30 Haziran 2020 Salı

  Haziran ve Ben,  bir de  Corona...


Haziran Günlüğü

"Yorgunluktan ve stresten ölüyorum. Sevgi kırıntıları içinse minnettarım."

"Hep yarım olmak...
Ya çok erken  ya çok geç kalmışların sendromu."

"Çok geciken veya zamansız gelen şeyler çok yoruyor."

"Hayat hikayemin kısa özeti: Ya tavşan ya kaplumbağayım. Buyum. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim."





Corona bize aşırı pimpirikli ve "her şeyi yalnız ben birilim" diyenlerle yeni çağda yürüyemeyeceğimizi gösterdi.  Kalp krizi geçireni umursamayan kitle,  "sosyal mesafe"  diye kastıran teyze için hizaya geçti.  Geçen gün metroda yaşadığım bir olaydı:

Mecburi sebeplerden ötürü uzun zaman sonra ilk kez metroyu kullandım. İnanılmaz kalabalıktı.  Çok şaşırdım,  zira okulların açık olduğu normal kış döneminde bile olmadığı kadar kalabalıktı araçlar. İnanılmaz yorgundum ve saatlerdir dışarıda ayakta olduğumdan sıcaktan bayılmak üzereydim.  Neyse ki 1 boş yer gördüm,  sevinerek oturdum ki yanımdaki yaşlı teyze elindeki bastonu yere vurarak  "SOSYAL MESAFE KIZIM,  LÜTFEN SAYGILI OLALIM!"  dedi;  kalktım.
Benden az sonra teyzenin yanına izbandut (yarma) gibi bir adam oturdu,  teyze bir şey diyemedi.  Söyleyeceklerim bu kadar.

"Bu kadar"  dedim ama...
Ben bir kalp hastası olarak artık bu Corona teröründen çok darlandım.  Ağzına kadar dolu, inanılmaz kalabalık bir metroya kendi rızanla biniyorsun; ve biner binmez çevrendeki herkesi  "SOSYAL MESAFE!"  diye hizaya çekiyorsun,  olmazsa kavga çıkarıyorsun.
İçeride adım atacak yer yok,  kadın  "mesafe"  diyor!

Problem, sorun kaynağı, aşırı hassasiyet ayağına gerginlik jeneratörü insanlardan bıktım.  Normal ve sıradan insan arıyorum. Kaprissiz ve eziksiz olsun lütfen.
Mevcut şartlarda evliliklerin de, arkadaşlıların da fazla sürmemesi ve sallanması şaşırtıcı değil.





      “Dünya gözümüzün önünde daha önce hiçbir nesilin tanık olmadığı bir hızla değişiyor. Buna tanık olmak, son hızda çalışan çamaşır makinesinin içinde olmak gibi hissettiriyor.”
Paw hanım.  Pati Hakları

     “İnsanlara bir problemimizi açınca ve istediğimiz tepkileri alamayınca kızıyoruz; çünkü gerçekten anlamıyorlar. Kendi tecrübesi farklıdır  ya da empati yeteneği yoktur  ya da meselesi sen değilsindir. O yüzden konuyu açmayacaksın.  İçine atacaksın, anlatmayacaksın.”
(@coffeebreeaak  -  Twitter)



21 Haziran 2020 Pazar

 Şehir  ve  Köpekler

Çok değil, daha birkaç hafta önce Urfa Viranşehir'de köpekler altı çocuğu parçalamış, ağır yaralanan çocuklardan ikisi kısa sürede ölmüştü.  Ölenlerden birisi yaklaşık 1,5 yaşında (evet, bir buçuk yaş) idi. Ne yapmış olabilir emeklemekten iki ayak üzerinde durma evresine henüz yeni geçmiş bir bebek sokak köpeklerine?
Bir gazetenin haberine göre ölen diğer çocuk 2, saldırıya uğrayan çocukların kalanı ise 5 yaşlarındaydılar. Bir tane de ayırmaya gelip kendisi de saldırıya uğrayan 13 yaşında bir erkek çocuk vardı.


Eminim ki kafasını kuma gömüp kendi yalanlarıyla yaşamak isteyenlere vız gelip tırıs gidecektir; ancak bir kez daha belirtmekte fayda var ki medeni memleketlerde sokakta başıboş ve sahipsiz köpek olmaz. Israrla buna mukavemet gösterenler, kendileri medeni ortamları terk edip hayvan barınağında yaşayabilirler; tercih meselesi... Her olayda ısrarla mantık aramak isteyen ve "Köpek durduk yere niye saldırdı ki acaba?" diyenlerin sorularının cevabı "işeyerek işaretlediği alanda çocuğun oyun oynaması" gibi de çıkabilir.


Gelelim kendi yaşadığım çevredeki soruna...
Efendim, bizim evin tam karşısında bir park alanı var. Gece olunca köpek sürülerinin buluşma alanı adeta. Sabaha kadar havlama, dalaşma, ulumaları bitmiyor;  üstüne bir de (eskiden park alanı içerisinde olup sonradan hokus pokusla planlar değiştirilerek yapılmış)   camiden yükselen ezan sesi ekleniyor.

Her zaman dediğim gibi,  Allah bu ülkede hasta bakanlara ve vardiyalı çalışan insanlara sabır versin. Gürültü ne gündüz ne gece bitmiyor bu memlekette! Hele bir de geceyarısı evinize dönerken yolda karşınıza çıktığını düşünün bu kızgın köpek sürülerinin.
(Zaten karşılarına çıkan her kedi yavrusunu boğazlıyor bunlar, o da ayrı bir hüzün.  Oysa ne kadar da güzel YouTube'daki aynı evde yaşayan kedi ile köpek arası arkadaşlık görüntüleri...  Barış ne güzel şey!)

Ama artık herkes o kadar ciks oldu ki, bu konular açıldığında öyle yorumlar yapılmakta ki, sanki herkesin şahsi jeep'i var ve hemen evinin önüne aracını park edebiliyor. Veya herkes sitede yaşıyor gibi tuzukuru yorumlar yapılıyor. Bireyler anca kendi çevresinde gördüğünü deneyimliyor;  ama kendi koşulları ve hikayesi üzerinden herkesin hayatını bağlayıcı yorumlar yapma hakkını kendinde görüyor.  Şartlar ve çevre koşullarına göre hiç bir esnekliğe yer bırakmıyor.


Sonra o sokaktaki köpeklerin de bir canı var.  Bunlar aç mı mesela?
Ben bir kere yiyecek vermek için yaklaştım fakat asabiler, doğal olarak. Hayvan için de acıklı. Bu kadar fazla sayıda hayvanı günümüzün kapalı çöp sistemli mahallelerinin besleyebilmesi zor. Özellikle de bir heves uğruna alınıp birkaç aya sokağa atılan köpeklerin durumu içler acısı! İstanbul'a her gidişimde  türlü dış görünüş ve renkte,  çok güzel cins köpeklerin sürüler halinde sokaklarda gezdiğini görüyorum.  (Büyük tehlike!)
Az dikkat kesilince; en az birinin ayağı sakat (muhtemelen araba çarpmış),  diğeri çok mutsuz (terk edilmiş sahibi tarafından) ... "Yazlık bölgeler"  derseniz aynı. Lütfen heves için bir cana kıymayın. Besleyemeyeceğiniz,  bakamayacağınız hayvanı satın almayın.
En azından önceden iyi düşünün.  Bazı insanların sandığı gibi, köpek sürekli balkonda beslenebilecek bir hayvan değildir. Bir süs eşyası, bir biblo değildir. Çocuğunuzla bunun sorumluluklarını konuşarak,  iş bölümü ile konuya yaklaşın.

Ne var ki daha yapıcı yaklaşımlar sergileneceğine;  bazı çevrelerde ciddi sorun halini alan, açlıktan saldırganlaşabilen;  üstelik sokakta başıboş kimbilir neler yaşayan hayvanlara  "sokaklarda kalsınlar"  denerek iyilik yapıldığı sanılıyor.

Bu noktada hemen kendi görüşümü söyleyeyim:
Ben insan türünün gezegendeki varlığını ve üstünlüğünü önceliyorum. Evet, önce bizim güvenliğimiz. Evet, biz hayvanlardan üstünüz; onları boyunduruğumuz altına alıyoruz.  Bununla birlikte, bir canlının diğerine olan üstünlüğü ona pislik gibi davranma hakkını vermez.  O da bir  CAN.  Sorumluluğumuz var,  maddi-manevi...  Buna çevre ve doğa da girer,  vicdan,  iman ve sevgi kanunu da...
Ve sorunlar kulağının üstüne yatıp uyuyarak ya da yok sayarak çözülmez.
Büyük şehirler ve bazı sahil kasabalarında sokak köpekleri sorunu diye bir şey var.  Buna karşı ne yapılacak,  ne yapılabilir?

(Şehir ve başıboş köpekler konusuna  "Kadınlar Neden Çıldırdı?"  yazımda da değinmiştim,  çeşitli yorumlar da gelmişti o yazıya. Burada daha fazla devam etmeyi düşünmüyorum.)


Gelelim yurt dışındaki uygulamalara.
Bildiğim kadarıyla, Avrupa'daki çoğu ülkede sokak köpekleri toplanıp kısırlaştırılır ve barınaklara gönderilir. Amerika'da ise, (eyaletlere göre süre değişebilir) barınağa getirilmiş köpeğe 2-3 hafta süre tanınır;  eğer bu zaman zarfında sahiplenen çıkmazsa hayvan uyutulur. Ancak gönüllü bağış desteğiyle işleyen ve mama vb yardımı alan barınaklar sokaktan toplanmış böyle hayvanlara bakabilir. Onun da raporunu veriyorlar bağışçılarına. O nedenle Amerika'daki hayvanseverler sıklıkla sosyal medya hesaplarında hayvan fotolarını ve bilgilerini paylaşırlar,  "Lütfen bu tüylü dostumuz için son hafta"  gibi notlarla...

Yani bizim gibi "sokaklarda kalsınlar" denen bir yer yok,  kısırlaştırılmamış hayvanların hele.

Bir diğer sorunumuz da,  maalesef barınaklar Allahlık bizde.
Hiç gittiniz mi bir barınağa bilmiyorum ama, ben köpek almayı düşünüp barınaktan almaları tavsiyesi verdiğim kim varsa  onlardan hep şunu duyuyorum:
_Barınağa gittik.  Bize sahiplenilebilecek köpekler sadece şunlar dediler,  üç tane uyuz köpek çıkardılar,  onları da biz istemedik.

Koskoca barınaklarda, hayvan sahiplenmek isteyenin karşısına üç ila beş hayvan çıkarmak nedir?
Gösterin hepsini,  bu nasıl bir saçmalıktır!,  diyen yok.
Hem vermiyorlar  hem de beslemiyor  veya  öldürüyorlar.
Köpek ve evcil hayvan sevmeyen ne kadar insan varsa barınak ve hayvan bakım işlerinde memur-yönetici olmuş gibi zaten...



Türkiye'de kedi-köpek sahibi olup apartmanda evcil hayvan besleyen insanların sorunlarına değinelim biraz da...

Bakın, ben size kendimden bir örnek vereyim önce.  Yaşanmış ve gerçektir:

Hiç öyle evde hayvanmış, kedi köpekmiş işim olmazken; bir hamile Ankara kedisi gelip bizim çatıda yavrulamış. Sanırım ya diğer yavruları ölü doğdu, ya da yine köpekler yedi, bilmiyorum, bir tek yavru vardı bizim çatıda.

Defalarca apartmandakiler ikisini sokağa atmalarına rağmen;  anne kedi dış kapı açılır açılmaz ağzında taşıdığı yavrusuyla ok gibi fırlayıp asansörden evvel en üst kata ve çatı önüne çıkmış oluyordu. Sonunda apartmandaki yaşlı bir büyüğümüz dedi ki  "Hayvanın yuvasını bozanın yuvası bozulurmuş,  bırakalım yavru büyüyene kadar burada kalsınlar."

İşte o evrede bir bağ oluştu ilk kez bir hayvanla aramda. Tarif edilemeyecek bir şey.
Sonunda yavruya ben bakayım demiştim,  aşılarını yaptırıp evimize aldım.  Sadece kendi odam  ve  balkonda duruyordu,  sadece bu.  Hiç dışarı çıkmıyor yani.
Komşular derhal  "melek girmez"  lobisi kurdu. Ben yaşadıklarımı biliyorum.  Ne sevgisiz ne soğuk, domuz gibi insanlarla çevriliymişiz meğer!

Sonunda evde olmadığım bir günün ertesinde geri döndüğümde kedim yoktu. Aşırı yağmurların ve sellerin olduğu bir zamandı. Annem "Kedin gitti" dedi.  Hepsi bu kadar.

İlk yıl onu sıklıkla rüyalarımda görürdüm.  Beş yıldan fazla oldu, hâlâ özlüyorum kedimi.  Bu acı benim için bir çeşit terbiye de oldu. Evlat acısını,  can sahibi olmanın getirdiği sorumluluğu ve özgürlüğün değerini anladım. Kapıyı çekip çıkabilme ve ayakta durabilme gücüne sahip olmanın kıymetini anladım.

Odasından ve balkondan dışarı çıkmayan bir kediye ve sahibine yapılanları düşününce...
Köpek sahibi olanlara bu lobinin yapacaklarını düşünemiyorum bile!


Ki bizim küçük yeğenlerin isteğiyle onların evine sevimli mi sevimli, arkadaş canlısı bir köpek alındığında, senede bir kere bize gelişlerinde dahi ;çevredekilerin rahatsız olmuş bakışları, laf sokuşları,  "Melek girmez"leri...

Sevgi dolu küçücük çocuklara söylenen sözler ve o bakışları yürek kaldırmaz.  İyi ki bizim yeğenler çok hassas çocuklar değildi.  Zaten  "Hassasiyet mi?  Aman uzak olsun!"  yazımda da demiştim;  hassas insanlar için bu dünya bir zulüm,  diğer hassaslar bile sizi yıkmak üzere işlerken üstelik...  Hele bizim gibi,  incelik ve nezaketlere önem verilmeyen,  "höt - zöt"  dilini konuşan kalabalıklara sahip bir toplumda...

Üstelik kimse de demiyor ki biz saraydan gelmedik, eskiden büyüklerimiz ahşap evlerindeki fareleri yakalasın diye kedi besler, neredeyse her evin kedisi olurmuş;  köylerde hayvanları olanlar köpek beslermiş,  halen daha Anadolu'da ahırın üstündeki katta yaşanılan evler var. Bazen haberlerde de çıkar hatta, düğün-dernek olunca eve aşırı yığılma olmuş, kalabalık ahali alttaki ahırda bulunan hayvanların üstüne düşmüş!
Şimdi bu insanların kıldığı namazlar mı kabul değil, dualar mı Allah'a ulaşamıyor,  melek / Azrail yazılı izin belgesi mi istiyor,  nedir?
Diyanet ortaya attı böyle bir kıtır, atılan taşın arkasından kuyu başına üşüşen kalabalıklar  ve  şimdi çıkarabilene aşk olsun!

İstemeyen bakmasın kardeşim, zorunluluk ve zorlama yok.
Peki bakanı niye delirtiyorsunuz?  SİZE NE!!!
İnsan olmak bu kadar zor mu? İlla dırdır etmeden, başkalarının yaşam enerjisini sömürmeden yaşayıp gidemiyor musunuz siz?


acı,  anne,  kibir,  YouTube,