2009 Ocak ayından beri bu blogda çeşitli karalamalar yapıyorum. Kimisi çeşitli alıntılar, kimisi derlemeler, bir kısmı da kendi görüş ve yaşam deneyimlerime dayanan yazılarım. Onlarca, hatta yüzlerce başlık içeriyor. Henüz taslak halinde olup yayınlanmayı bekleyenlerin sayısı ise 300'ü geçti! (325'ten çok başlık ve 300 küsür de taslak)
Ne var ki, bazılarının sorduğu:
"Neden can ile canan ?"
"Debussy kim, Bach kim?"
"Derdin ne, neden bu kadar uzun yazıyorsun?"
gibi sorulara henüz ve halen gelebilmiş değilim.
Bir gün gelebilecek miyim, kendimi yazı ile açabilecek miyim, ayrı başlıklar halinde bunlara değinmeye gerek var mı, gerçekten bu yazıları okuyan var mı?... Dahası ben bu ifade edişlerin altından kalkabilecek biri miyim, o birikime ve kelimelere sahip miyim?...
Üstelik; okumayan, umursamayan, çabuk unutan vefasız insanlarla doluyken çevre, gerçekten sayıyla 100 kereden fazla yazdığım konularda bile hala savunduğumun tam aksi argümanlarla suçlanıyorken, bu kadar "yanlış anlama" ile boğuşurken... Bazen pes etmeye meyletmiyor değilim. (#itiraf)
Bakıyorum da sanki 1 arpa boyu yol alamamış gibiyim.
Oysa bunca yıllık blog yazarlığımda okurlarla etkileşim içinde olmak ve bir iz oluşturmak isterdim. (#itiraf)
Bir anlamda çeşitli konularda aldığım notları tutuyorum burada, isteyen bakabilir. Ancak maalesef geçmişte (ilk yıllarda) günde yüzleri-ikiyüzleri rahat geçen tıklanmalar alırken, uzun ara verişlerimin de etkisiyle günlük ziyaret sayım artık 20-30'u bile bulmayabiliyor. Yine de boşluğa yazıp yazıp yollamaya devam. İğneyle samanlık kazmaya da...
Demek ki gerçekten beni etkileyen, sinirlendiren, "duygulandıran" bir şeyler olmuş ki ben bunları yazmışım, yazabilmişim. Halen de bir şeyler beni duygusal olarak olumlu veya olumsuz anlamda tetiklemedikçe yaz(a)mıyorum. Gerçekten bu dünyaya tepkisel geldim, tepkisel gidicem.
Ne var ki, bazılarının sorduğu:
"Neden can ile canan ?"
"Debussy kim, Bach kim?"
"Derdin ne, neden bu kadar uzun yazıyorsun?"
gibi sorulara henüz ve halen gelebilmiş değilim.
Bir gün gelebilecek miyim, kendimi yazı ile açabilecek miyim, ayrı başlıklar halinde bunlara değinmeye gerek var mı, gerçekten bu yazıları okuyan var mı?... Dahası ben bu ifade edişlerin altından kalkabilecek biri miyim, o birikime ve kelimelere sahip miyim?...
Üstelik; okumayan, umursamayan, çabuk unutan vefasız insanlarla doluyken çevre, gerçekten sayıyla 100 kereden fazla yazdığım konularda bile hala savunduğumun tam aksi argümanlarla suçlanıyorken, bu kadar "yanlış anlama" ile boğuşurken... Bazen pes etmeye meyletmiyor değilim. (#itiraf)
Doğduğum ve soru işaretleri ile dolduğum şu sıcak ve nemli Temmuz ayında, bunlar da bir nevi ecel terleri döktüren sualler ve kendimden kaçışımı daha da körükleyen soru(n)lar benim için. Üstelik daha önce de dediğim gibi, "Yazmak nankör bir eylemdir. İhmal edip arayı açtıkça sessizce seni terk eder, sana soğur, seni umursamaz." (bkz: Kopuş)
***
Bakıyorum da sanki 1 arpa boyu yol alamamış gibiyim.
Oysa bunca yıllık blog yazarlığımda okurlarla etkileşim içinde olmak ve bir iz oluşturmak isterdim. (#itiraf)
Bir anlamda çeşitli konularda aldığım notları tutuyorum burada, isteyen bakabilir. Ancak maalesef geçmişte (ilk yıllarda) günde yüzleri-ikiyüzleri rahat geçen tıklanmalar alırken, uzun ara verişlerimin de etkisiyle günlük ziyaret sayım artık 20-30'u bile bulmayabiliyor. Yine de boşluğa yazıp yazıp yollamaya devam. İğneyle samanlık kazmaya da...
Kimi zaman soldaki dizinlerden seçip eski notlarıma bakmaya devam ediyorum. Bunları kendimin yazdığına inanamıyorum bazen. Hayret ediyorum, "Bunu ben nasıl yazmışım?"
Demek ki gerçekten beni etkileyen, sinirlendiren, "duygulandıran" bir şeyler olmuş ki ben bunları yazmışım, yazabilmişim. Halen de bir şeyler beni duygusal olarak olumlu veya olumsuz anlamda tetiklemedikçe yaz(a)mıyorum. Gerçekten bu dünyaya tepkisel geldim, tepkisel gidicem.
2 yorum:
Bu yazı, Temmuz 2015'te yayınladığım
"Hayat nefesine değer vermek" yazımdan ufak bir alıntı. Geçen gün yıllar sonra tekrar okumuştum ve ne kadar da başladığım noktada olduğumu görüp
"yeni durum değerlendirmesi" olarak paylaşmak istedim.
İnanmıyorum ya! Debussy kim? Bach kim? Biz ölmüşüz de ağlayanımız yok:(
11 yıl ilköğretim, lisede ne öğretiyorlar ki? :( üzüldüm inanın :(
Yorum Gönder