28 Haziran 2009 Pazar

 Gündemdekiler  (Haziran 2009)

.
Haziran ayında Türkiye gündeminde en çok konuşulan olay,  Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı  AKP ve Gülen'i Bitirme Planı veya diğer adıyla  İrticayla Mücadele Belgesi  idi.


Global anlamda en çok ses getiren olaysa Michael Jackson'ın ani ölümü oldu.
(25 Haziran 2009)

Ölümüyle kendi içimizdeki acımasızlıkla bir anlık yüzleşmemizi de sağlayan bu adam, hafızasında 80'leri canlı olarak barındıran ben ve nesildaşlarım için,  80'lerin artık iyice uzağımızda olduğunu ve giderek yaşlandığımızı gidişi ile beraberinde bir kez daha hissettirdi.


Henüz anaokul çağındaki küçük bir çocukken sahne ve ışıklar ile tanışan Michael Jackson, 15 yaşlarındayken söylediği şarkılar ile insanları (ve bugün teknoloji sayesinde bizleri) eğlendirip ağlatırken; o yakışıklı veya kendi halinde çok yetenekli-başarılı bireyin yerine neden bembeyaz tenli ve inanılmaz yapay burunlu beyaz bir ucubeyi koydu?  Bunu kendi adıma hiç anlayamayacağım sanırım.

Ve bütün büyüklerde belli bir zamandan sonra böyle bir yalnızlaşma, tanrılaşma, kısaca gerçeklikten kopuş gerçekleşiyor galiba...  Buna çevredeki yandalakçılar ve koruma çemberi de eklenince, işte böyle albüm kapakları kalıyor geriye.



Devam edelim.
Son zamanlarda Deniz Feneri davası ve yolsuzluk üzerine gündemde epey adı anılan  Zahid Akman'ın,  RTÜK/KÜTÜK koltuğuna yapışma halini söylemiştik zaten...  (bkz)


Daha önce AKP'yi kapatma davasını başlatan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı  Abdurrahman Yalçınkaya'nın "Ekonomi, laikliğin önüne geçiyor"  uyarısından da bahsetmiştik...  (bkz)



Türk hukukunun kararı:
"Mardin Kızıltepe'de  gecenin karanlığında katledilen  12 yaşındaki
Uğur Kaymaz'ı  vuran polislerin kabahati yoktur.




İran  ve  seçimler
Sınır komşumuz İran seçimlerden sonra iyice karıştı.  Kanlı olaylar ve gösteriler devam ediyor.

İran fazla bildiğim bir ülke değil. Ama dışarıdan baktığımda gittikçe beni şaşırtan bir ülke. Uzun yıllardır İslami rejim ve molla uygulaması olmasına rağmen;  bünyesinden  periyodik
olarak  Salman Rüşdi  gibi isimleri çıkarabilen,  aydın gücü yüksek  köklü bir kültür.  Perslerin son yıllarda bilimsel alanda yaptıklarının  (uzaya uydu fırlatmak,  nükleer çalışmalar,  tıptaki başarılı isimler vb)  yanı sıra  İran Sineması 90'lardan beri etkileyici örnekler sunuyor,  özgün işler çıkartıyor.  Tüm bu çalışmalar  Avrupa ve Dünya'da kendine bir yer bulmuş durumda.

Bizde ise hâlâ ezberlenmiş kalıplar:  "Türkiye asla İran olmayacak!"
Hayır tabi ki olmayacak ama istese de olamaz zaten.  Her kültürün ayrı bir yeri var.  Kendini hamasi duygularla hep başkalarından üstün görme,  diğerini küçümseme üzerine inşa edilmiş  gecikmiş Türk Milliyetçiliği ucubesinin sancılarını çekmeye devam ediyoruz.  Buna "Kelaynak milliyetçiliği" diyen de var.  Bu arada hatırlamak gerekir ki  toplum olarak 600 yıl boyunca  resmi dilimiz,  Farsça-Arapça-Türkçe  karışımı olan  Osmanlıca  idi. Anlayana...



Aşağıdaki haberi  bir medya sitesi olan  Medyatava'da  okumuştum:

"Hrant Dink'in  katil zanlısı için 20 yıl ceza istenirken,  Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları  adlı kitabı sebebiyle  gazeteci Nedim Şener hakkında toplamda 28 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı."



İrticayla Mücadele Belgesi  yalanlandı
Ayrıntısına girmek istemiyorum. Zira ne benim görevim ne de merak eden var. Herkes salt dünya görüşüne göre siyasi tarafını belirliyor bu ülkede. Kimsenin gerçekleri merak ettiği yok. Ve alışık olduğumuz şekilde, üniformalılar siyasete direkt karışmaya devam ediyor.
O nedenledir ki ülkemiz gündeminde TSK'nın olmadığı tek bir haftamız dahi yok. Yargılanan Albay Çiçek'in sivil mahkemede attığı imzanın bile sahte olduğu tespit edilmişken, hazırladığı iddia edilen belgenin aslında sahte olduğu pompalanıyor şimdilerde...


CHP  adına bu olaylar sonrası  Deniz Baykal  önce çıkıp   "Eğer bu belge doğruysa  İlker Başbuğ  görevinden istifa etmelidir"  dedi.  Birkaç gün sonrasındaysa,  askeri yetkililerden bile daha çok Askeriye sözcülüğüne soyundu  ve  "Belge sahtedir"  buyurdu.  En son olarak da  "Yargıyı mıncıklamayın"  demiş.

O değil de...  Beni asıl şaşırtan mevzu,  ÇELİŞKİ'ler'de de değindiğim gibi; "Kendini solcu ve ilerici gören Kemalistlerin, donuk bir düşünce yapısına sahip olması... Hâlâ daha "ERGENEKON diye bir şey yoktur"  noktasında olmaları. Ülkeyi yobazlaşmadan korumada bildikleri  ve  güvendikleri tek yöntemin 'ORDU VE ASKERİYE'  olması".

Kemalistlerin sorunu miskinlik ve fantazi bolluğu bence.  Hal böyle olunca da işte Refah Partisi gidiyor yerine Fazilet geliyor,  o gidiyor AKP geliyor.  O da gitse yerine gelen bir eşdeğeri,  hatta daha beteri bulunur.  Zira bu sakat mantığın çatırdamaması ve mağlup olmaması mümkün değil.




Mayıs sonlarında Antalya'daki bir otelin şaşalı açılış haberleri Haziran ayına da taştı.
Azeri asıllı Rus işadamı Telman İsmailov tarafından Kundu'da yaptırılan beş yıldızlı Mardan Palace Oteli,  Hollywood ünlülerinin katılımıyla açıldı.  "Akdeniz'in en lüks oteli" sloganıyla hizmete açılan otelin gala gecesine  Mariah Carey, Monica Belluci, Sharon Stone, Seal, Tom Jones, Paris Hilton ve Richard Gere  gibi ünlüler katılmış.

EDIT:   2017 Aralık itibariyle  Mardan Palace Hotel'in işletmecisi iflas etti.
Böyle olacağını ilk günden demiştim,  şaşılacak durum değil.



Bu başlığa,  unuttuğumu fark ettiğim şeyleri aklıma geldikçe eklemeyi düşünüyorum.  Son olarak,  Jackson'un  "Thriller"  haricinde en sevdiğim parçalarından birinin videosunu yerleştiriyorum.  Ses pek iyi değil ama aradığım görüntüler bunda vardı.


http://www.youtube.com/watch?v=o0R6jmENNeQ

23 Haziran 2009 Salı

Sağlık


Aslında bugün çok başka bir konu hakkında yazmayı düşünüyordum ama hayat işte... Beklenmedik bir şekilde, ani olarak diz kapağımın arkasından giren bir krampla sarsıldım.  Sanırım  bir kas rahatsızlığı
ya da kronik romatizmanın bir başka oyunu. Nadiren olan bu hal düzenlileşmeye başladı. Her kramp sancısı 15 dakikayı bulmaya ve ertesi gün damarların sertleştiği ilgili ayağı hareket ettirememeye veya olduğun yerden fazla uzaklaşamamaya...

Böyle ani  ACI  anlarında, insan hiç olmadığı kadar kendi yalnızlığı ve çaresizliği ile yüzleşiyor. Benim gibi çocukluğunda şiddetli ateşli hastalıklar geçirmiş biri için bu hastalıklı bedenlerimiz Tanrı'ya isyan nedeni. Sanırım o kadar itaatkar değilim veya olamıyorum.
Kendi seçmediğimiz bedenlerimizin, ne olduğunu anlayamadığımız dertleriyle uğraşırken bazen böyle yaşam-ölüm sınırına yanaştığımız olabiliyor.  Ve özgürlüğümüzün önündeki en büyük engel olan maddi bedenlerimiz:  Yaşamak zorunda olduğumuz F-tipi hücreler.

O  acıdan  beynin ve tüm sinirlerin zonklaması anında, yaş ilerlemesiyle edindiğim tek şey,  Sağlık ve Zaman'ın aslında ne kadar değerli olduğunu anlamak oldu.  Ve tabii geçmişte burun kıvırdığım bir diğer şey:  ŞÜKÜR.  Aslında sadece iki ayak üzerinde sağlam ve dengeli durabilmemiz bile başlı başına bir saadet! Bunu başarmak gerçek bir tatmin mevzusu:  Bugün bunu anladım.

Bizleri üzen, mutsuz eden, sanki yaşam enerjimizi sömüren; benmerkezci (bencil), ilgisiz, duyarsız; ikili oynayan insanlar, maskeliler, ezik ruhlar; cimriler, hesapçılar, kariyeristler  ve  kah aşağılık kompleksli  kah kibri boyundan büyük makam sahibi insanlarla çevriliyken;  bazen fazlaca karamsarlaşıp kinle dolabiliyoruz.
Böyle sarsıntılı sınır anlarında  değerli ile değersiz arasındaki farkı daha iyi anlıyor insan,  yaşam nefesine daha çok sahip çıkıyor.


(bkz: Sağlık mı?)

20 Haziran 2009 Cumartesi

 ERGENEKON,  Mavi Akım  ve  Kamer GENÇ


İlk bakışta "Ne alaka?" gibi durabilir bu üçü. Bence alakalı ve benim kişisel olarak aralarında bağ kurduğum bir üçlü. Özellikle son bir kaç yıldır yükselen 'darbe' ve 'Ergenekon' patırtısına bir de 'enerji sorunu' eklenince; bunu burada kişisel eklentilerle beraber paylaşmak istedim.

Üniversitede eve çıktığım yıllar,  bir de  İzmit-Gölcük merkezli  büyük
99 depremleri ile birleşince,  geceleri fazlaca televizyon izlemeye başlamıştım.  Zaten ezeli uyku sorunları olan  ve  gece yaşayan biri olarak o dönem en çok izlediğim kanal  TBMM TV  oldu desem yalan olmaz.  İlk bakışta sıkıcı/tuhaf gelebilir ama o dönem Kamer Genç ve bazı nev-i şahsına münhasır şahsiyetler Meclis'teydi.  Tam  "çiçek sulama"  zamanlarıydı,  mizah açısından ortam oldukça tatmin vericiydi.

Neyse... İşte o günlerde Meclis'te uzun uzun tartışılan bir konuydu bu "Mavi Akım Doğalgaz Projesi".   O dönemin Refah-Fazilet Partili milletvekili konuşmacıları ve DYP'nin nev-i şahsına münhasır seçilmişi Kamer Genç  bu projeye karşı çıkıyor,  (âmiyâne tabirle) kazıklandığımızı,  Dünya'nın en pahalı doğalgazını satın aldığımızı, çevre kirliliği  ve  temiz-rahat ısınma gibi nedenlerle bir yandan halkı doğalgaza teşvik ederken  bir yandan da vatandaşça ödenemeyecek yüksek ücretler talep edildiği gibi şeyler...



Tabi biliyorsunuz bizde Meclis konuşmaları laf olsun diye yapılır. "Kabul edenler/Kabul etmeyenler" denir ve o ceylan derisi koltuklarda oturan herkes, (milletvekili oluyor bunlar) partisinin tarafına göre el kaldırır/indirir.


Velhasıl,  iktidardaki koalisyonun bastırmasıyla,  Rus  GAZPROM  ve
bir İtalyan şirket ortaklığıyla kurulacak  Mavi Akım Projesi  Meclis'ten geçti.  (Ecevit-Yılmaz-Bahçeli koalisyon yılları)
İşin ilginci;  Meclis'te bu kadar patırtılı-eğlenceli,  kafadan bardak boşaltmalı, bel altından vurmalı, bol kahkahalı,  hem izlenesi hem dinlenesi o dönemki muhalefete  Türk Medyası ve etkin güç olarak Doğan Medyası neredeyse hiç yer vermedi.  TBMM TV'yi izlemiyor olsam benim bu olaylardan zerre haberim olmazdı mesela.


O dönemin Enerji Bakanı  Cumhur Ersümer  idi.  Yakışıklı bir adamdı bence.
 (Şişman ve köylü görünümlü birinin bana yakışıklı gelmesini şaşırtıcı bulmuşumdur hep.)
Yıllar sonra bu adam,  Mesut Yılmaz  ile beraber  Yüce Divan'a mı sevkedilmeye çalışıldı ne?  Dolandırıcılıktan ve Mavi Akım'la devleti zarara uğratmaktan.

Peki Kamer Genç'e ne oldu?
Bir "çiçek sulama" olayı oldu,  Levent Kırca'ya iyi malzeme çıktı.
Kamer Genç sayesinde mal, mülk, yat, kat, yalı sahibi oldu Kırca.
Sonradan Kamer Genç hangi mekana gitse  arkasında sarışın bir 'verici' biter oldu...  Reha Muhtar Haberciliği;  magazin sululuğu ve sırıtışında kendisine sordu:  "Neden hep size oluyor/sizi buluyor bunlar?"
Tabii  kem kümledi Kamer Genç,  ne desin?
"Mavi Akım gibi enerji merkezli çıkışlarım,  bazı çevreler ve medyada rahatsızlık ..."  diye başlayan cümleler kurmaya başladığında kimse adama inanmadı elbette,  herkes pis pis sırıttı.

Amma velakin öyle oldu  böyle oldu.  Sonuçta:

* Dünya'nın en pahalı doğalgazını alıyoruz.
* Yakın çevremizde çok fazla doğalgaz ve petrol kaynağı var.
* Amerika ve Rusya  buralara ve enerji kaynaklarına sahip olmak için staratejiler geliştiriyor.
* Türkiye'den doğalgaz boru hatlarının geçmesini istemeyen güçler, Türkiye'deki terör ve yıpratıcı güçlere destek vererek arazinin güvenilirliğini kırıyor.
* Zamanında,  terörün sürekli kılınması sayesinde kurulan  OHAL güvenlik perdesi arkasında,  Güneydoğu'da nasıl bir kaçakçılık ve uyuşturucu trafiğinin hortladığını gördük.  Ergenekon gibi güçlü bir yapılanma,  bu kadar büyük paraların aktığı enerji mevzularının da çok uzağında olamaz.
* Susurluk ve Ergenekon sanığı  Veli Küçük'ün  Azerbeycan ile ilişkilerinin görünen yüzü ortada.


Daha önce de yazmıştım.  Günümüz Kemalistleri ile Fetocular arasında büyük benzeşmeler var.  Her iki grup da icazetle hareket ediyor. Birileri yularlarını ne tarafa çekse  o yana meylediyorlar.
"AKP ülkeyi satıyor"  diyenler,  aslında sadece paranın aktığı yeni çevreye tepki gösteriyor.

Bu konuda arama yaparken, yeni yapılmış bir röportaja da denk geldim.  Ayrıntısına girmek isteyen için vereyim.


Meraklısına:  (bkz:  Vikipedi'de  Mavi Akım)

Sedat Laçiner:  'Boru hatları olan ülke bölünmez'


"Rus devi Gazprom'un tek hedefi, Türkiye'ye daha çok gaz satmak ve boru hatlarını kontrol etmektir."

"Eğer 10 milyar doları  sadece boru hattı döşemeye ayırıyorsanız,
100 milyon dolarını da adam satın almaya harcayabilirsiniz.
Bu durumda  bir iki milyon dolara satın alamayacağınız insan sayısı çok azalır.  Eğer bir de o şahsın kumar borcu, sevgilisi, kaçak ilişkileri falan varsa;  bir bakanı, bürokratı, genel müdürü çok daha kolay ayarlıyorsunuz.  İşte o zaman bunlar öyle imzalar atıyorlar ki,  ülke bunun bedelini uzun yıllar çok ağır ödüyor.  Bunu pek çok ülke yaşadı. Türkiye’de de eğer bugün enerji fiyatları pahalıysa, bu, 10-12 yıl önce imzalanmış olan kötü anlaşmalardan ötürüdür.
"


18 Haziran 2009 Perşembe

Korozyon










"Metallerin zaman içerisinde aşınması, paslanması, oksitlenmesi veya çürümesi"  gibi anlamlara gelen  korozyondan  bahsetmek istiyorum biraz. Gündelik hayatımızda da örneklerini gördüğümüz bu olayın,  daha çok sanayi ve özellikle gıdaların paketlenmesi/ambalajlanmasında yarattığı sorunlar üzerinde duracağım.

Sonuçta maddeler bir yandan yücelmek isterken  bir yandan da özüne akıyor sanırım.  Bu metalleri de işte böyle allayıp pulluyoruz, kaplamalar yapıyoruz, parayı bastırıp bazı önlemlerle ömrünü uzatıyoruz ama  zamanla yine ana hallerine dönüp yine aşınıyorlar.  Ve doğadaki döngü bu şekilde sağlanıyor.

Ne var ki doğada ender de olsa korozyona dayanıklı metaller de var: Altın (Au)  ve  Platin (Pt) gibi.
Yanda bir altın külçesini görüyorsunuz. Cazibeli görüntüsünün yanı sıra,  aşınmazlığı yüzünden de altın değerli görülmüş bir metal. Anladığım kadarıyla Antik Mısır'da ölümsüzlükle özdeşleşmiş.




METAL ESASLI AMBALAJ MATERYALLERİ




Metal ambalajlar birçok gıdanın ambalajlanmasında çok sık olarak kullanılmakta. Başta konserve sanayinde olmak üzere reçel, hayvan mamaları, tatlılar, çaylar, kahveler, meşrubatlar, gazlı içecekler ve spreyler gibi birçok ürünün saklanmasında metal ambalaj örnekleri mevcut.






Korozyon nedir?
Metal ambalajlarda karşımıza çıkan en büyük sorun, gıda ürünleri ile ambalajdaki materyaller arası etkileşimden kaynaklanan korozyondur. Korozyon, metallerin ortamdaki bileşenler ile kimyasal veya elektrokimyasal reaksiyonu sonucunda malzeme özelliklerinin olumsuz yönde etkilenmesi ve bozulmasıdır.
Kimyasal korozyon, metalin aynı ortamdaki diğer bir elementle doğrudan elektron alışverişinin söz konusu olduğu bir reaksiyon zinciridir.
(Pek anlatamadım ama anladığınızı umuyorum)

Korozyonun önlenmesi için metal malzemenin başka bir metal ile kaplanması yoluna başvurulabilir. (Demirin kalayla kaplanması gibi.) Veya teneke kutuların kalay ile kaplanmasından sonra bir de lak adı verilen organik reçinelerle kaplama yapılabilir.  Bu işleme  laklama  denir.



Korozyon Biçimleri
Malzemede korozyona bağlı başlıca hasarlar şunlardır:
Genel korozyon,  noktasal korozyon  ve  korozyon çatlağı.

Genel korozyon bütün yüzeyi etkilerken, noktasal korozyonda krater (pitting) ya da  iğne şeklinde yerel çukurlar oluşur  ve/veya  yüzeyin altı oyulur.

Genel korozyonda, ortaya çıkan belirtilerden ötürü kolaylıkla fark edilerek önlem alınma imkanı vardır.

Noktasal korozyonda ise oluşan maddeler fark edilmeyecek kadar azdır. Bundan dolayı parça delinip sızma gibi bir belirti görülmeden durumu fark etmek zordur.
Korozyon çatlakları ise en tehlikeli korozyon biçimi olup,  noktasal korozyon gibi çok zor fark edilir.



Korozyon Türleri.......
Mekanik zorlamalı  ve  mekanik zorlamasız olmak üzere iki ana başlıkta toplayabiliriz.
* Mekanik zorlamasız korozyon türleri:
Temas korozyonu, derişiklik pili, aralık korozyonu ve ayırımlı korozyon şeklinde sıralanabilir.
* Mekanik zorlamalı korozyon türleri:
Gerilme korozyonu, hidrojen gevrekliği ve korozyon yorulması gibi.


VEYA

Kalayla kaplama (kalaylama)  ve  laklama işlemleri homojen olacak şekilde yapılmalıdır.  (Yani kaplamada delik, çatlak olmamalı)
Aksi halde gıda maddesi  (özellikle salamura veya şekerli su gibi dolgu sıvısı) bu kısımlara yerleşerek, Demir (Fe) ile Kalay (Sn) arasında elektrokimyasal tepkimeler başlatır. (Galvanik hücre oluşumu)

Metallerden birinin anot,  diğerinin katot olduğu bu gelişmeler sırasında dolgu sıvısı elektriksel iletimi sağlar.  Önce yüzey korozyonu (aşınma) başlar. Zamanla anot-katot değişimiyle delinme korozyonuna doğru gider.


* Yüzey Korozyonu

Kalay (Sn) anot, Demir (Fe) katot.
Sadece yüzeyden kalay aşınır.
Lak tabakası soyulur.
Fark edilmesi daha kolaydır.


* Delinme Korozyonu

Demir anot, kalay katot.
Yüzey korozyonundan sonra delinme korozyonu başlar.
Kutu delinir.



* Noktasal Korozyon  (Pitting):

İğne şeklinde, krater benzeri çukurlar ile karakterize edilir.
Yüzeyin altı oyulur.
Parça delinip sızma görülmeden önce fark edilmesi güçtür.


* Korozyon çatlağı



Bu konunun devam yazıları için:

          (bkz:  KOROZYONUN BAĞLI OLDUĞU ETMENLER)
          (bkz:  Korozyon - Ek)


.

15 Haziran 2009 Pazartesi

 Zahid AKMAN


Gündemdeki adam.
Neredeyse bütün  Deniz Feneri  Davası  onun üzerine yıkıldı. Sanırsın ki bütün parayı bu adam tek başına yedi. O derece bir günah keçisi! Dikkat ederseniz ne Kanal 7'nin adı geçiyor, ne AKP'nin... Güzel bir dikkat dağıtma yöntemi.

(Adam da ne pişkinmiş be kardeşim! Makamına zamkla yapışmış adeta!
Belki de birileri fısıldıyordur kulağına:

"Zahidim. Sen milleti kıllandırmaya devam et,  söz malların sana geri iade"  diye...)


Oysa bir zamanlar  Esra Ceyhan'ımda türkü çığırıyor,  Bülent Ersoy'a verip veriştiriyor,  Can ile Petek'in  (Can Tanrıyar  ile  Petek Dinçöz'ün) canlı yayında nikahını kıyarken  örnek Türk aile yapısı  ve  evliliğin zaruriyetinden bahsebiliyordu.  Hey gidi günler!

Geçen gün kendisiyle ilgili konuşurken ortamdaki kızlardan biri çıktı ve dedi ki:  "Ne var Beyaz Show'a onlarla katılmışsa?  Bence orda bir sorun yok."
Kısa bir sessizlikten sonra aramızdan biri kalkıp açıklamaya çalıştı. Ben de özet geçip, "Hırsızla polis yan yana" dedim.  Ama baktım kız hâlâ mavi ekran, pek de tınmış deyip kendi haline bıraktık.  Eh, okumuş cahillerin sayısı bu kadar çok olunca, böyle Deniz Fenerleri ve bu düzenin kahramanlarıyla karşılaşmamız da son derece normal. Belki ileride Zahid'i özleriz bile. En azından Zahidimin ağzı bozuk değil.

Bu kadar patırtı ve "İstifa et!" çağrıları içerisinde dahi huzurunu ve sükunetini bozmayan Zahid Bey ile ilgili yazdığım eski bir yazımda,  kendisinin bu özelliğini fark edip dilime dolamışım.  Şeytan ayrıntıda gizli:



Petek Dinçöz ile,  Televole ve Pazar Keyfi programlarının yapımcısı mı yaratıcısı mı işte öyle bişeyi olan bir şahsiyetin kanlı "canlı" nikah şahidi olan  RTÜK (KÜTÜK)  insanı:
Aykut Zahid Akman.
"Canlı"sı da Beyaz Şov ortamı oluyor.

Şimdi zaten Petek Dinçöz, Can Tanrıyar ve Zahid Akman; tam bir "ÜÇÜ BİR ARADA"! Bir de bu üçlüye Beyaz(ıt Öztürk) katılınca enstantanelerden enstantane beğen sevgili sulu izleyici.
(°bkz: Türk televizyon tarihindeki enstantaneler)

Hayır, programı izlemedim. Ama sağ olsun haber bültenleri ve gazeteler, bu çok mühim olayı gözümüze gözümüze soktu günlerce... Haftalarca... Zahit Akman'ın ismini ilk defa bu nikah olayı ile duydum. İlk defa bu yayınla gördüm. Ne olduğu ne olmadığı belli oluyordu zaten.
Sonradan bir kez de Esra Ceyhan'ın programında gördüm (Esra Ceyhan'la A'dan Z'ye miydi neydi adı?) Esra Ceyhan hakkındaki görüşlerimi buraya daha önce de yazmıştım, fazla ayrıntısına girmiyorum şimdi.

Bu programda ne işi var ki bu ademoğlunun diye hayretle bakarkene bir de tutup kanlı canlı şarkı/türkü söylemez mi bu adam?
O dönemler Esra hanımın yeni doğum yaptığı, pek bir sinirli olduğu zamanlardı. Başımızın üzerinde yeriniz var Esrası'nın zerresi kalmamıştı geriye, artık o derece.  Bakıcı ve dadılar konusunda Türk kadının gözünü açıyor, şer odaklarına karşı aileyi koruma dalında gönüllü bir nefer olarak hizmet ediyordu.  Hamilelikte aldığı kilolar  ve
-epey zaman sonra açıkladığı-  eşinin doğum sonrası kendisini beğenmeyiş halleri Esra hanımı çileden çıkartıyor, hanımefendi adeta burnundan soluyordu. Sanırsın ki bu hanım şahsiyet, hayrına televizyon programı yapıyor,  sırf  "amme hizmeti"  nâmına!

İşte o kadar sinir törpüsü olan bir insanın canlı yayınında dahi sakindi bu bey. O kadar gerginliğin içinde bile şarkı söylüyordu, söyleyebiliyordu.  Herkes de onun bu sükunetine hayretle bakıyordu.

Ülke olarak karanlığa batan; olmaması gereken insanlar ve mevkilerle, olmaması gereken diğerlerinin dip dibe gittiği şeytani bir sistem olma yolunda ilerlemekteyiz. Bunun "derin" tarafını Susurluk ile gördük örneğin... Mafya, âmir, milletvekili, tetikçi... Ne ararsan vardı orda. Şimdilerde de Ergenekon var. Danıştay bombacısı, bir zamanların askeri dokunulmazı Veli Küçük, Karagümrük Çetesi, Hrant Dink ve Sabancı katillerinin resmi geçidinde seç seç beğen örnekleri uzayıp gidiyor.

Magazinin durumu ise yıllardır olduğu gibi... Yaz gelip de televizyon ile işi biten ünlümüz derhal cep telefonuna sarılıp rehberde kayıtlı olan magazin müdürleri  ve  tanıdığı programcıları arayıp  tatile çıktığını, bir yat gezisi düşündüklerini haber veriyor; tarih-yer-muhit bilgilerini veriyor  ve sonra vay anassını sayın seyirciler:  Yatta basıldı/yakalandı!

Bunları nereden mi öğreniyoruz? Sonradan kendileri ve/veya magazinci abileri açıklıyorlar pazarlıklarını canlı yayınlarda. Tam bir "kovalayan ile kovalanan bir arada" durumları.
(Aynı danışıklı hali  faili meçhul cinayetlerde,  Emniyet/Jandarma ile silahı çeken katiller arasında da görebiliyoruz kimi zaman.)

Şimdilerde de Aydın Doğan-RTE pazarlıkları gündemde mesela. RTE özünde diyor ki,  "Ben ve partim ile ilgili şu şu konuların üzerine fazla gitmeyin. Ben de sizin taleplerinize karşı hoş yaklaşayım, sizi kırdırmayayım."

Şimdi bu Zahid bey de kalkmış, kendisinin denetimi altında olan televizyon ekranlarındaki ses getiren yayınlarda, el ele göz göze şarkılar-türküler söylüyor, nikah şahitliği yapıyor... Arta kalan zamanlarını bir yerlere kuryelik yaparak geçiriyor,  Kanal 7'nin de eski kurucularından-yöneticilerindenmiş öğrenmiş olduk Deniz Feneri Derneği olayları ile vs.

Allah başarılarını daim kılsın diyoruz. Bu memlekette ne Zahidler geldi geçti,  hepsinin de işi tıkırında gitti değil mi?


13 Haziran 2009 Cumartesi

 Lady GAGA - Poker Face




Poker Face,  bu senenin en coşkun parçasıydı bence. Gönül isterdi ki şurada You Tube'daki videosuna bir link verilsin. Ne var ki Türkiye'den YouTube'a bağlananlar için sansür getirilen bir klip.

Bu nasıl iş anlamak mümkün değil. Televizyon kanallarımızda dönen klipler  YouTube'ta yasaklı!
Bir bakanın kalkıp  "Ne işimiz var âlemin sitesinde!"  dediği bir yerde böyle şeyler normaldir derseniz,  o da kabulüm.

Aşağıdaki linkler çalıştığı sürece burada olacak:


Poker Face



VEYA

http://vids.myspace.com

VEYA

Fizy

10 Haziran 2009 Çarşamba

 "Ekonomi, Laikliğin önüne geçiyor"

.
Haber:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı  Abdurrahman Yalçınkaya,  hükümetin  ekonomik büyümeye fazla vurgu yaparak  laikliği gündemden düşürdüğünü iddia etti.

Ergenekon savcılarına,  "Kişi haklarını korumalısınız"  diye seslenen Yalçınkaya şunları söyledi:

"Muhafazakâr partiler öne çıktıkça artan radikalleşmeyle birlikte, ekonomik büyüme ve modernizasyona daha çok vurgu yapılmak suretiyle Batı tipi demokrasilerin ayrılmaz parçası olan laikliğin gündemden düşürüldüğü ve tanımının değiştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Laikliğin dinsel hoşgörüyü sağlayan ve güvence altına alan ilke olduğu bir gerçektir."

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Onur Günü sebebiyle yapılan ve Yalçınkaya'nın konuştuğu törene hiçbir siyasi çağrılmazken, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu  (HSYK)  Başkanı sıfatı olmasına rağmen Adalet Bakanı dahi davet edilmedi.


Yorum:
Biliyorsunuz, Türkçe sözlü şarkıların neredeyse tamamında konu hep AŞK'tır. Aslen de kadın-erkek arası aşk konuları: Ayrılık, aldatma, aldatılma, ihanet, terk etme, özlem, aşk oyunları vs...
Ne var ki bir aşk toplumu olmadığımız ortada. Aslına bakarsanız fazla aşık olan, seven de yok bana göre.  Sadece yalnız kalmak istemeyen, yalnız kalmaktan ölesiye korkan bir toplum ve cinselliğini yaşayan insanlar var.
Bu konu başlıbaşına ayrı bir konu. Sadece bu kadar lafı geçen bir şeyin (Aşk ve Sevgi)  bu kadar az olması beni hep şaşırtmıştır. Hele ki yabancı dilleri öğrenip onların şarkılarını anlamaya başladığımdan beri, bizdeki gibi sözlerin sadece aşk-meşk konuları ile sınırlı olmadığını fark etmem ayrı bir hayretimdir.

Çok söylenen ama gerçekte balon olan yahut zamanla boş olmuş şeylerden laf açılmışken... Okullarda sözel derslerde geçen "Türk Milleti kadına değer veren bir millettir" geyiği var ki; tarihin hangi döneminden varılmış bu sonuca acaba? Destanlar ortada, geçmiş ortada, kadın cinayetleri ortada...  Ama laf ola beri gele işte!
("At-Avrat-Silah  üçlemesi"  mi kadına verilen değer acaba?)

Ben kendimi bildim bileli  Türkiye'de en çok lafı edilen kavramlardan
bir diğeri de başlıkta adı geçen  LAİKLİK.
'Laiklik'  ne demek,  nasıl açıklanır peki?
En basit tanımıyla:  "Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" veya "Din ve vicdan özgürlüğü".
Peki bu kadar laiklik patırtısı kopartılan ülkemizde neler oluyor?

Mesela Gündemdekiler (Mayıs 2009)'da yazmışım. Vicdani ret ısrarla ret ediliyor Yargıtay tarafından.
Kardeşim, adamın inancında silah kullanmak ve silaha el sürmek günahsa,  ve kişi buna göre yaşamak istiyorsa, savaş sanatlarını öğrenmek istemiyorsa,  zorla mı zerk edeceksin o kafandaki tavrı?
E zaten biz bunu yapıyoruz. Vicdani ret hakkını talep edenlere, askerlikte ısrarla ve daha fazla silah tâlimi yaptırıldığı zaten söylenen bir şey.  Fakat lafa gelince bol keseden: "Aman Laiklik (Din ve vicdan özgürlüğü; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması) elden gitmesin!"

Alevîlerin ve azınlıkların durumu mu?... Zaten ortada.

Uzun lafın kısası, Türkler olarak biz, değerlerimizi açıkça ortaya koyup arkasında durmaktansa, kulağa hoş gelen ifadeleri tercih ediyoruz.
Çıkıp diyeceksin ki,  "Bizim için aşk değil hep cinsellik öncelikli. O da sadece ben tatmin olayım, sadece ve en çok ben.  Daha da önemlisi daima benim arzularım,  benim çıkarlarım!"
Veya diyeceksin ki,  "Biz kadınlara köpeklerden sadece biraz daha fazla değer vermişizdir. O da canımız isterse." (Ol sebepledir ki Türk destanlarında bir dişinin adının geçmesi, ancak kurt olması halinde mümkün olabilmiş.  İnsan kadını ise kah 'ana' olmuş  kah 'karı'; ama asla bir adı olmamış.)



Çok daha netlikle söylenebilecek bir başka şey de şu:

"Laiklik-maiklik bizim için hikaye. Herkes mutlaka tek dinden olacak. Aynı inançtan olmak şart,  yoksa sorunlar çıkıyor.
Herkes aynı dinden olacak ama aslına bakarsan fazla dindar da olmayacak. Dinde bizim belirlediğimiz sınırların dışına çıkmayacak. 12 Eylül'de kantarın topuzunu biraz kaçırmış gibi görünebiliriz ama artık şartlar farklı. Sınır koymak şart. Vatandaş isterse mesela oruç tutabilir, kurban keserse ve derilerini de Türk Hava Kurumu'na, Mehmetçik Vakfı'na filan bağışlarsa süper olur. Ama fazla namazında niyazında olmayacak. İçkiye mesafe koymayacak."

İşte böyle konuşacaksın ki herkes tarafını bilsin.
Sonuçta gardını (guard)  almak başka bir şey,  kelime israfıyla ömür tüketmek ve sürekli tıkanmak başka şey.


EK:   Türkiye'de adı çok geçen üçüncü şey ise  HUKUK  ve  HUKUK DEVLETİ.  O da ortada zaten.


7 Haziran 2009 Pazar

 Türkçe  Notlar


Ülkemizin resmi dili Türkçe biliyorsunuz.  Ayrıca Türkler olarak anadilimiz de Türkçe.  Hatırlarsanız ülkemizde uzun yıllar boyunca,  Kürtçe şarkı-türkü okunması mevzularında bile epey patırtı kopartılmıştı. "Eğitim dili de, herşey de Türkçe olsun. Burası Türkiye!" diye...
Şimdi gelelim,  sözde üstün tutulan bu Türkçe'nin güncel hayattaki kullanımına...  Son zamanlarda özellikle 2 tane absürd kullanım dikkatimi çekiyor.


Birincisi:  Bîhaber/Bir haber

Mesela şu günlerin popüler programı  Yemekteyiz  hakkında yorum yapan bir yazar demiş ki,  "Yemek yapmaktan bir haber olan bu bayanın orada ne işi var?"

Kuzum,  'bir haber' ne demek Allah aşkına?  Bu cümlede anlatmak istediğin düşünce ile  '1 haber'  uyuşuyor mu hiç?
Aslı  'bîhaber'  olacak.

bî-  Farsça'da olumsuzluk anlamı veren önek.  (na-  gibi)
Bulmacalarda da sorulur bunlar. Eklendikleri kelimeye olumsuzluk katarlar.  (bihaber, namütenahi, namütenasip gibi...)
Bîhaber  'habersiz' demek.  'Namüsait' de  'müsait olmayan'.

 "Bu imkân ve şerait  (Şartlar/koşullar),  çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir."   Atatürk-Gençliğe Hitabe


İkincisi:  Namı diğer/Namı değer

Yıllardır biz bu kelimeyi  'nâm-ı değer'  olarak öğrendik, öyle duyduk.
Şimdi öğreniyoruz ki  'nâm-ı diğer'  imiş aslı.

Peki neden eski bir ifade olmasına rağmen eskiler tarafından bunca zaman yanlış kullanıldı? Veya bu ifadenin doğru olduğu nereden çıktı? Tüm TRT eski spikerlerine ve diksiyon dersi şakıyıcalarına dava açmak geliyor içimden,  şu anda öylesine bir heyheyleme halindeyim.
Türk Dil Kurumu (TDK)  kullanım dilindeki gelişme ve değişmeleri seneler sonrasından takip eden bir kurum olduğundan;  bu ifadenin doğru kullanımına da henüz yer vermemiş internet sitesinde. Normaldir.  Adamlar en son  'televizyonda zap yapmak/zapping' kelimesine alternatif olarak şunu önermişlerdi:  'geçgeçlemek'.
(Yorumsuz)


Bir de  -de, -da bağlacı   ile  -ki bağlacı  var ki bunlar çok yanlış yazılıyor.  İbretlik nokta şu:
Sonuçta İlkokul'dan beri yıllarca Türkçe dersi görüyoruz.
Üniversite sınavlarında tercih edeceğin bölüm ve alan her ne olursa olsun,  Türkçe de çözmen gerektiğinden bir de ÖSS kurslarında...
Üniversiteyi kazandın diyelim.
Bitmiyor,  gene zorunlu Türkçe dersi seni karşılıyor.
Bu derslere ek olarak,  adına 'internet' denen bilgiye çok kolay ulaşım sağlayan bir ortam da var günümüzde.  Bir tıkla doğrusunu öğrenmen mümkün.

Peki sonuç ne?
Mesleği dil üzerinden olan adamlar bile olaydan bîhaber.
İlkokul 2 konusu olan  "soru eki -mi  ayrı yazılır" bilgisi ve  bunu dahi yanlış yazmayı başarabilenler...
Zaten 40 kere söylemekle,  milleti baymakla olan eğitimden başka bir şey çıkmaz pek.

Sıradan vatandaşı ve internet kullanımlarını ayrı tutalım. Nihayetinde kişinin kendi tercihidir dil kullanımı ve dil özeni.
Ancak görsel medya ve hatta yazılı basında dahi bir sürü Türkçe hata ile yayıncılık yapılıyor.
Doğaldır gerçi,  Türk Medyası bu.

( ayrıca bakınız:  İngilizce Eğitim )

( meraklısına bir bakınız daha:  KELİMELER'im )


3 Haziran 2009 Çarşamba

 OYUNLAR / GAMES

Bazı oyunlar var,  son zamanlarda bunlarla eğleniyorum.  Özellikle aşağıdaki 3 tanesiyle haşır-neşir durumdayım diyebilirim.
Bir tanesi zaten aşina olduğumuz bir  kutu oyunu.   Diğeri  "kelime oyunu"  oynamak istediğimde aklıma gelenlerden.  Sonuncusunu ise yeni keşfettim.


--BOGGLE--

Bir kelime oyunu. İngilizce oynanıyor. Boggle Supreme versiyonunu oynardım internette eskiden. Şimdi farklı müzik seçenekleri gibi eklemelerle yeni bir sürümü de mevcut.
Kutudaki harflerin karıştırılmasıyla gelen rastgele dizilimi kullanarak yeni anlamlı kelimeler üretmeye çalışıyorsun. Tek şart harflerin bitişik olacak şekilde seçilmesi.

Süre kısıtlamalı/Süresiz;  Easy/Medium/Hard/Expert  gibi çeşitli zorlukta seçenekleri var.  Süreli (2-3 dakika sürecek gibi)  ve zor seçimde oynuyorum ben.  Bilgisayara karşı yarıştığın bu süre sonunda  bulduğun kelimelerin sayısına  ve  toplam puanına bakılıyor.  Ara ara madalya filan alıyorsun.
Uzun ve çok sayıda kelime buldukça madalyaların artıyor.  Zaten epi topu
5 madalya var.  Diğer bir kelime oyunu olan  Bookworm'a  göre,  sıkılmadan daha uzun süre oynanabilir geldi bana,  her ne kadar onun görselleri ve müziği daha iyi olsa da...

Kendi adıma bu oyunda  sözlükten yeni kelimeler öğrenmekten çok,  ne kadar kör olduğumu ve göremediğimi düşünüp  o dizilimi hayvanoğlu hayvanın nasıl bulduğuna filan şaşıyorum.



Download Boggle!  (Soldaki)
Download Boggle Supreme!  (Sağdaki)




--MONOPOLY / BORSA--

Bildiğin Borsa oyunu işte!
Çocukken bunu kutu halinde alıp oynamak öyle kolay değildi,  zira o zamanlar daha 80'lerdi  :p

Şimdi çocukken erişemediğimiz bu oyunu internetten oynayabiliyoruz. Monopoly Here and Now  versiyonu sanki daha hızlı indirilebiliyor ve daha neşeli seslendirilmiş gibi.
Yahoo Games'in hizmetlerinden...

EDIT:   Yahoo Games 2016 yılı itibariyle devre dışı bırakıldı.
Oysa bir zamanlar bir sürü ücretsiz online oyunu,  özellikle kart ve kutu oyununu oynayabileceğiniz,  çok zaman almayan  ara ara atıştırmalık tarz oyunların merkeziydi.  Vize, final haftaları ve uykusuz gecelerin kısa mola durağıydı.  Chess, Arcades, Spades, Hearts, Poker, Diner Dash, Cake Mania, Word Mojo,  Bejeweled  gibi say say bitmez sürüsüne bereket çerezler vardı.  Bu da nostaljik bir bilgi olarak burada bulunsun.



Download Monopoly!  (Soldaki)
Download Monopoly Here and Now!  (Sağdaki)




--FLOWER PARADISE--

Bu da tesadüfen bulduğum bir oyun.  Daha yeni başladığımdan,
1 saat süreli download'larla işin başındayım. Bir 'Son'u olan oyunlardan değil sanırım, öyle eğleniyorsun işte...
Japon Bahçesi, Hawaii Bahçesi, Fransız Bahçesi gibi atraksiyonlar var.  Puzzle'ları çözüp  (bildik Alchemy oyunları)  puan toplayıp biriken  coin'lerin ile çiçek-böcek satın alıp (tüketim toplumu mantığı)  bahçeni tasarlayıp güzelleştiriyorsun.
Çiçek,  hayvan  ve  dekor puanların geliştikçe  seviye atlayıp ilerleyebiliyorsun.  Basit bir oyun ama puzzle'ları zevkli geldi bana.  Müzikleri filan da insanı rahatlatıyor. Sıkıldığınızda rahatlayabileceğiniz bir alternatif.

Download  Flower Paradise!


--Bu arada  "1 saat süreli downloadlar"  demişken;  bu bloğun aynı zamanda ilk yazısı olan  Ravenhearst  oyununu yad etmeden geçmek yakışık almaz.
.