2 Aralık 2020 Çarşamba

 DUYAR  mı bu,  yoksa  DUYARSIZLIK  mı?


İnsanlarımız düşünce tembelliğine alışmış durumda. Bir şeyi eleştirince, hemen diğer alternatifin fanatiğisin sanılıyor. Bu durum siyaset dışı konularda da böyle.

Mesela son zamanlarda sosyal medyada duyarlılık yaratırmış gibi yapıp kendisi popüler olma peşinde pek çok hesap türedi. Taciz mağdurlarına hukuk karşısında sahip çıkalım, adaletin oluşmasını sağlayalım, gibi önemli söylemlerle ortaya çıkıp;  sosyal medya kullanıcıları ve gazetecilerin ilgisini çekmek için,  bazı çevrelerde popüler olmak için,  veya menajer oyunları ile kendi ekibinin rekabet ettiği dizilere karşı yalan-yanlış bilgilerle  "yayından kaldırılsın kampanyası"  başlatma gibi çeşitli aktiviteler içerisindeler.  (*)

Hatta bazısı tecavüzlerin ayrıntılarını dahi ifşa ederek neye hizmet ettiğini anlamadığımız bir  "duyarlılık"  gösterisi içerisinde...

Âşık olmak, sevmek, anne olmak, özgür iradenle sadık kalmak, affetmek;  zayıf ve onursuz kadının yeni kodları oldu.  "Güçlü kadınlık"  adı altında  kin - nefret - intikam,  ve bir yorumcunun ifadeleriyle  "sana iyi davranan erkeği sevme mecburiyeti" dayatılıyor. Kadının kendi duygularına sahip çıkması  "gurursuzluk"  olarak niteleniyor.
Ve en tuhafı da tüm bunlar kadın duyarı şemsiye altında yapılıyor.

Bunları eleştirdiğimde bana  “Senin de başına eril şiddet gelsin benden destek beklersin ama!”  veya "Tacizi - tecavüzü değil de yazılmasını mı eleştiriyorsun hasta!!!"  diye hakaret edenler,  sapkınlıkla suçlayanlar,  küfür edip sonra hemen blok atanlar oluyor.  Özellikle bazı kadınların durumu daha da vahim.
En çok bu  "çok duyarlı"  umursamazlardan şikayetçiyim kendi adıma.


Yanda tam da bahsettiğim gibi sahte duyar kasanlar, yavşaklar, sözde iyiler ve geniş mideliler için;  yıllar önce Özgecan Aslan yazımda paylaştığım bir medya görselini tekrar paylaşıyorum. İşte tam onlara göre bir medya!
Tencere ve Kapak!

Tecavuz haberini "fotograflari icin tiklayin" galerisiyle veren basin, kadin cinayetlerini tesvik ediyor demektir.(@zeynep_erdim)


(*) Şule Çet Dayanışma Platformu

15 Kasım 2020 Pazar

 Şu Lanet  Liyâkat!

(liyâkat:  Bir kimsenin iş verilmeye uygunluğu,  güven duyulmasını sağlayan niteliği,  işe yaraşırlık durumu, uygunluk.  yeterlilik, kifayet.)

« Herkes liyâkat düzeni istiyor!
Dinlediğimizde istemeyen yok.
Bu noktada iki sorun var:
Birincisi,  herkes kendini liyâkatli sanıyor.
İkincisi, liyâkat isteyen herkes kendi çöplüğünde liyâkat istemiyor. »

(Atila Demirkasımoğlu)


Geçen hafta Facebook'ta yapılan bir paylaşımdı bu,  burada da bulunsun istedim.

Dikkat edin,  kendi okulu / iş yeri / reel hayatında hiçbir "burda işler böyle gelmiş böyle gider" yasasına karşı çıkmayan,  yanlışa "yanlış" demeyen;  hadi demedi diyelim,  diyene de destek vermeyen; destek vermemeyi de geçtim,  sessizlikle dahi karşılık vermeyip hakka sürekli karşı çıkan insanlar...  Sosyal medyanın başına geçince, siyasetçiye gazeteciye ayarı verip ünlüyü - statülüyü fırçalayıp vicdanını fönlüyor ve  günlük  "iyi / makbul vatandaş"  pozunu kesiyor.

Maskeli baloda günler böyle geçip gidiyor.


8 Ekim 2020 Perşembe

  Ahlâk mı  Ahlâkçılık mı?    (ve Sevgi üzerine)


Ahlâk ve ahlâkçılık. Birbirine yakın sesler içeren iki kelime. Elbette anlam olarak kesiştikleri bir düzlem de var. Peki ayrıştıkları noktalar neler?  İtiraf etmeliyim ki,  ahlâkçı insanların ahlâk konusunda sorunlu  (kendi gerçeğini gizleyen veya ikili hayatlar süren  / ikiyüzlü)  insanlar olması beni hep şaşırtmıştır.

Kadın konusunda yazmak duygusal olarak yıpratıcı olduğundan, başlıktaki soruya bugüne kadar çeşitli yazılarımda sadece birkaç cümle ile değindim. Altında ezileceğimi düşünüp öylece bir dokunup geçtim.
Ancak son günlerde kendimi yine bu sorunun tam ortasında buluverdim.  Şöyle ki:

Ekranların bu kadar çok dizi ve magazin ile kaplı olmasını eleştiren biriyim.  Böyle olmama rağmen,  bir İstanbul yolculuğumda konuk olduğum aile sayesinde keşfettiğim  Sefirin Kızı  dizisi ilgimi çekmiş ve zaman içinde her bölümün ayrıntılı konu dökümünü yapabilecek kadar defalarca izlediğim bir yapım olmuştu.  Bugüne kadar da burada dizi hakkında 2 yazı yazdım;  ancak izleyici/seyirci görüşlerine ve sosyal medya post'larına pek değinmedim.  Bilmeyenler için söyleyeyim,  bu dizi üzerinden şiddetli bir ahlâk tartışması dönüyor sosyal medyada.

Böyle hassas konuların anlaşılması ve tartışılması için ayrıntılı konu ve bölüm dökümü yapmak gerekir tabii. Ancak buna yer yetmez, yaz yaz bitmez.  O nedenle pat diye can alıcı noktaya gelmek istiyorum bu kez.  Dilim döndüğünce aşağıda özetledim,  alıntılar da yaptım,  lütfen ahlâk penceresinden düşünün bunları:


Dizide bir baba (Sancar);  kızının annesi olan imam nikahlı eşi (sevdiği kadın) Nare'nin ve kızının peşinde kadına takıntılı bir sapık (Akın) olduğunu öğrenir. Nitekim Akın Nare'yi kaçırır ve yaralanmasına sebep olur. Sancar bir şekilde Nare'yi kurtarır, ancak sahte kimlikleri ve bağlantıları olan Akın yine kaçmayı başarır. Polisler ve adamları Akın'ı bulana kadar, Nare'yi ve kızını güvenlik için kendi konağında tutmaya karar veren Sancar zorluklarla karşılaşır.

Nare,  geçmişte kendisine inanmadığı ve Akın'ın iftiralarına inanarak (resmi nikahtan önce) onu kovduğu, intihara sürüklediği için Sancar'a derinden kırgındır;  konaktan kaçma planları yapar. Kızını da alıp uzaklara gitmek istediğini söyler durur. Sancar'ın onu hâlâ sevdiğini artık kesin olarak anlamasına rağmen;  kendisine yaşattıkları ve sonradan başka bir kadınla evlenmiş olduğu için ona kızgındır,  mesafesini korur.
(...)

Ancak ne hikmetse,  sosyal medya yorumlarına bakarsanız:
Sefirin kızı  Nare  metres, kapatma, fahişe, arsız,  "gençliğe kötü örnek oluyor",  kadın kimliğini kötü yansıtıyor ve "Bu mu güçlü kadın?" gibi yorumlar alıp başını gidiyor.  Kampanyalar, RTÜK'e şikayet etmeler...

Hayır, her bölümü defalarca izlemesem neyse de bu iftiralar üzerinden yürüyen  saçma (çakma) ahlâkçılık ve ayarı kaçmış feminizm nedir?  Takıldım kaldım buna.

Daha da ilginci bu "ahlâkçı" kişiler,  (sıkı durun!)   Nare'nin,  (kızının babası, hâlâ sevdiği adam ve imam nikâhlı eşinin)  sağdıcı ve ortağı olan adamla  (Gediz'le)  ilişkiye girmesini savunuyor!

Çünkü Gediz  Nare'ye aşık olmuş  VE   "Sevgi emek demek" miş!
EMEK dedikleri de üç bölüm kadar Gediz  Nare'den geçmişini dinlemişti.  Yani iftiralar ve işin aslını...  Oldu mu sana  "emek"?

Şundan şüphe etmeye başladım ki yeni nesil "emeğin ve sabrın" anlamını bilmiyor galiba? Duyguların etkisiyle yalpalıyor,  patinajlar çiziyor. İmanda, ahlâkta ve akıldaki zayıflama muhtemeldir ki duygularda ve yorumlarda bulanıklaşmaya neden oluyor. Sonuç olarak da böyle hayret edilesi bir "ahlaksız ahlâkçılık" denemesi haftalardır icra ediliyor.  Muhtemeldir ki işin içinde bazı "magazinci abiler" ve "menajer oyunları" da olabilir. Bu şekilde gündem yaratmaya çalışıp dizinin oyuncuları ve yapımcıları üzerinde etki / baskı oluşturmaya çalışıyor olabilirler. Peki sıradan insanlara ne oluyor da bu kadar saçmalayabiliyorlar?

Kimisi var, diziyi izlemeden fragmanlar üzerinden yorumluyor. Ama özellikle bazıları kendi içindeki ahlâksızlığı "ahlâkçılık" üzerinden yansıtıyor.  Dizideki onlarca ahlâksızlık örneği kesinlikle batmıyor; ama SEVGİ batıyor. Her gün en az 1 kadın cinayeti, tecavüz ve hukuksuzluk,  terör dolu toplumda  sevgi-ahlâk  batıyor bazı insanlara.

Biraz örnekleri çeşitlendireyim:

Dizide kumar düşkünü bir baba (sefir);  kızını, ona takık olan adama adeta para karşılığı satıyor. Eski yavuklusunu kafalayıp parmağında oynatan bir yeni eş  (Menekşe) var;  PARA'dan, altından başka bir kıstası/derdi yok... Kocası Sancar, Nare'den olan kızının velayetini alabilmek için var gücüyle uğraşırken;  karısı 1. bölümden beri küçücük kızla savaşıyor.  Bir kere evden kaçmasına yardımcı olmak,  bir kere ormanlık alanda kaybolmasına giden olaylar, bir kere sıcak suyla haşlama,  gelinliğini kesip kızın üstüne iftira atma, babasıyla zaman geçirirse bütün kıyafetlerini kesmekle tehdit etme, beraber yalnızken annesiyle ilgili hakaretler etme,  soy bağının belli olmadığını iddia etme,  evden kovma... gibi onlarca psikolojik baskı uyguluyor yaralı bir çocuğa...

Bunlar ahlâkçılara,  hassaslara ve feministlere batmıyor mesela?
(Ona buna  "metres, kaltak"  demek kadın hassasiyetine çok uyar ve kadının toplumdaki yerine çok olumlu etki eder zira.)

«Ama Menekşe ile  empati  kurmalıymışız.»

İlginç değil mi?  Batı'dan aldığımız bir kavramı daha yanlış anlamışız belli ki. Empati kurmamız istenenler hep mi kötüler ve aptallar olurdu yoksa?  Üstelik baksanıza,  kendi kazdığı kuyuya düşen bile kendini Yusuf zannediyor.

Dizinin tecavüzcüsü Akın ve yaptıkları,  gizlice insanların evine girip nitelikli hırsızlık yapması ve sahte delillerle suçu başkalarının üstüne yıkması,  mafyöz Kahraman'la beraber Sancar'ın küçük kızı Melek'i kaçırma planları,  Menekşe'nin düşük yapmasından sonra pavyondan çıkarılmış bir kadının bebeğini kendi çocuğu gibi aileye yutturma planları,  üvey kızının evden kaçırılmasına yardımcı olması,  yalancılığın (ve iftiracılığın)  karakterinin en belirgin özelliği olması...  Şu ana kadar bu konularda da ahlâkçılardan hiçbir duyara denk gelmedim diyebilirim.


Belki de senaristler, eğitimli/eğitimsiz, erkek/kadın çirkin ağızlardan dökülen "metres", "kuma" ve "kapatma" sözcükleriyle tepki çekmek isterken, aynı zamanda bu şekilde yaftalananların sesi oluyor. Çünki Nare bunların hiçbirisi değil!  (Hepsiyanlış   -  Twitter)

Bu dizi ahlakçılık ile ahlaklı olmak nasıl olur  altını çok güzel çiziyor. Ama çoğu bu muhakeme yeteneğinden mahrum olduğu için bunuda düz algılıyor.  Nare ahlak demek  Menekşe ve onun gibiler ahlakçı demek bu dizide gösterilen aslında.    (nildeniz06)

İzlediğiniz karakterle ilgili metres ve or*spu kelimesini kullanmadığınız tweet atamıyosunuz  ama kadın hakları duyarı kasmayı iyi biliyosunuz nasıl oluyo bu iş ?     (Senaa)

Gediz  Dudu'yu aşağılayıp işten kovarken Gediz'in sahte feminist fanları nerdeydi merak ediyorum neden sesiniz çıkmadı? Hatalı bir tek Dudu muydu bu durumda? Gedis yapınca her şey mübah, birine şiddet gösterince oo çok iyi yaptın bravo diyorsunuz ikiyüzlüler   (@hilallendiik)



Ben eskiden derdim ki  "Bizim toplumda bazıları okuduğunu anlamıyor,  hem de hiç!"   Defalarca bu blogda da yazmışımdır.
Oysa şu #SefirinKizi dizisi ile anladım ki meğer izlediklerini de anlamıyormuş bunlar!  Para versen bu kadar saçmalayamazlar yani.

Ne kadar saygısız insanlar bunlar kadın konusuna?  Ahlâk eksikliği böyle işte,  önüne gelene  "metres"  demek.
Aynı Menekşe gibi, para için sevilmediğini bile bile zengin erkekle beraber ol,  çocuğunu kaçırtma işleri çevir,  üstelik gelin gittiğin ailedeki başka kadınları da taciz etmiş bir adama çocuğu verme planları tasarla,   gücünün yettiğine işkence yap,
ahlâklı kadına da  "metres"  de  "kapatma "de!

Abisi Sancar'a  "Kiminle evli, kiminle sevdalı belli olmayan ben değilim gari!"  diye laf sokan Yahya'nın,  kaç zamandır karısının yüzüne bile bakmamasına,  ortağı olduğu işyerinde çalışan genç bir kızla (Dudu)  gönül eğlendirmesine,  açığa çıkınca da anında satışı koymasına  ne desek peki?  Ahlâkçı erkeklerin tavırları ne kadar benzeşiyor değil mi?

Çünkü ahlâksızlık batmıyor,  dediğim gibi,  sevgi ve ahlâk batıyor bize.
Başka dizi izlemeyen biri olarak bunu biraz geç anladım ben.
Dizilerin konularını ve geçen olayları araştırdım biraz.  Gördüm ki:
(Özellikle ahlâkçılar ve kadın hassasiyeti kasanlar, feministler...)  Dizilerdeki ahlâksızlığa laf etmezler. Mesela Yasak Elma... Ama ahlâk dokunuyor,  sevgi dokunuyor bunlara.

Millet ahlâksız dizileri izliyor. Kırk yılın başı bir dizide evlilik akdine bağlı, kendisini sevdiğini belli eden başka 1 erkeğe "hayır!" diyen;  "seven ve sadık kalan, yıllarca tek bir adama sevdalı olan kadın"ın hikayesi anlatılınca;  başta kadınlar deliye dönüp sosyal medya üzerinden senaristlere sövüp sayıyor.  Arzu ettikleri adamla yatmadı diye  "Başkasıyla evlenmiş eski eşiyle aynı evde kalıyor, kötü örnek oldu"  diye  RTÜK'ü ünlüyor.  Bu yazılanları gören bir başkaları da gaza gelip  RTÜK'ü ekstra göreve çağırıyor...
Kadını ve çocuğunu kaçıran ırz düşmanlarına tek laf ettiği yok bu duyarcı tayfanın.  Tuhaf değil mi cidden?



Şunu anladım ki ahlaksızlığı ve mezhebi genişliği eğlenceli bulan ama aynı zamanda yanlışı ile yüzleşip pişman olarak affedilmek için olumlu değişim yaşayan kişiyi aşağılayan bir kitle var ki yaşları 10-25 arası. #SefirinKızı  onların çelişkilerle dolu kafa yapısını aşan 1 dizi.
(À la lanterne!)

Anlamadığım şu.  Diğer dizilerde bile isteye aldatma, ihanet, 2 veya daha fazla kadınla veya erkekle yatıp kalkma var.  Onlara niye laf yok?    (Reyyo1981)

Nareye metres diyen hesapların Gedizle sahnelerini paylaşıp çok güzeller yazmasını  izliyorum    (Violet)


Twitter'da birisi dedi ki  "Nare mademki Gediz'in aşkını reddetti (Gediz'le yatmadı)  artık Gediz ne yapsa mübahtır buna."  Diyen de 1 kadın. "Gençlere kötü örnek"  demeyi de ihmal etmemiş... Kendi kızının öz babasının ortağı/sağdıcı ile ilişkiye girmeyi savunuyor bu!
Ondan sonra biz yazıyoruz burada, ülkede yolsuzluk var, cinayet var, kayırma var...  Bu kafadaki kadınların oğlu, kardeşi ne yapmaz?
Ahlâk yoksunu ahlâkçılarda hep aynı nağme...


Zerre ahlaka sahip olma ama utanmadan ahlakçılık oyna
yok ya onların derdi kendi ucuz fantazileri. bu tiplerde duyar olmaz, empati olmaz, saygı, ahlak olmaz sadece istediklerini zorbalıkla dayatma var. Diyorlar ki siz hikayenizi ...edin bizim dediğimizi yapın. Aslında bu tipler toplumun aynası. zerre duyar yok ama satış var. aslında toplumun genel yapısı bu. ya zerre ahlak olmayıp ahlak taslayanlardan geçilmiyor memleket.  Ne zaman ki ahlaklı olmak ile ahlakçılığın ayrımını yapa biliriz o zaman doğru yolu buluruz.


Her yardıma koşana kendimizi sunmalıyız çünkü bu iyiliğin karşılığı bu olmalı hiç aşık olmayacağı bir DOSTUNA sen bana iyilik yaptın dile benden ne dilersen ?  he bide bu kadının şerefsiz bir dostu var. öyle bir dost ki hem sağdıcım kardeşim dediği adamın sevdasına göz dikti hem de kadına iyilik yaptım diye karşılığında kadının ona karşı asla duymayacağı aşkı dileniyor demi?      (nildeniz06)


Bazıları kendi ahlâksızlığını başkalarına yamayıp kirli niyetlerini genel-geçer yargılar olarak benimsetmeyi görev edinmiş galiba?
Yoksa hangi yöreye özgü evli iken eski erkek arkadaşla kaçma planı,  kocanın  (kirli işlerle meşgul)  rakip iş ortağının evinde tecavüzcü bir adamla buluşma,  kocanın küçük kızını kaçırtma ve annesiyle beraber ırz düşmanına verme planı... filan gibi konularda hiç itirazı yok mesela bu "kadın hassasları, feministler ve ahlâkçılar"ın.  Varsa yoksa nasıl olur da hâlâ ilk aşkını (imamlısını) sever ve ona sadık kalırmış Nare,  böyle bir şey özgür bir kadına yakışırmıymış?

Buyrun size seçici algı. Buyrun size özgürlük.  Sevdiğin adamı bile kendin seçemiyorsun  AMA  özgür kadınsın!  Eyvallah.

Paraya ve havaya bakıyorlar sadece. Bir de yakıştıramıyorlar;  çok dil bilen, yurt dışı görmüş güzel bir kadın neden Sancar'ı sevsin ki? diye bakıyorlar...  Sevgiyi bilmiyorlar.

Yahu şu tartışmaları yaptıkları dizi bir "destan" üzerine, sevgi üzerine... Nare  Sancar'ı (şaşırtıcı ama) hâlâ seviyor. "Onu asla affetmiycem!" derken bile onu seviyordu. Bu tabii çok nadir görülen bir durum.  Demek ki aralarındaki sadece ilk aşk ve cinsel duygular değilmiş.  Nare onunla evlenmiş, "kaderini bağlamış"  ahlâklı 1kadın. Ahlâkçı değil,  ahlâklı bir kadın.  (Sevdiği erkek) Sancar'ın da onu hâlâ sevdiğini anladıktan sonra zaten başkasını sevmesi çok emek ister. Gediz  aşk bombasını kucağına bırakınca o ihtimal de gitti zaten.

İşte sevgi böyle çarpım tablosu gibi bir şey değil, onu mantıkla kodlayamıyoruz; ancak meyvelerinden tanıyabiliyoruz. Tahammül, zorluklara katlanma, umut, içten gelen bir ateş,  güçlü olma, dayanma,  kin tutmama,  bencil olmama, sade kendi tarafını düşünmeme,  sabır...

Ahlâk ise  (bazılarının sandığı gibi)  eğitim düzeyi ile alakalı mı?
Nice okuma-yazma bilmeyen ahlâklı kadın olduğu gibi, yüksek kariyerli ahlâklı kadınlar da var.  Her hafta kadın programlarından sosyal medyaya taşan manzaraya bakılırsa, köyünden-kasabasından hiç dışarı çıkmamasına rağmen  kiminle beraber oluyor,  kimle evli,  kimden çocuk yapıyor belli olmayan insanların olduğu bir ülkede hâlâ saçma sapan ezberlerle soyut konular açıklanıyor!... (Geçmişte Amerikan dizilerinde gördüğümüzde ahlâksızlık olarak değerlendirdiğimiz şeyler, bugün bizim toplumda sıradanlaşıyor. Magazin ve "aldatma-aldatılma hikayeleri" sıradanlarımız olalı zaten çok olmuştu;  insanlarsa ahlâkı dizilerde arayıp bunları kafaya takıyor)

Kendi adıma, düşünmeye başladığım ilk zamanlardan beri, Menekşe tipi kadınlardan haz etmiyorum.  Para için evlenen, erkeğin parasına/mesleğine/makamına göre ilgi duyan, ahlâksız, sevgisiz, kalpsiz... Kendisinden ve çocuğundan başka dünya yıkılsa umursamayacak kadar bencil;  ama başkalarına doğru-yanlış, ahlâk, gelenek dersi verebilecek kadar da  tahakküm (hükmetme)  delisi...



Kızını sürekli satan bir baba (sefir)  bir tecavüzcü (Akın)  dostunun sevdalısına gözdikmiş bir "dost" (Gediz)  daha kimler kimler var saysak ama bir takılmışsınız #Sancar da sancar diğerleri demekki nargedciler için normal   #SefirinKızı #SevdaAteşi      (@Sabiha81993138)

Menekşe foyası ortaya çıkmasın diye  (eski erkek arkadaşı) Loki'ye  sana sevdalıyım diyebilir  hem Loki'yi hem Sancar'ı parmağında oynatır ama suçlu olan Nare ve Sancar öyle mi     (@ladelilerde)


Nare,  "en iyi arkadaşım"  sandığı kişinin,  aynı Akın gibi kendisine farklı duygular beslediğini;  üstelik Sancar'ın en başından beri bunu bildiğini öğrenince yıkıldı. Kadın hassasları, feministler ve ahlâkçılar için önemsiz detaylar tabii bunlar.

Sancar şu anda Nare'yi zorla konakta tutuyor, Akın kadının peşinde... Defalarca kızı ile sıkıştırmış, Müge'ye Zehra'ya türlü oyun yapmış, Sancar'ın kız kardeşi Zehra'yı son anda Akın'ın elinden kurtarmışlar, Nare'yi kaçırtmış  (ve yanlışlıkla) vurmuş,  şu anda da kızını kaçırma planları yapıyor...  Twitter'daki "kadın hassasları" ve #Narged tayfanın derdi ise:  "Nare nasıl Sancar'ın evine sığınırmış! Sancar gibi bir adam hâlâ nasıl sevilebilirmiş? Sancar gibi onu kapının önüne koyan bir adama neden baksınmış?"

"Sancar Nare'ye inanmadı ve onu kovdu."
Nare'nin kendisini aldattığından şüpheleniyor çünkü? Akın da bunu fevkalade destekleyen kusursuz bir tiyatro kuruyor. Nare başına gelen hiçbir şeyi Sancar'a anlatmıyor, hep mutlu kızı oynuyor.  Akın,  Müge ile ilişkisi üzerinden Sancar'ın her adımını takip edip yurt dışındaki Nare'ye ulaşmasını engelliyor.  Bunu ne Nare  ne Sancar biliyordu mesela başta.

Bunlar diziyi izlemeden, fragmandan ve belki iki-üç bölüm izleyip gelmiş olanlar. Çoğu öyle. Az sayıda örgütlü bir kısmı da görevli gibi. (Belli bir magazin ekibi bazı kişileri kötülemeye, bazılarını parlatmaya koşullanmışa benziyor.)  "Bazı TV sayfalarının bi Sefirin Kızı sıkıntısı var  Uyanış'la düşecek yarın reyting şöyle böyle bla bla. SANA NE anlamıyorum ki.  Kına var yakacak mısın"  yazmış biri Twitter'da.

Üniversitedeyken ve sonrasındaki 10 yıl sıkı medya takibi yaptım ve yazılar yazıyordum. Diyebilirim ki, iyice mafyalaşan magazin ahtapotuna karşı fazla malzeme vermiyorsan,  oranın "abileri"nin gönlünü hoş etmiyorsan veya arkan kuvvetli değilse;
--> ->   her tür iftirayı,  yalan haberi ve karalamayı yaparlar.
Haa bunlara malzeme verirsen de işlerin (sinema-dizi) artık fazla izlenmez çünkü insanlar seni yeterince magazin alanlarında görüyordur zaten.  Böyle bir ahtapotumsu ahlâksız yapı var,  bunlara dur diyecek yok.

Ne kadar ilginç ki, sadece fragmanlardan diziyi takip eden bazı kişiler bunları bilmeden kâfir küffar bol küfür beddua ile gidiyor internette... Nasıl bir insan izlemediği bir tv dizisi  (ve onun oyuncuları)  hakkında bu kadar karalama yapar?  İşte ülkedeki ahlâk düzeyi.
İşte bazı yazılarımda ısrarla değindiğim  ÇENE İSHALİ  hali!

1) Millet çene ishali oldu derken şaka takılmıyorduk. İzlemediği diziyi fragmandan yorumlayanlara Sefirin Kızı'nı ve o hafta olanları anlatmaktan heder olduk. "Nasılsa demokrasi var, benim de fikrim olmasın mı!"  durumları... İzlemedikleri dizideki Gedizi parlatır dururlar.  Biri der Sancar kılıcı Gediz'e sapladı, biri der mahkemede deli raporunu kullandı... Utanma da yok. Boş boş laflar, yalan dolan uyduruk sözler.

Hayır anlamadığım şu: Evinizdeki uzaktan kumanda aleti mi bozuk, yoksa iradeniz mi zayıf? Ben mesela, başka dizi izlemiyorum. İzlemediğim dizileri de fragmanları üzerinden yorumlamıyorum.  İzlemediğim dizi hakkında  (yalan dolan kurgu mu değil mi belli değil)  haberler / tvitler yüzünden koşa koşa RTÜK'ü mesaj yağmuruna tutmuyorum.

(Nare'nin Meleğin annesi olduğunu dahi bilmeyen birisi geçen gün ona "metres" diyordu Twitter'da.  Melek'in annesi Menekşe sanıyormuş. Onlarca tvit atmış metres diye. Artık bunlar ar duygularını kaybetmiş özbeöz hasta insanlar)

Şu bir gerçek ki Meleğin yüzünü gerçek babasından çok Gediz güldürüyor. Meleğe gerçek babasından çok Gediz sahip çıkıyor.    (@MeltemBulutlu)

Belli ki bu da izlemeden algı yarışında olanlardan... Zira dizide Melek'le babasının sahneleri çok doğal ve sıcak. Üstelik küçük kız babasına sarıldığında Gediz'in ne kadar rahatsız olduğunu gösteren bir sürü kareye rağmen bu kişi ne diyor?  Demek ki yalnız iki bölümü izlemiş,  sonrasında fragmanlardan yürüyor.  Bu haller bizde sıradan olmuş.

Hadi sıradan insanlar gene bir derece.  Gazetecilerde de aynı kafa! Sahip oldukları köşeleri kendi egolarına/kafalarına göre bir silah gibi kullanmaktalar.
   (bkz:  Gazetecilik nedir, ne değildir?)


Gediz sevildi bir kere artık ne kadar kötülük yaparsa yapsın vazgeçmeyiz diyenler.  Nare'yi inşallah Sancar'ı niye seviyor diye yargılamazsınız. Bu arada havada boş duyarlar var yakalayın.    (DemeÖyle)

Gerçekten, Urazka ve Gediz sevici SÖZDE feministler, Gediz Dudu'yu kırıştırmak gibi aşağılayıcı tanım ve sebeplerle işinden kovarken neredeler?     (À la lanterne!)


Şöye bir adam düşünün:
Bugün yaralı haldeyken senin ve yanındakilerin üstüne arabasını süren,  öz kızın babasından ve aile olmak istediğinden bahsettiğinde çocuğu tersleyen,  ablasını eterle bayıltıp kaçırmış öldürmeye çalışmış mafyatik Kahraman'la bugün yok yere işbirliği yapacak kadar dönebilen,  her tür karaktersizliği yapmaya hazır  bir Âşık...
Bilin bakalım yarın neler yapar?  ;)
Serinin 20. bölümünden sonra hâlâ Gediz övende net kasıt ararım artık.  İyi eş-miş,  doğru adammış... Millet zehirlenmiş!


2) İnsanın özgür iradesi vardır. Bir kadın / erkek seni sevmiyorsa, ona dünyayı dar etmek, senin istediğini yapmayınca canavarlaşmak... İşte hastalıklı ve kötü insanların ruh hali bu. İnşallah kurgudan sıyrılıp kendi gerçek hayatlarında şifa bulurlar. Kadın konusuna ne kadar hassaslar öyle, görüyoruz işte. İstedikleri yapılmadığında, özgür irade ile onların istediği seçilmediğinde,  hemen cadı tırnakları ve kötü büyüleri ortaya döküveriyorlar  tam bir erdem timsali olarak.


Güçlü kadından sadece erkeklerin anasını ağlatan tek başına yaşayan anlamını çıkaranlar  sözüm size;
Ne istediğini bilen ve kendi istekleri için çabalayan, kendi istemedikleri şeylere hayır diyebilen ve yapmayan kadına da güçlü kadın denir
 (@EAdeaz)

Bu ülke, amcasının karısı ile yani yengesi ile aynı çatı atındaki ateşli aşkı izledi ve reytinglerde zirve yaptı. Amcasının gözünün içine baka baka yengesi ile beraber oldu. #SefirinKızı bunların yanında en masumu    (nildeniz06)

Türkiyedeki tüm kadın erkek ilişkilerinin düzelmesi ve tüm diğer sorunların çözümü için iki adım yeterli aslında:
1. Sancarı asmak
2. Nareyi Gedize vermek

 (Reyyo1981)

İşte böyle saçma salak bir muhalefet etme anlayışı yüzünden senelerdir muhalefetteler zaten.  Derinleşemiyorlar,  sorunları aşırı küçümsüyorlar,  kibir merkezli düşünce ve ezberler...


3)  İnsanlık çöküyor.  Maddi - manevi  depremler  dönemindeyiz.
Bizim gibi kendini çok ahlâklı sayıp Batı'ya durmadan laflar hazırlayan "susuzluğundan yayılamayan insanlarla dolu" toplumlar hızlı değişimden daha çok etkileniyor.

Bir zamanların radikal  "kol kırılır,  yen içinde kalır"  anlayışından, bugün selam verdiğinde sana cinsel hayatını anlatan, her hafta birine  ÇOK FENA  âşık olan,  boşanmaların normalleştiği bir hâle hızla dümen kırdık.  Son günlerdeki Aleyna Çakır olayını düşünün mesela.. Kimsesizler yurdundaki kızlar eskort olarak çalıştırılıp sömürülmüşler. Sözde asayiş için kurulmuş kurumlar çıbanın asıl başı olmuş.  (Taşradan üniversitelere gelen kızların,  "büyük şehirli"  diye daha rahat görülen kızlara inat ne kadar hızla kendini kaybettiğini daha önceki bir yazımda da yazmıştım sanki)

Senaristler bunu kasıtlı mı yaptı bilmiyorum ama... Bizim toplumda erkekler ve erkek anneleri  "şehirli kız",  "İstanbul kızı",  "çalışan kadın",  "mini etekli-makyajlı"  diye düzgün kızları az harcamamıştır. Sonra oğluna bulduğu "gönlüne göre" gelinler de Menekşe gibi çıkar. Öyle olmayan da ya sevgisizdir ya sevimsiz ve yapmacık... Kendi gönlüne göre seçtiği gelininden çok acılar çekip dert sahibi olmuş anneler de az değildir.

Depremler ve çöküş konusuna geri dönersek:
Çalışanların paralarını vermeyen patronlar ülkesiyiz. Özel sektörde 6ay öncesinin parasını hâlâ vermeyen, "ha bugün ha yarın" diye oyalayan,  helâl-haram-hak-hukuk-adalet-ahlâk-iman  hepsi şaşma yolunda bir ülkeyiz.  Patronun çalışanların parasını orda burda yediğini ve haram para kazandığını çok iyi bilen türbanlı sekreter hanım sabah akşam İslâm'lı Allah'lı mesajlar, durumlar paylaşıyor... Yetmiyor; sekreterlikten gayrı,  kendisine vazife değilken bir de patronun avukatlığına soyunuyor.

Şaha kalkmış  "bana dokunmayan yılan bin yaşasın"a girmiyorum bile!  İnsanların çoğu okuduğu / çalıştığı yerdeki pislikleri görmeden mutlu-mesut yaşıyor, sonra sosyal medyaya gelip iktidar eleştirisi yaparak "sorumlu (iyi) vatandaş" oluyor. Kimisi de bu yazıda örneklerini verdiğim gibi,  izlemediği dizi üzerinden fetvalar vererek dünyaya yargı dağıtıyor.  Allah'ı yalnız camide hatırlayan toplum,  sevgiden ve insan olmaktan korkuyor.
  (Erkek doktor  "kediye kıyma verdi"  diye karısını darp edip evden kovdu,  diye bir haber vardı geçen ay.)



4) Sanat ve kültür hayatımızdaki kısırlıkta putların etkisi büyük.
 (bkz:  Gene mi RTE!  Hala mı AKP?)

Kendi arkadaş ortamımızda bir ilişki hakkında konuşuyor olsak dahi hemen biri konuyu Selvi Boylum Al Yazmalım'a çekerek yorumluyor. "Sevdiğini değil, sana emek vereni seçmelisin" dayatmasına girişiyor. Kişileri ve ilişkiyi tahlil etmeden ezbere reçete!  Zehirlenmişler!

Sevgi vardır emektir,  sevgi vardır nice emeklere meydan okur.  Ezbere neyi konuşuyoruz?
Üstelik  EMEK  dedikleri de  iki-üç sohbet, birkaç muhabbet...

Bazen bazı hususların bam tellerinde jenerasyon ve zihniyet farkı görüyorum. Özellikle zaman ve sabır konusunda modern zaman yaklaşımı çok farklı. Kimsenin kimseye sabrı ve vefâsı yok gibi artık. Bir insanla 2 kez uzun sohbet etmişsen, "ona emek vermiş" oluyorsun (ve karşılığında ondan çok büyük şeyler bekleme hakkını kendinde görebiliyorsun).  Böyle kabuller dikkatimi çekti mesela ilişkilerde...

Velhasıl bazı kişi ve işler,  her tür yaratıcı yeni işin önünde yüksek bir duvar olarak dikiliyor.  Önce bu putların yıkılması gerek.

Nasıl oldu bilemiyorum ama, Gediz'i "emek veren erkek" konumuna koydular hemen iki bölümdeki hareketleriyle ve ondan bir Selvi Boylum  new age  Ahmet Mekin  çıkartmaya çalışıyor gibiler.

Başrol tartışması,  biraz da izleyicilerin bu diziden bir "Selvi Boylum Al Yazmalım" çıkarma çabasından kaynaklanıyor yani. Sevdiği adamı değil, emek vereni seçmeliymiş Nare.
Her aşk üçgeninde aynı saçma kıyaslamalara şâhit oluyoruz. İşte kafalar bu kadar sakat olunca...

Tamam, açın putunuzu izleyin. Bu zihniyet yüzünden Türkiye kültür-sanatta İran'ın bile gerisinde kaldı. Tek bir Sultan'ınız, bide onlarsız yapamadığınız yavşak magazin kadıncıklarınız olsun; ondan sonra  "Ekonomi neden böyle? Bizim toplum neden böyle?"
Yaa engel olan mı var,  aç sabah akşam Al Yazmalım izle, dön dolaş başa sar gene izle,  kaliteye doy.  eee?


Onu bile anlamamışlar. Selvi boylumda Cemsit ile İlyas dost,arkadaş değildi ve Samet Cemşit i babası bildi çünkü onunla büyüdü. ve daha bir çok önemli ve hiç alakası olmayan detay var. Gediz, Melek e sanki emek verip büyütmüş de Cemşit gibi.  Bunlar harbi geri zekalı.   (nildeniz06)

İnsanların bu kadar baktıklarını göremedikleri, algılayamadıkları ve yanlış ezberlerle çıkardıkları sonuçları bu kadar dayattıkları bir zamanda yaşamaktan dolayı acı duyuyorum açıkçası.


5) Yazının başlığında   "Sevgi üzerine"  demişken,  şunu da not düşelim:

Böyle güçlü ve gerçek aşklar için birbirini tutkuyla sevmenin yanı sıra;  kişinin Tanrı sevgisinin ve maneviyatının da engin olması lazım bence. (Senaryodaki diyaloglara bakarsanız ilk bölümlerde bu hal çok ufak dokundurmalarla da olsa yansıtılıyordu,  sonradan bir gedik açıldı.)

Bir şey daha... Sancar, sevgiyle değişip dönüşen bir adamı yansıtırken;  Gediz  aşkın yakıp yıkıcı tarafını ve ihtirasları canlandırıyor.  (Gediz henüz aşktan sevgiye geçemedi, bu kafayla sahip olduğunu da kaybetti.)


Bir kuşu kafese tıkarsan o kuş hep özgür olmak ister, ama özgürce uçan bir kuş da dönüp dolaşıp yuvasına geri döner. Nare de bir alacakuş. Sancar onu kafese tıkmak istedikçe gitmek istiyor. Nare'nin gitmekten vazgeçmesi için Sancar'ın Nare'yi özgür bırakması gerekir.    (@umnise)

Ahlak sahibi olmadan ahlakçılık taslayan. anlamını bilmeden kavram karışıklığı yaşayan asalaklar dizide ahlakçılık taslayan zerre ahlakı olmayan Menekşeden farkınız ne?     (nildeniz06)

Nare Gedizle dertleşiyor:  "Sonra Sancar a rastladım. Böyle denizden çıktı ama o aslında dağ gibiydi. Dağ gibi dimdik, sözünün eri, tam kök salmalık, tam ağaç olmalık... Ama sonra o dağ beni istemedi".

Canından öte sevdiğinin hatasını, canından öte sevdiği için (belki en zor olan) kendini bile affedebilir insan. Nare-Sancar ilişkisi de böyle...
  (Hepsiyanlış - 1, 2)

Arkadaşlar sabah kalkıyorum işe geliyorum akşam eve gidiyorum yatıyorum tekrar kalkıyorum,  aklımda sadece Nare ve Sancar var hatta bazen o kadar kaptırıyorum ki Kendi kendime gülüyorum filan. Arkadaşlar ben kafayımı yiyorum ?

İnanıyorum Nare geçmişteki o masum Sancarı bulacaksın. Senin gidişin ile gömülen o masum Sancar senin varoluşun ile tekrar kendini bulacak.... #Sefirinkızı     (Alacanınefesi  -  1,  2)


#Sancar 8 sene önce Akin tarafindan hazirlanan kusursuz yalanin içine düsürülünce  8 SENEDIR NARE'NIN ONU ALDATTIGINA INANDIRILDI
bu neden ile de evlendiginde birbirlerine verdikleri sözü kendisi bozmadi diye düsünüyordu,  ama durum farkli idi
  #SefirinKızı #NarSan

Sancar'ın laneti aslında inanmamaktan önce, karşısındakine kendini anlatma, açıklama olanağı ve şansı vermemekti.  #Sancar için karşısındakinin suçsuzluğu kanıtlanana kadar suçlu idi.  Değişti,  dinliyor ve karşısındakinin ayakkabılarını giyerek sonuca varıyor.

#Nare TEK SEBEPLE Türkiye'den gitmek istiyor çünkü Sancar'ın başka kadından bebeği olacağı için. Diğer söylediklerinin hepsi bu gerçeği örtmek için.  Melek onun nefesi  çünkü Melek taşıdığı kan ve ruhu ile aşkı Sancar'ın da parçası.  /  #Nare gitmek istiyor ÇÜNKÜ Nare #Sancar'a çok aşık, ÇÜNKÜ Nare Sancar'ı hiç kimse ile paylaşmak istemiyor,  ÇÜNKÜ Sancar'ın başka bir kadından çocuğu olacak. Nare gözden ırak olursa belki bu yakıcı aşkla daha kolay başa çıkacağını düşüyor.
(À la lanterne!  -  1,  2,  3,  4,  5)

Öylesine masalsı bir aşkın meyvesi olarak doğdun ki gökten düşen üç elmadan birisin  #SevgiliMelek

#SevgiliMelek  sana bir sır vereyim mi
baban anneni sevmekten hiç vazgeçmedi

(@Hilalland_)



EDIT:

Aşağıda Yorumlar bölümüne gelen bir not vesilesi ile daha derli toplu anlatmak şart oldu:

_"(Her ne kadar birbirlerini hâlâ seviyor olsalar da)  "Evli bir adamla öpüşme yakışmadı,  ahlâksızlık!"  diyenler;  kadının sevmediği bir adamla aşk yaşamasını savunur.
_"Bir anneye aşk-meşk işleri yakışmadı" diyenler,  "kadın hassasiyeti" kasar.
_Ortağı ve sağdıcı Sancar'ın yıllardır sevdiği kadına ve çocuğunun annesine;  üstelik kadının da Sancar'ı hâlâ çok sevdiğini anlamasına rağmen aşık olan;  sırf zor gününde kadına evini açtı ve uzun sohbetler etti diye kendisine karşılık vermesini bekleyen;  bu uğurda dostuna da öz ablasına da en ağır tokadı atan Gediz  "Güzel seviyor"  olur.

_Dizi en başından beri bir destanı,  Sancar ile Nare'nin aşkını anlatırken,  "Senaryo sonradan döndü,  Nare yanar-döner"  olur.

Uraz Kaygılaroğlu daha ilk bölümlerde verdiği söyleşilerinde  "Ben bu dizide bir yan rolü canlandırıyorum"  demesine rağmen  "Senaristler Gediz'in rolünü azalttı ve Gediz'i yan rol yaptı"  olur.

(Her ne kadar Gediz'in "kötü adam" yapılmasından ben de rahatsız olsam da, ki bunu daha önceki  ŞU  yazımda açıkça söyledim,  Gediz en başından beri bu hikayede yan rol ve Nare'nin âşık olması mümkün olmayan biri.  2 kere 2 dört ise eğer bu böyle.)

_Sadece 2-3 bölümü izlemiş,  sonrasında fragmanlardan gayrı diziyle alakası kalmamıştır;  (veya MasterChef, Yasak Elma, Çukur reklam aralarında 5-10 dakika şöyle bir bakıp çıkar);  AMA  inatla gelir:
 "Çok saçma yağğğ!"  diye yorum kasar.

_24. bölüme gelindi,  hâlâ sorun  bekâretti sanır.
(Aptaldaki casaret kimsede yok hakikaten.)

_Dizideki hakaretlerden bazılarını not edip  "leş dizi"  der;  hangi ülkede yaşadığını unutur, diğer dizilerdeki ultra rezaletlerden zerre rahatsız olmaz.  Ancak en önemlisi,  dizideki kadın kimliği, reel kadın sorunları ve kadın hakları ilgili asıl noktalar nedense hiç batmaz. Bütün kötülük mevzuları  "Sancar da Sancar"!

_Nare'ye ahlâksız demek için hayal gücünün sınırlarını her koşulda zorlayan,  anneliğine bir laf, sevgisine bir laf yetiştiren hemcinsleri;  karşılığında Kahraman'dan para almak için Dudu'nun,  sevmediği bir adam olan  (kendisini üniversitede okutmuş ailenin oğlu)  Yahya ile yatmasına ve bir anlamda "ticari casusluk" yapmasında hiçbir pürüz görmez.  Zira bu ahlâksızlık değildir,  çünkü  "Sancar da Sancar!"  Çünkü birçok başka konuda da dediğim gibi;  "Ahlâksızlık değil,  sevgi ve ahlâk batıyor bazı insanlara."  Bunu açıkça dile getiremeyince de taraftar çekmek için kimi zaman "kadın hassasiyeti",  kimi zaman "milli duygular",  kimi zaman "din",  şu bu...  Maskelerin ardından saldırıyorlar.

Daha söylenecek çok şey var... Velhasıl bu dizi menajer oyunları ile de olsa,  izlediği basit bir senaryoyu dahi anlayamayan ne kadar gerizekalı var;  "kadın hassasiyeti, kadın kimliği, özgürlük"  filan deyip bunları zerre iplemeyen yavşak var;  köklü bir utanç kaynağı olan  "ahlâksız ahlâkçılık"  konusunda hem de bu çağda dahi ne kadar gelişkin durumdayız...  görmemize vesile oldu.  Biz de bunları detaylı olarak incelemeye çalıştık burada.


Aşağıdaki Yorumlar'da "metres de metres" diyenlere sorduğumuz gibi:
Cinsel ilişki olmadan  "metres"  nasıl olunuyor?
Hadi Menekşe bunu kızdırmak ve aşağılamak için söylüyor,  biraz da şüpheleniyor...
Biz izleyici olaraksa tüm hikayeyi görebiliyoruz. Peki bazı kişiler neden durup durup ısrarla bu ifadeyi kullanıyor?



İslam,  zaman,  sabır,  İran,  sansür,

14 Eylül 2020 Pazartesi

    SEFİRİN KIZI   (2. yazı)


Dizi izlemeyen biri olarak, on yıllardır izlediğim tek dizi Sefirin Kızı oldu. Her bölümü izledim, bazılarını defalarca... Ancak böyle giderse dibe doğru iner:
1) Müzik sorunu
(Daha önceki ŞU yazımda ayrıntılı olarak değindiğim için burada tekrar açmayacağım)
2) Gediz rolü böyle devam ederse...

Gediz karakteri bu diziyi izlenir kılan ve hikayeye anlam katan köşebaşlarından biri. Onunla ilgili şahsi görüşlerimi yazmadan önce, YouTube'da denk geldiğim bir yorumu burada paylaşmak istiyorum:

"Cidden Gedizi cok boktan bi konuma soktular. İlk zamanki rolü iyiydi,  şuan uşak gibi  gel Gediz git Gediz..  Senarist yanlış yapmis bu diziye ask üçgeni gitmez abicim  Gedizede mis gibi ayrı bir kadin ayri bir hikaye dizi icinde yazılabilirdi, farkli bisi izlemiş olurduk biryandan guzel seviyor hakediyor Nareyi  biryandan arkadaşının eskiden ve hala sevdigine goz dikiyor  sacma"

Bu karakterde iki erkeğin aynı kızı sevmesi 18 bölüm sürdürülmez, bir yerde ayrımın olması gerekirdi. Yani hem birbirlerinin dostu/sağdıcı/ortağı hem aynı kızı paylaşamıyorlar!

Bu olmaz.  Gediz  ya sevgili ya da arkadaş olarak kalacaktı,  ki  -ben de Nare'nin arzuladığı gibi-  Gediz'in "en iyi dostu" olmasını isterdim. Çünkü asıl ihtiyaç olan ve yaraları saracak olan tam da buydu.  Biraz açayım.

Toplum ve özellikle kadınlar olarak özlemini duyduğumuz farklı bir erkek tipiydi Gediz. Çünkü en çok eksikliğini hissettiğimiz şey:

Yaralarımızı, acılarımızı, çıkmazlarımızı açabileceğimiz, uzun uzun sohbet edebileceğimiz, bizi yargılamak için yarışa girmeden önce bizi ANLAMAYA çalışacak, sorunlarımızda bize akıl verebilecek, elimizi tutabilecek olan biri. Gerçek yüklerimiz omuzlarımızı aşınca çukurun dibine düşmeden veya sinek gibi duvara yapışmadan önce, veya tam da böyle olurken içimizi açabileceğimiz, bize hayatında zaman açabilecek,  maddi  - manevi değerlerce güçlü bir el,  ve dost bir dil.

Üstelik dizinin, Nare ve Sancar aşkı üzerinden, yerel ve Batı değerlerini buluşturup barıştırma gibi bir havası olduğunu da düşünürseniz; bu "uyuşma" Gediz gibi bir arabulucu sayesinde daha doğal olabilirdi.  Ancak Nare'ye aşkı senaryoda uzatıldıkça,  o da bir anlamda  hain karakter (villain)  olup çıktı.

Yakınındaki iki insanın (Nare-Sancar) geçmişten gelen yaraları var ve Gediz en iyi arkadaşları olarak bu yaraları sarabilecekken sarmıyor; kızları Meleğin anne-babasını bir arada görme hayallerinden bile rahatsız oluyor.

E ama biz bu Gediz'i sevmemiştik ki! Gediz karakterine bu hâl yakışmadı.  Hele 18. bölümde Dudu'ya yaklaşımı, Dudu-Yahya arası evlilik dışı yakınlaşmayı ele alış biçimi;  kadın ve sevgiye bakışını da ortaya koyunca Gediz karakteri yıkıldı gitti.
Şu anda Gediz'in sokaktaki herhangi bir "PARALI PİÇ"ten ne farkı kaldı ki?

Sonuçta Gediz Nare'ye aşık oldu, duygularını geliştirdi, sonunda onun için Sancar'la yumruk yumruğa kavga dahi etti. Hadi diyelim beraber hapisten çıktıktan sonra birkaç bölüm daha bunun ekmeği yendi. Ne olursa olsun artık bir yerde Gediz iç yüzleşmesini yapıp bir yola sapmalıydı.  (Ve bu bence sıkı dostluk olmalı idi.)
Haa,  dostluk zamanla ilişkiye evrilebilir miydi  (ki en sağlam evlilikler böyle doğmuş olanlardır)  bu tamamen senaristlere kalmış tabii.  Ancak mevcut halde Gediz karakteri çöktü, karaktersiz bir figüre dönüştü.

Hani bu dizide hep bir liseli taraf vardı ama, bu kadar liseli aşıklar gibi "iki erkeğin bir kızı paylaşamaması" sakızını,  prime time'da Acun işleri ve Yasak Elma'ya   (bide Çukur'a)  karşı yarışan hiçbir yapım kaldıramaz.
Zannederim yorumlara, fan'lara ve sosyal medyadaki popi sitelerde yazılanlara bakıp Gediz'in aşkını gereksizce uzattıkça uzattılar. Düşünün ki kaç bölüm geldi geçti Akın Polise teslim edilemedi. Menekşe desen hâlâ konakta!  Özetle senaryo pek bir şey vaat etmiyor.  Her dizide olan standart "aşk üçgeni" sakızı uzadıkça uzatılıyor.

Nare'nin anlatısındaki ve senaryodaki çelişkilere değinmiyorum bile...  (Her bölümde ayrı bir kişiliğe bürünen,  üç bölüm önce dediğiyle çelişen yan rollere de...)  Hele ki Gediz yılışık-yapışıklık, Nare takıntısı ve hainlikte daha da ileri gider ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi Nare - Sancar ile tekrar barıştırılmaya çalışılırsa kayış hepten kopar.
Keşke diziyi yönetenler ve yazarlar bu yoruma denk gelip bir düşünseydi...


EDIT:
Gediz, ilk bölümlerde "fifty-fifty" kötü-iyi geçişleri olan birisiydi. Daha 1. bölümde, yanında küçük çocuğu olan bir kadının yatak odasına gecenin bir yarısı geliyor, şahsi eşyalarını izinsiz karıştırıyor,  günlüğünü okuyordu. Bunlar Batı-Doğu farklı algılanan şeyler değil. Ayrıca 4. bölümde Nare marinada çalışmayı başta kabul etmediğinde, onu dili ile sokuyor ve psikolojik baskı uyguluyordu. Bu ve bunun gibi tekinsiz özelliklerine rağmen; Gediz iyi tarafları, dostluğu ve karizmatik yanları ile dengeliyordu. Ancak 20. bölümlerde karakterinin kötü yanı belirgin olarak ağır basmaya başladı. Zamanında ablasını eterle bayıltıp bağlayıp kaçırmış günlerce işkence etmiş bir adamla, hem de anlık bir sinir ve duygusal ihtirasları uğruna işbirliği yapacak duruma kadar geldi. Müge, öz kardeşi tarafından dahi sevilmediğini, sayılmadığını anladı. Yazının başında da dediğim gibi,  ben Gediz'in "fifty-fifty" halini ve Nare ile dost kalma ihtimalini sevmiştim. Senaryo belki böyle gelişmedi;  ama Gediz'e melekmiş gibi,  iyi adam - iyi eş'miş gibi bakanlar derin yanılgı içinde...

Ancak biz burada ne yazarsak yazalım,  senaristler bölümler ne kadar iyi olursa olsun,  belli bir kesim hep #NarGed diyecek.  Gediz'de Batılı-Amerikalı, havalı, züppe, marka giyinen, esprili ve karizmatik  (sözde "romantik")  zengin piçini gördüklerinden karakter isterse dibine vursun ona hayranlıkları dinmez. Sonuçta "şekilcilik ve hava" baş kriterler arasına gireli epey oluyor. Eğitim de bu eğilimi besleyecek şekilde işliyor, hem yerelde hem dünyada... Bunun sonucunda da cahil (ilkokul mezunu diye küçümsedikleri) insanların dahi "Bundan yâr olmaz" dedikleri kişilere âşık olup ilişkilere girip   başlarını derde sokan tipleri görüyoruz işte...)


2 Eylül 2020 Çarşamba

  Yeni Dünya rotası:  RUHSUZLUK


RUHSUZLUK (bence) önümüzdeki yıllarda "torpil ve liyakat eksikliği"nden daha çok canlar yakacak güncel bir gerçeklik.  *

Bir kere  kimsenin kimseye  ZAMANı YOK!
Yoğun iş temposuna, oyunlara, filmlere-dizilere, sosyal medyaya, seveni için gezilere, "mekanlara akmaya" şuna buna zaman var; ama insanlarla yüz-yüze  sözel iletişime gelince  "zamanımız yok".

Evlilik kurumu derseniz kökten sorgulanıyor,  hatta şekil değiştiriyor.
Evli olmadan aynı çatı altında yaşamak, ayrı evlerde yaşayıp düzenli ilişki içerisinde olma halleri yaygınlaşıyor.

İnsanların birbirlerine karşı aşırı duygusuzlaştıkları, iş hayatına dair sorumlulukların ve iş saatlerinin aşırı arttığı, beklentilerin çok yükseldiği, ve eğlenceye ayırılması gereken zamanın çok arttığı bir zamanda ilişkiler de  eski kalıplarla yürüyemiyor.

"Acaba bu insanlar sevmekten mi korkuyor?"   **

Bence modern insan kendisini SON DERECE seviyor. Âdeta "her zerresine çok önem veriyor."
Asıl mesele,  kendi dışındakine duygusal dünyasında ne kadar yer kaldığı ile ilgili.  Başkasına,  yani kendi dışındakine ayırdığı alan çok kısıtlı sanki. Bencilliğin aşırı seviyelere varmasının kaçınılmaz sonucu bu.


Kendini çok seven, kendini o kadar çok seven ve KENDİ zevklerini o kadar merkeze çeken ki diğer insanlara (hatta kendi öz ailesine, yakın arkadaşlarına karşı bile)  körleşen insanlar...

Aynı durum Türkiye'de de var;  kimilerine göre, özellikle dinden ve maneviyattan uzaklaşmış gruplarda daha kolay ayırt edilebiliyor bu hal. Kişisel bakıma, düzenli aerobike, spora, kedi-köpeğe, kurslara, kariyerlerine, eğlencelerine, hobilerine, oyunlarına, bitmeyen gezmelerine ayırabilecekleri gani gani zamanları varken... Mesela hasta olan annelerini bir kez olsun ziyaret etmeye, veya haftasonu bir gün gidip ev işlerinde biraz olsun ona yardım etmeye filan gelince zerre kadar zamanları yoktur.  Ne var ki, yüzünü görmek istemedikleri annelerinden istekleri de hiç bitmez.  Çocuğuna bakmalarını isterler, yemek yapmasını beklerler, arkasını toplamasını, eksiklerini almasını isterler...  Anlayacağınız,  isterler de isterler.

Kendileri  "dertli"  olduklarında,  gecenin bir yarısı da olsa derhal gelmeniz için diretirlerken;  siz  bir gün olsun bir derdinizi açmak isteseniz derhal randevu defterlerini açıp hangi gün boş olduklarına bakacaklar ve mutemelen iki haftadan önce de yer açamayacaklardır. Fakat her durumda DUYGUSAL olan, HASSAS olan hep onlar olacaktır. İçinde yaşadığı toplumun geneline göre, bir eli yağda bir eli balda yaşarken, durmadan devletini ve yöneticilerini eleştirenlerin bu gruptan çıkması da ayrı bir ironidir.


"İMDAAAAT !!!
İnsanlar bi tuhaf oldu.
Bir elinde mobil,  diğer eliyle pıt pıt pıt mesaj yazarken, kulağında kulaklık!
Nasıl duyacak yanı başında imdaaaat diye haykıranı can havliyle.
BU İNSANLAR Bİ TUHAF OLDULAR"   **

Şu anda vücudun herhangi bir uzvu gibi zaten cep telefonu. Üstelik sadece gençler değil, yaşlılar da böyle. Sürekli cep telefonu ile meşguller. Sesli konuşma ve sohbetler çok azaldı. Geçmişteki o sözlü kültürü özlüyorum bazen.  Gerçi ben dinlemeyi çok severdim,  hâlâ da öyle...  Ancak şimdi ben de sadece kulaklıktan müzik dinliyorum.
Ama bu konuda seçiciyim;  rastgele  veya  popüler diye müzik dinlemem.


İnsanlar duygularını kaybediyor, görmüyor musunuz?

Bu kaybı da (bilinçli ya da bilinçsiz) sahte "hassasiyet"ler geliştirerek maskeliyorlar. En başta bireysel ilişkilerde ve aile içinde kendini belli ediyor bu hal. Toplum ortalamasının gayet üstünde maaş alıyor karı-koca, ama kadın felç geçirmiş annesine duygusal baskı yapıyor çocuğuna bakması için... İŞ çıkışı arkadaşlarıyla Starbucks'ta kahvesini yudumlayıp laflamadan eve gelmiyor... Tabii arada sosyal medya hesabını açıp ona buna hassasiyet kesmekten, "vicdansızlar, ahlaksızlar" diye manevi görevini icra etmekten de geri kalmıyor...
Çocuklar;  anlayışsızlık, duygusuzluk, hissizlikte birbiriyle yarışıyor.  Elinde telefonu ve internet paketi varsa zaten dünya yıkılsa umursamıyor. Ama bakarsan onlar da çok HASSAS. Kimisi hayvanlara zulüm konusunda çok hassas kesiliyor, kimisi "bullying" konusunda hassas... Hatta en  bully  olanların kimisi  laflarına bakarsan en hassas!
Çocuklar  ana-bablarından sadece kaşını gözünü almıyor yani.



EKLER:

Bu yazıda şu akışlardan etkilendim:

*  Reşat Çalışlar,  Twitter'da  "siyaset zehirlenmesi yaşayan ruhsuzlar"  diye  bir tvit  atmıştı. Tabii ki görmezden gelindi kitle tarafından. Ama ben geçip gitmek istemedim ve RUHSUZLAŞMA üzerine bir giriş yapmak istedim bugün.

** Facebook'ta  Mustafa Satış  hesabını takip ediyorum. Arada siyasi ve güncel konular kadar  insan psikolojisi, aile, sosyoloji alanına giren konular ve toplumdaki değişiklikler gibi türlü konulara da kendi özgün penceresinden bakan bir kalem.

Özellikle şu yazdığı yazılar ve altındaki yorumlarla gelişen akıştan da bazı alıntılar yaptım.  Önümüzdeki günlerde yeni eklemelerim de olabilir. Maskeli ruh halleri ve duyarsızlaşma üzerine devam edelim.

İLGİ:   www.facebook.com/satismustaf/posts/10158649091551665
İLİŞKİLER VE GELİŞMELER:
www.facebook.com/photo.php?fbid=10158646825226665


2 Ağustos 2020 Pazar

  Temmuz  Günlüğü


İnsan  ÖSYM  adına utanıyor.
Yıllarca soruları çaldır, matbaadan (ç)alınmasına göz yum, ayyuka çıkan suçlamaların üstüne yat, sınavlarda dersliklerdeki bazı saatlerin çalışmasın  ama ısrarla öğrencilere kol saati yasağı koy, verdiğin kalemler sürekli kırılsın veya silinmeyen cinsten olsun...
Sonra gel  Mabel Matiz'e  takıl!


Sakarya'nın Hendek ilçesindeki bir havai fişek fabrikasında (Büyük Coşkunlar Havai Fişek)  meydana gelen patlamada  7 kişi hayatını kaybetti, 126 kişi yaralandı. Patlama ertesi depoda sağlam kalan fişeklerin imhası sırasında gerçekleşen ikinci patlama sırasında da 3 asker öldü,  11 asker yaralandı.
(Patlamalar sonucu arazide  fay hattı  benzeri çatlaklar oluştu.)

Adı geçen bu kanlı fabrikanın sicili epey kabarık. 2009, 2011, 2014,... Neredeyse üç senede bir ciddi yangın ve işçi ölümleri... Üretim devam. Nasıl pislik insanlar var anlamadım. Bazılarına hukuk hiç dokunmuyorsa  bu ülke nasıl  "hukuk devleti"  oluyor?

Bir diğer mevzu:  Ülkedeki artık neredeyse her işletmeden ISO kalite belgeleri fışkırmakta iken;  nasıl bu kadar çok ve sık işçi ölümleri oluyor işyerlerinde? Durmadan yangın çıkıyor, yangında ölümler, asansör takarken ölümler, asit kazanına kazana düşenler vb sıradanlaşıyor?

(Patlamaların yaşandığı işletmedeki çalışanların verdiği ifadeye göre, kalite denetim elemanları geleceği zaman 1 hafta önceden firmanın haberi oluyor ve tehlikeli madde üretimi yapılan alanlar kapatılıyor, denetçilerin teftişinden sonra tekrar açılıyormuş. Eski bir işçi: "Sigara içiliyor diye şikayet ettim, işten çıkarıldım. Bu fabrikanın kaçıncı patlayışı.  Her patlamadan sonra isim değiştirilerek yeniden kurulmaz ki!" demiş.  (bkz)  İşte sahip olmakla övündükleri o kalite belgelerinin aslı ve kalite anlayışları yaklaşık böyle çoğu firmanın.  Her şeyimiz yalan!  MÜSİAD  moral yemeğine filan hiç değinmiyorum bile.)


Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Niçin Youtube, Twitter, Netflix  gibi sosyal medyalara karşı olduğumuzu anlıyor musunuz? Bu millete bu tür mecralar yakışmıyor. Bir an önce parlamentomuza getirip tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz."


“2020 gerçekliği kavramamış, şaka gibi açıklamalarla Türkiye'ye vakit kaybettiriliyor.”   İlkan Dalkuç

Hatırlarsanız Serdar Ortaç aylar önce şöyle demişti,  ben de  burada  Serdar Ortaç  başlığında yazmıştım:
Sosyal medya hayatımızı mahvetti. Türk ırkını, Türk'ün karakterini bozdu. Instagram'ı hayatımıza sokan Amerika'yı görmek istemiyorum, tiksiniyorum.

Şimdi yasa koyucunun da desteğiyle ülke topluca bu kafaya sokuluyor.
"Popüler kültür"  deyip geçme!  



“ Siyasetin 'güzel' yönü,  bize 'mutlak kötü'  veya 'mutlak yetersiz' olarak görebileceğimiz bir 'karşı taraf' sunması. Her şeyin belirsizleştiği bir dünyada, bu mutlaklık duygusu büyük lüks. ”   Reşat Çalışlar

“Siyasetçiyi  'bunu kitlesini memnun etmek için yapıyor'  veya 'oy için yapıyor'  diye suçlamak,  romancıyı 'kitabını okunması için yazıyor' diye suçlamaya benziyor.”    (*)

“ 'AKP giderse ülke Almanya gibi olur' düşüncesi, 'Almanya bizi kıskanıyor'  düşüncesinden daha gerçekçi değil.
Aralarındaki fark sadece şu:  Birincisi ile sosyal medyada fenomen (ama leşinden) oluyorsun,  ikincisi ile mahalle kahvesinde 'baba adam' oluyorsun.”    (**)

“Huysuz Virjin'i esas izleyen ve seven kesim, muhafazakar kesimdi. Şimdi CHP'lilerin kült yaratmaya çalıştığına bakmayın, çok da umursamazlardı Huysuz Virjin'i.  /  Zaten bu ülkede muhafazakar bir kitlen olmadan o kadar uzun süre ekranda kalamazsın ki.”    (***)

“Sanatçı cesareti,  sanata dair cesur eleştiriler yapabilmekle başlar.”
(Reşat Çalışlar,  Twitter'dan karışık alıntılar)



Seyfi Dursunoğlu (nâm-ı diğer Huysuz Virjin)  17 Temmuz 2020'de  vefat etti.
Kendisine son yıllarda bir nevi ekran ambargosu uygulanıyordu RTÜK tarafından;  özellikle yarattığı Huysuz Virjin  karakterine...

Büyük savaş dönemlerinde yetişmiş ve sahneyi de görmüş bir kişi olarak, hem eski kuşakların hem gençlerin hallerini / dillerini iyi bilen, emeğe ve yeteneğe çok değer veren,  sanatçı ruhlu,  efendi ve disiplinli bir kişiydi.  Onu hep böyle hatırlayacağım.




ölünecek olduktan sonra yaşamın bi anlamı var mı  -varsa nedir?  dünyaya gelen her insan bu soru üzerine düşünüp, kendi anlamını keşfetmeli.  ve keşfetmek bir şeylerin efendisi olmak değil, aksine ondan kurtulmaktır.”
(@acheronriver1  -  Twitter)

Türk evi, eşya müzesi olmaktan kurtarılmalıdır.
İyi insanlar hayırda yarışmalıdır.
Az eşya ile yaşamayı öğrenmek gerekmektedir.
(Lütfi Bergen)



15 Temmuz 2016 darbe girişimine katılanlardan pişman olanların affedilmesine yönelik açıklamalarda bulunan Türk Tarih Kurumu Başkanı  Ahmet Yaramış,  eleştirilerin odağı olunca:
"Cumhurbaşkanı isterse istifa ederim,  kendim istifa edersem saygısızlık olur"  dedi.

Vatandaşı olmasan komik ülke aslında!
Twitter'da birisi şöyle yazmıştı:

“İçine tükürülmedik kurum bırakmadılar. İnanılmaz bir hasar. Türkiye'nin bunları onarması cidden vakit ve efor gerektirecek.”
---

“Bu ülke çok kriz gördü, çok zor durumlara düştü ama bakın bu iktidarın yaşatacağı krizin boyutu görülmedik seviyede olacak. Birdenbire bir obrukla karşı karşıya kalacağız.”   (Panait I.)







"HER ŞEYİ YALNIZ BEN BİLİRİM" diyen insanlardan çok sıkıldım.

Temmuz'da dış kapının mandalı birisiyle annemin ev hali hakkında tartıştık.  Her şeyi bilir bu  "ÇOK BİLMİŞ"ler.  İnsaf yahu!

Yıldım artık.  Acaba diyorum sabırlı, alttan alan birini görünce insanlar azıtıyor mu nedir?
Hiçbir tecrübeleri olmamasına rağmen senin mesleğini senden iyi bilirler, aileni senden iyi bilirler,  her şeyi yalnız onlar bilirler...
N'oluyor yahu!


Okuduğunu/Duyduğunu anlamayan, kendi hayal dünyasındaki kurgular üzerinden karşıdakini yargılayan kavgacı tiplerden bıktım. İkide birde bunu burada yazdığım için kendimden de bıktım.

Türkiye'de zorunlu eğitim  12 yıl olsa ne 22 yıl olsa ne?
İnsanlar okuduğunu ve duyduğunu anlayamıyor, en temel beraber yaşam kurallarını iplemiyor.
Laf ola,  beri gele!

İnsanların hep şevkini kırmaya çalışan insanlardaki motivasyon kimsede yok!  Gerçekten sinirlerin çelik gibi olması gereken bir zamandayız. Aksi delilik sınırlarında dansa girer.

"İnsanların birbirlerinden, sistemden ve sistemin insandan beklentilerinin bu kadar yükseldiği bir çağda ne NORMAL ne eski bakış açılarıyla yaşamak mümkün artık."
--


“Büyük lokma ye,  büyük laf söyleme.”
Temmuz olaylarından çıkardığım şahsi hayat dersim buydu. Hani verecek aklım pek yok;  olanla da verebileceğim ender uyarı budur.  Şakasına bile mesafeli olmak hayırlı.

Birkaç şey daha...
1) Bizim ailedeki çocuk sayısının da artmasıyla bir şeyi daha iyi gözlemlemekteyim:

İnsanlar önce çocuğun neredeyse HER dediğini yapıyor, bu şekle alıştırdıktan sonra da "Bizim çocuk şöyle böyle" diye ahlanıp vahlanıyor.
Her dediği yapılmış, azıcık ağlayınca her dileğinin emir telakki edildiğinin farkında olan çocuklarda ne "değer - kıymet bilmek" gelişiyor, ne tatmin olmayı biliyorlar. Dinmeyen istekleri, tatminsiz ruhları içerisinde, geleceğin  büyük (depresif) bencilleri  olarak yetişiyorlar.

Çok farklı  "çocuk"  konusuna bakışlarımız batı toplumları ile...
(Anlatınca anlaşılamayacak kadar derin uçurumlar ve hatalar söz konusu. Biz ise hep Batı'nın hatalarını sıralayıp kendimizi hiç tartmıyoruz.)

2) İş verenlerin anlamlı bir kısmı artık çalışan değil  "köle"  arıyor.
En fazla asgari ücret karşılığı kölelik.  Arzı da talebi de var bu yeni halin.
"Üniversite mezunlarını asgari ücrete nasıl it gibi çalıştırıyoruz keh keh"  muhabbeti yapanlar var gerçekten.





“Ruhsal mesafeyi koymayı başarabilseydi insan kafası hiç bozulmazdı.”    Yıldız Tilbe

“Evde kilolarca patatesiniz varsa gidip patates alır mısınız? Almazsınız. Peki ülkede/dünyada bunca kimsesiz, sevgiye şefkate muhtaç öksüz yetim çocuk evlat edinilmeye hasretken insanlar neden yeni çocuklar yaparlar? Hadi bir iki tane kendinden olsun isteyip yaptın,  3. 4. neden?”
 demiş biri Twitter'da.

İçgüdülerinin peşinde hiç sorgulamadan yaşayan büyük yığınlar var.  “Sorgulamayan insanda merhamet ve empati de yoktur.”

Bizde (yüksek) eğitim bu anlamda kişilere pek bir şey katmıyor. Daha üniversite biter bitmez epey arkadaşımızın evlenip hamile kaldığını görünce kendimi acayip hissetmiştim mesela; onlar kendileriyle çok barışıkmış meğerse..  Ben öyle olamadım.  Kendim çocuk gibiyim zaten.

“İnsanların çoğu hayat ve varoluş hakkında bir kez bile düşünmeden sorgulamadan gidiyor dünyadan. Yarışa gecikiyormuşlar gibi koştura koştura gerçekten isteyip istemediklerini bir an bile oturup düşünmedikleri bir sıralamaya çentikler atarak yaşamak zorunda hissediyorlar.”
(@PawRights_,  Twitter)



Hacettepe'de psikiyatristlerden oluşan bir arkadaş grubum vardı. Onlardan duyduklarımdan sonra  psikiyatriste gidilmemesi gerektiği gibi bir önyargım oluşmuştu. Senin aşamadığın derdin, bir başkasının arkadaş sohbetine meze oluyor.

--

Ve AYASOFYA tartışmaları, insan kurbanları, cinayetler, kadın cinayetleri derken bu ay da bitti. Unutmazsam bir ara  "insan kurbanları"na ayrıca değineyim.


15 Temmuz 2016,  psikiyatrist,  RTÜK,  YouTube,