Antakya (Hatay) Arkeoloji Müzesi'nde restorasyon sonrası değişen mozaikler konusu gündemde konuşulmakta iken, aklıma yaklaşık bir sene kadar önce tarihi camilerin "restorasyon" adı altında yok edilişi ile ilgili paylaşımlarım geldi. Hatırlatmak istedim.
BURSA, benim toplamda uzun yıllardır yaşadığım bir şehir. Soranlara eskiden hiç sevmediğimi söylerdim. Bir o kadar uzun yıllar kaldığım başkent Ankara'daki öğrencilik ve sonrası yıllarımda, Bursa'ya geçmişte ne kadar haksızlık ettiğimi peyderpey anlama fırsatım oldu. Türkiye'nin en büyük 5 şehrinden biri olmasına rağmen, bir büyük şehirdense büyük bir köyü andırmasını, köylü halkını, muhafazakarlığını ve yüksek nem oranını eleştirirken; güzelliklerini epey ıskaladığımı ve haksızlık ettiğimi fark ettim. Özellikle Ankara gibi yapay bir tasarı şehrinden, oranın soğuk ve katı yerli halkından (şehrin bütün albenisine rağmen) fenalık gelmeye başlayınca; Bursa'nın yeşili ve maviyi birleştiren doğal alanları, Ulu Cami ve Yeşil Türbe gibi büyük mimari eserlerinin yanı sıra ufak, uzaktan sanki minyatür gibi duran camileri, çardakları, ve elbette -geçmişte şüphesiz daha fazla sayıda olan-   belirli aralıklarla karşınıza çıkan içilebilir doğal kaynak suyu akan çeşmeleri ve su kültürüne şapka çıkardım.
******
İşte bu duygularla 2014 ilkbaharında Bursa'ya gidişimde eski yerleşim yerlerini merakla gezmeye başladım. İlk gençlik yıllarımdaki buhranlarımda, özellikle Çekirge ve Muradiye semtlerindeki yemyeşil caddeler ve dar ara sokaklar bana iyi gelirdi. Tekrar oralara, o sokaklara yöneldim.   Ve fakat hayretle fark ettim ki bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan bu şehirdeki tüm ufak camiler yıkılıp yerine üç katlı apartman camiler kurulmuş! Tarihi veya değil, güzel çinileri ve/veya dış çephe taş işçiliği vardı oysa bazısında... Uluhiyet (Tanrısallık) ve huzur duygusu veren, alçakgönüllü, adı geçen şehre özgü bir duygu vardı bunlarda. Bahçeleri ağaçlık ve yemyeşildi. Bir tanesini bile bırakmamışlar! Ağaçları da kesip iki katlı imam evi yapıyorlar bahçeye; musalla taşı da kabak gibi parlıyor böylece.
Uzun lafın kısası, sonunda bildiğiniz ucuz fayans kaplama yahut apartman cami dizaynı ile sonlanmış bu "restorasyon"lar...
Hâli gören yerleşik halk da fark etmemiş gibi yapıp görmezden gelmiş. Bu durum; "güzellik" anlayışına sahip olmayan, değer kavramı sorunlu bir toplum oluşumuzun yanı sıra; estetikten, kültürel mirastan habersiz, salt müteahhit zihniyetine sahip, üstelik deneyimsiz sayılabilecek kişilere bu resterosyon çalışmalarının verilmesinden de kaynaklanıyor.
Şehrin kendine has bir duygusu varsa bundan niye rahatsız oldunuz? Hadi yeni yapılan camilerde standart ezbere bir mimariyi dayatıyorsunuz, bir de tarihi camilere bunu uyarlamak ve tek tipleşmek niye? Kimse de bir ses vermemiş, iğrenç bir görüntü oluşmuş bazı örneklerde. Nitekim şehrin Altıparmak semti caddesi üstündeki Şehabettin Paşa Cami, "restorasyon" adı altında neredeyse tamamen yıkılınca ve 6 ay sonunda ortaya tuhaf bir görüntü çıkarılınca, mevzu yerel medya kanallarında da konu edilmişti, en kısa zamanda unutulmak üzere... Sonra restorasyonun restorasyonu yapılarak mesele halledildi!
Yeni bir şeyler üretemeyince, sürekli geçmişi yağmalamanın değişik bir şekli olsa gerek bu restorasyon mantığı.
Öyleyse YAŞASIN MÜTEAHHİT ZİHNİYETİ!
Düşünün. Tarihi camiye bunu yapan bakış, mozaikti resimdi bunlara haydi haydi aynısını uygular. Daha önce "Ankara'nın Amblem Sorunsalı" yazımda da demiştim. Mimari ile medeniyet birbirinden kopuk kavramlar değil; tam tersine iç içe ve bütünleyicidir. Medeniyetin göstergesi mimaridir. Bir yapıdaki incelik ve çizimler, zamana meydan okuyan kalıcılık, dönemin vizyonuna ışık tutar.
Bir de bu açıdan bakın çevrenizdeki ihalelendirilen restorasyon sonuçlarına ve yeni dikilen abidevi camilere.
Aslında bu ülkeye dair çoğu şey Ezop/Aesop masallarından (daha sonra La Fontaine tarafından zenginleştirilmiş olan) "Horoz ve İnci" fabl'ını çağrıştırıyor:
Horozun biri bir gün inci bulur;
Alıp onu kuyumcuya doğrulur.
Kuyumcu ne istediğini sorar.
O da der ki: "Bu galiba mücevher;
Al da bunu bana biraz darı ver.
O benim daha çok işime yarar."
Dönelim Antakya'daki duruma. Bir haberde şöyle diyor:
"Dünya'nın ikinci büyük mozaik sergileme alanı olan Hatay Arkeoloji Müzesi'ndeki mozaiklerin, yeni müzeye taşınma sırasında bir restorasyon skandalına kurban gittiği ortaya çıktı."
fotoğraf: Ayhan Kara
Yazının en başında görselini kullandığım "İsis'e ait Seremoni mozaiği" (MS 2.yy); ayrıca Narkisos Mozaiği gibi birkaç tanesi daha taşıma sonrası restorasyonda zarar görmüş. (Yeni müzenin 52 milyon TL maliyetle açıldığı söyleniyor.)   Hataylı mozaik Ustası Mehmet Daşkapan'ın Antakya Gazetesi'nde 1 Şubat tarihinde yayınlanan açıklamaları ile ortaya çıkan skandal hakkında kendisinin bazı ifadeleri şöyle idi:
“Bundan yaklaşık iki sene önce, eski müzede mozaikler salondan salona taşınırken, ben bu taşıma işini yapanları izliyordum. Çok sık müze ziyareti yapıyorum çünkü bu eski eserler benim mozaik çalışmalarıma da fazlasıyla ilham oluyorlar.   O gün tuhaf bir şey oldu. Milattan sonra 5. yüzyıla ait Yakto Mozaiği parça parça çekildi ve belki 150 parçaya bölündü. Orada iki kişi bu bölünen parçalardan birini taşırken o parçayı bir anda yere düşürdü ve düşen parça kırıldı, kırılmayla beraber taşlar koptu. O an şok oldum ve tek bir şey düşündüm. "Bu parçalar yeni müzeye nasıl taşınacak, taşındıkları yerde tekrar nasıl restore edilecek?" Ve bugün yeni müze ziyaretimde, iki sene önce kendi kendime sorduğum bu korkutucu şeyin cevabını aldım, hem şaşkınlıkla hem üzülerek.”
(Söyleşi haberin tümü için: "ROMA MOZAİKLERİ'NDE SKANDAL RESTORASYON..." - 01.02.2015, Antakya Gazetesi)
Yazımın sonunda bu müzeden bana ilginç gelen iki parçayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Neredeyse tüm mozaiklere bakmak içinse şuraya (academia.edu/12932445/Konu%C5%9Fan_Mozaikler_-_Hatay_Arkeoloji_M%C3%BCzesi_Mozaikleri) tıklayabilirsiniz:
Birincisi, Kem Göz Mozaiği: (MS 3. yy)   Görüldüğü gibi büyük bir göz var mozaikte. Yılan, akrep, kırkayak, panter, ve bir köpeğin saldırısına uğrayan göze ayrıca üçlü mızrak ve bir kılıç saplanmış ve bir kuş tarafından gagaklanmakta... Bu saldırıya arkasını dönmüş, elinde sivri değnekler tutan (flüt mü çalıyor yoksa?) bir erkek ise umarsızca yoluna devam ediyor.
Anlamı ne bunun? Bana ilginç gelen görsellerden biri idi.
İkincisi, Bahtiyar Kambur Mozaiği: Roma döneminde evlerin girişine nazarlık olarak yaptırılıyormuş bu çıplak erkek figürü :)
Baktığı mekan ve içindekiler hakkında kim ne düşünürse aynısı ile karşılaşsın anlamına gelen bir kelime yazdığı söyleniyor üstünde...
Kim bilir, belki de yanlış mozaiği restore etmişlerdir? ;)
(Resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.)
1 yorum:
Bu arada Turizm Bakanlığı'nın beklenen "O mozaiklerde tahribat oluşmadı" açıklaması da gecikmedi :)
Daha bu sabah bu haberle ilgili konuşurken bir yerde dendi ki bir yahut iki haftaya kalmaz bakanlık "yalanlama ve inkar" açıklamasını bilimsel verilere dayandırarak yapar.
Yanılmamıştık. Ancak eskiden yalanlama açıklamaları öncesi araya bir iki hafta zaman koyup gerçekten inceleme yapılmış havası verilir ve güven telkin edilirdi. Artık kimsenin beklemeye sabrı olmadığından onlar da modaya uymuş galiba.
Yorum Gönder