarıyla seçmeni kendine bağlayamaz.

HDP’nin problemi Türkiye’deki sosyal demokratların da kendilerini kurtaramadıkları önemli bir sorun. Sol demokrat aydınlar bireysel hak ve özgürlük (kürtaj, alkol, vb.) alanları olunca liberal ilkeleri hemen bir solukta sayıyorlar. Mamafih, söz konusu olan ekonomik haklar (özel mülkiyet, ticaret, girişim özgürlüğü vb.) olunca birden dev devletin araya girmesini her şeyi planlamasını istiyorlar.
("HDP’nin Dilemması", Mehmet Ali İlkaya. 23/09/2014 - Hür Fikirler)

Adsız dedi ki...

"aday maketi"ne oy vermek
BU SEÇİMİN ÖĞRETEMEDİKLERİ
Bu seçim de öğretemediyse artık hiçbir şey öğretemez.
Seçimle ilgili yazılanlara bakıyorum. Hala birçok kişi oy vermeyenlere kızıyor. Demek ki adaylardan beklentileri varmış. Mesela Ekmel'in Tayyip'i kazandırmak için konulmuş bir "aday maketi" olduğunu sezememişler. Ya da CHP'nin çook uzun yıllardan beri irticanın baş sorumlusunu olduğunu.
CHP daha 1930'lardan itibaren gericiliği koynunda besleyip büyüttü, bununla uzlaşıp oy almayı umdu ama o gericilik canavarı 1950 seçimlerinde bağrından çıktığı partiyi yedi. CHP o tarihten sonra bir kez, o da romantik Ecevit zamanında tekrar çıkış yapar gibi oldu ama içten-dıştan paçalarından çekip kurumsal muhalefetteki ezeli ve ebedi konumuna indirdiler. Bu arada azgınlaşan gericiliğe karşı canavarın annesinden medet umanlar, zavallı annenin artık canavarın tutsağı olduğunu göremediler, hala da göremeyenler var.
Mehmet Tanju Akad

Adsız dedi ki...


Zaytung:
"Ne icin toplandiklarini bilmeyen CHP delegeleri, Livaneli şarkıları söyleyip dağıldılar"
CHP bundan guzel anlatilabilir mi:)